Terim’in Nzonzi ile imtihanı
Eğer bir teknik adam başta Nzonzi olmak üzere Radamel Falcao, Ryan Babel, Jean Michael Seri ve Mario Lemina’nin potansiyel yeteneklerini fark etmemişse ve bu yetenekler için yetenekli bir oyun inşa edememişse, açıkça söylemek lazım gelir ki, o futbol adamının mesleki bilgilerinden kuşkulanmak için elimizde yeterli veri var demektir.
Ali Fikri Işık
Maçın bitiminde Fatih Terim,’’ iyi oynadık, birlikte oynaya oynaya daha iyi olacağız’’ dedi. Terim’in söylediklerini ciddiye alırsak, futbolun birlikte oynaya oynaya geliştirdiğimiz bir oyun olduğu sonucuna varırız. Eğer bu doğruysa, o zaman ayrıca bir bilene ihtiyaç olmaz. Aslında "teknik direktörlük" denilen meslek gereksiz bir süs aksesuarıdır. Ortaya bir top atıp, oyuncuların birlikte oynayarak kendi kendilerini geliştirmeleri mümkündür. Bir Şampiyonlar Ligi maçı sonrası, bir teknik adam bu ifadeleri kullanıyorsa, bu ifadelerin işaret ettiği yer, o teknik adamın zihin dünyasıdır. Anlaşılan o ki, Terim bu ifadeleri kullanırken olabildiğince samimi ve savunmasızdır. Ve aslında kendisi adına, bir gerçeği de itiraf ediyor.
Club Brugge maçında Galatasaray’ın oyunu, tam da Terim’ın maç sonu dile getirdiği ifadeleriyle örtüşüyordu. Sanki adına "savunma" denilen bir organizasyon yokmuş ve bu organizasyon önceden organize edilemezmiş gibi, Galatasaray rakibini her pozisyonda, o pozisyonun doğaçlama karakteri içinde karşıladı. Topun rakipte olduğu hallerde bu durum bir parça anlaşılırdır. Çünkü top rakiptedir ve o sizi belirli pozisyonlar içine sürükler. Peki ama top Galatasaray’a geçtiğinde, savunma hangi yapılar aracılığı ile hem açılış paslarını gerçekleştirdi hem de topu birinci bölgeden ikinci bölgeye taşıdı? Dörtlü savunmanın dördü de bu rolü oynayabilecek bir kurgusallık içinde değildi. Üstelik, takımda Nzonzi gibi bir büyük pas prensi varken.
Dörtlü savunma ilişkisi kendi içinde yapılandırılmadığı gibi, bu oyuncuların Nzonzi ile ilişkisi de Allah'a havale edilmişti. Ne savunmadan hücuma geçiş için bir planlama göze çarptı ne de hücumdan savunmaya geçiş. Zavallı Nzonzi öyle şaşkın bir ruh haliyle oynuyordu ki, başka takımlarda sergilediği o harika yeteneklerini sanki İstanbul’da unutmuştu.
Eğer bir teknik adam başta Nzonzi olmak üzere Radamel Falcao, Ryan Babel, Jean Michael Seri ve Mario Lemina’nin potansiyel yeteneklerini fark etmemişse ve bu yetenekler için yetenekli bir oyun inşa edememişse, açıkça söylemek lazım gelir ki, o futbol adamının mesleki bilgilerinden kuşkulanmak için elimizde yeterli veri var demektir.
Nzonzi, pasın şiddeti ve yönünü tayin etmekte uzmanlaşmış bir yetenektir. Paslarının taşıdığı nitelikler, sadece kesinlik ve keskinlik içermiyor, aynı zamanda o paslar takımın maç temposunu da tayin ediyor. Ritmik olarak Nzonzi ile belirli bir pas tipine ve belirli bir pas döngüsüne karar vermek çok kolay hale gelir.
Ama Terim ev ödevine çalışma zahmetine bile girişmemiş. Maçın ve oyunun taleplerine sırtını dönerek, maçın içinde çıkabilecek her sorunu ve yine maçın gerektirdiği her yaratıcı çözümü oyuncuların bileklerine ihale etmiş.
İşin tuhaf ve akıl almaz tarafı, sistem, oyun yapıları, taktik düşünceler ve strateji için, hiçbir ciddi hazırlık yapmadan, dünyanın en zor şeyi olan ‘’top bizde oyununu’’ tercih etmekti. İnanılır gibi değil. Galiba yetenek gerektirmeyen sorunlar, Terim’in ilgi alanına girmiyor. Alanları daraltıp, çoklu presler ile rakibi baskılamak, öylesine kendi kaderine terk edilmişken, hem savunma hem de hücumu aynı eksen üstünde ve aynı pozisyon içinde düşmek hayalden öte büyük bir cesaret gerektirir!
Galatasaray'ın, Club Brugge gibi Avrupa’nın ikinci sınıf takımı karşısında bu kadar aciz durumlara düşmesi, oyuncuların hatası ya da yeteneksizliği yüzünden değildi. Bu kötü performans kesinlikle Terim’in hanesine yazılmalıdır.
Galatasaray’ın hücum organizasyonundan söz etmeme gerek yok; çünkü ne kanat organizasyonu ne de göbekten gelen final vuruş organizasyonuna tanık olmadım. Hücumda topa akıl katacak hiçbir eylem, notlarımın arasına girme başarısı gösteremedi.
Terim oyunları için kullanacağımız en gevşek anlam bile bizi, anlaşılır, belirgin bir mana dünyasına götürmez. Futbol oyunu ne ‘’tözel’’ düzeyde ne de ‘’ilişkisel’’ düzeyde Terim’in zihin dünyasında yer almaz. Herhangi bir sistemin tekil birimlerinin, ancak kendi aralarındaki ilişkilerle anlam kazandığına dair inançtan yoksunluk, Terim’in bütün oyunlarına damgasını vuran gerçek bir "yararcılık tuzağına" düşmesine yol açar. O iflah olmaz bir pragmatisttir. O her işin en kestirme yollarıyla ilgilidir ve her yolun Roma’ya çıkan, tek yol olduğuna inanır. Oysa yollar ne onun sanıldığı kadar pürüzsüzdür ne de tabela ve yol işaret ve levhaları olmadan da o yollara, yani Roma’ya varılamaz.
Club Brugge maçı, aslında tanrının Terim’e basitçe gülümsemesi olarak ifade edilebilir. Deplasmanda alınan bir puan sadece, mutlu bir tesadüfün ürünü…