Arnold Schwarzenegger, 2029 yılından 1984 yılına Terminatör namlı bir sibernetik mahluk olarak döner. Amacı, Sarah Connor adlı bir kadını öldürmektir fakat hedefin görüntüsü kendisinde yoktur. Bu nedenle o isimdeki bütün kadınları öldürmeye başlar. Terminatörle eşzamanlı olarak 2029 yılından Kyle Reese adlı bir insan da zamanda yolculuk yaparak aynı şehre (Los Angeles) gelmiştir. Reese’in görevi de Terminatör’ü engellemektir çünkü Sarah’ı korumak insanlığın geleceği açısından çok önemlidir. 2029 yılında insanlarla makineler arasında savaş yaşanmaktadır ve Sarah Connor’un 1985 yılında doğacak olan oğlu John, sürmekte olan savaşta insan ordularının komutanıdır. Eğer annesini termine etmek yoluyla John’un doğumu engellenirse savaşın kaderinin makineler lehine değişeceği hesaplanmıştır.
Bütün zamanların en büyük aksiyon/gerilim filmlerinden biri olan Terminatör’ün hikayesi kısaca böyle. Filmin sonunda tabii ki iyiler yani Reese ve Sarah kazanacak, bu insanlık ve kadın düşmanı terminatörü ‘termine ederek’ engelleyecektir.
Türkiye’nin kader seçimine yaklaştığı bu kritik günlerde, büyük bir anksiyete içinde nefesimizi tutmuş ve kafamızın içinde bin bir ‘acaba’ ile geri sayıma başlamışken böyle bir filmin özellikle de final sahnelerinin zihnimde canlanması neye delaletti? İlk akla gelen, bu yoğun politik gerilim atmosferi içinden çıkıp sinirleri gevşetebilmenin en iyi yolunun bir gerilim/korku filmi izlemek olabileceğiydi. Ama filmi yeniden izledikçe çağrışımın yalnızca final sahnesiyle sınırlı olmadığı, hikayenin bütünü ile ülkenin, toplumun ve kendimin ruh hali arasında önemli paralellikler kurarak bir katharsis yaşadığım anlaşıldı. Rakip yani terminatör, kötülük tarafından programlanmış bir makinedir ve misyonundan başka hiçbir şeyi düşünme, duyumsama, algılama emaresi göstermez. Bu uğurda önüne çıkan herkesi ‘Allah yarattı’ demeden termine etmekte hiç tereddüt etmez. Gözü dönmüş bir insanlık düşmanıdır, hedefinin cinsiyeti nedeniyle de özellikle kadınların düşmanı. İçinde bulunduğum haleti ruhiye, bu karakterle ekonomik kazanç ve siyasi güç hırsı tarafından programlanmış ve bu uğurda bütün hukuki, medeni ve insani kodları çiğnemeye hazır iktidar bloku arasında bir analojiyi adeta zorluyor. Ayrıca, ileri sibernetik teknolojinin ürünü oluşu nedeniyle ses ve görüntü taklidi yoluyla olduğundan çok farklı algılar yaratmaya muktedir oluşu, takiye stratejilerini çağrıştırıyor. İstanbul sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun karşıtı tavırlar, muhalefet liderini ‘karı gibi mutfakta’ diyerek aşağıladığını sanan pankart ve benzerleri de terminatörün gözü dönmüş kadın düşmanlığı ile örtüşüyor.
Terminatör, misyonu gereği spesifik olarak kadın düşmanıdır ama genel anlamda yani filmdeki 2029 savaşının mahiyeti dikkate alındığında aslında bütün insanlığı termine etme, kökünü kurutma mücadelesinin bir gereği olarak kadın düşmanı olduğu kaydedilmelidir. Bir sibernetik mahluk olan terminatörden insani değerlere, etik kodlara uygun davranmasını beklemek ne kadar yanlışsa bir toplumun, başındaki siyasal iktidardan hukuka, ahlaka ve insani değerlere riayet etmesini talep etmesi de o kadar doğaldır. Saray sosyetesinin elinden çıkan seçim kampanyası, rakibini yenme değil de imha etme yolunda her türlü yöntemi mübah gören aşırı Makyevelist dili ve pratiğiyle insanlık adı altında sayılabilecek değerlerin adeta bütününü sistematik olarak ihlal ediyor. ‘Alevi türü’, ‘Alevi kasetleri’, Kürt halkının kodlanmış formu olarak ‘terörist’, ‘karı’ terimiyle aşağılanan kadın, bir bulaşıcı hastalık taşıyıcısından söz ediyormuşçasına tekrarlanan ‘LGBT’li’ ve benzeri nefret suçu performansları, seçim saati yaklaştıkça tırmanan şiddet tehditleri ve pratikleri ile ‘level atlamış’ bulunuyor. Sahte bildiri ve afişlerle yürütülen dezenformasyon, ‘doktorlanarak’ tadil edilmiş CHP reklam videosunun AKP miting meydanında ‘çok önemli’ kaydıyla gösterilmesi, montaj ve ‘deep fake’ iddiaları, takip edilmesi zor bir süratle birbirini takip ediyor. Seçim kampanyası, siyasal ahlak kodlarını çiğneyen bu tür gelişmelerle sona doğru yaklaşırken sandıklarda ve oy sayımında harekete geçmesi muhtemel resmi ve paramiliter şiddet ve sindirme aparatlarına özellikle iletişim alanında eşlik etmesi beklenen ‘savaş hileleri’ gündeme oturuyor. İçişleri Bakanı’nın paralel YSK’sı, bir iletişim monopolünden gelen kuşku uyandırıcı ‘bakım-onarım’ açıklamaları, TRT ile sarayın iletişim müdürü arasında son dakika personel ve kadro alışverişi, Kılıçdaroğlu’nun Rus manipülasyonu iddiası ve yoğunluğu tavan yapan trol faaliyetleri; bütün bunlar 14 Mayıs akşamını 15 Mayıs’a bağlayan gecenin tam bir post-truth ve fake-news kasırgasına sahne olacağının belirtileri. 2029 yılına daha zaman var ama şimdiden makinelerin iktidarına özgü hukuki, vicdani ve ahlaki muafiyet halleri en azından yaşadığımız coğrafyada belki de pilot bölge olarak hayata geçmeye başlamış olabilir. Terminatör filminin sahnelerinin zihinlerde yarattığı alegori, insanlığa ya da topluma açılmış bir savaş, öncelikli olarak kadınların hedefe konulması, kanun ve ilke tanımazlık ya da aşırı Makyevelizm adı verebileceğimiz bir zihniyetle ‘Allah’tan aldığı emirleri’ uygulama yolunda her yolu mübah bellemiş bir ruh halinin korkunç sentezi olarak betimlenebilir.
Kısacası içinde bulunduğumuz seçim atmosferi, terminatörle müstakbel kurbanları arasında film boyunca silahların eşitsizliği ve yöntemlerin benzeşmezliği temelinde yürüyen mücadeleyi çağrıştırıyor. İki taraf arasındaki tek benzerlik antagonistik konumlanışları hasebiyle birbirlerini yenmek zorunda olmaları. Ama terminatörde ahlak, vicdan, hakkaniyet gibi hiçbir insani değer bulunmadığı için üstelik silahları da rakiplerininkilere göre çok üst model olduğundan fiziki ve psikolojik üstünlüğü sürekli elinde tutuyor. Finale bu moral bozukluğu ve adaletsizlik hissi içinde taşınıyoruz. Ve bu tesir ve özdeşleşme altında kendi dramımıza dönünce, sağlıklı bir oylama ve sayım süreci yaşanabilir mi sorusu ve bunun da ötesinde gerek “15 Temmuz gecesi olduğu gibi hayatımız pahasına istiklal ve istikbalimize sahip çıkarız” gerekse de “Kandil’den aldığı destekle cumhurbaşkanı olana ülkeyi teslim etmeyiz” beyanları, bizi kaçınılmaz olarak Terminatör’ün uzun final sekansına geri taşıyor. Zaten en başında filmi akla getiren de o uzun, sancılı ve bitmek bilmeyen final sahneleri değil miydi?
Terminatör bir türlü ölmek bilmez ve zaten sibernetik bir mahlukun nasıl öleceği hakkında izleyicilerin pek bir fikri de olmasa gerekir. Schwarzenegger olarak sürmeye başladığı kamyon Rees tarafından patlatılınca cayır cayır yanar ve müzikteki rahatlamanın da etkisiyle hep birlikte bir ‘oh’ çekeriz. Kız oğlana sarılacak ve ‘fin’ yazacak diye beklerken anlarız ki bu rahatlama geçici; çünkü ortamı gerginleştiren müzik yeniden devreye girer ve alevler içinden terminatörün bu kez metal bir iskelet olarak Schwarzenegger’in küllerinden doğuşuna tanık oluruz. Meğerki başkanlık seçimi ikinci tura kalmış!
Bu noktada Reese ve Sarah Connor birlikte bombalar atıyorlar metal çubuklarla girişiyorlar, kafa-göz yarılıyor ve terminatörün iskeletinin de ortadan ikiye bölünmesi neticesinde müziğin de yardımıyla yeniden bir rahatlamaya giriyoruz çünkü terminatörün kafası ve kolları bir yanda bacakları ise öte yanda kalmıştır. Herhalde bir terminatör, vücut bütünlüğü bozulmak suretiyle termine edilebilir düşüncesine kapılarak rahatlıyoruz. Ama buruk bir galibiyet bu çünkü bedeli, Reese’in ölümü olmuştur. O halde geriye sadece hedefteki kadın Sarah kalmış, onun da bacakları kırılmış, sürünerek yol alabilir (eskinin tabiriyle ‘yatalak’) hale düşmüştür.
Olsun, diyoruz bu kadarına da şükür ikinci turda da olsa kazandık ya artık film bitti, rahatlık ve huzur içinde evlerimize dönebiliriz. Fakat o da ne, müzik yeniden yükseliyor onunla birlikte de daha ne olabilir diye etrafa bakmaya başlıyoruz ki ne görelim: Şaşırtıcı biçimde Arnold’la benzerliği devam eden terminatör iskeletinin üst kısmı sürünerek Sarah’a doğru ilerlemekte, yatalak Sarah da yine sürünerek kaçmaya çalışmaktadır. Kalp atışlarımız had seviyeye yükselmiştir. Hani seçimin ikinci turu bazı zayiatlar olsa da nihai bir galibiyetle tamamlanmıştır fakat devir teslim merasimi olacak mıdır olmayacak mıdır? Yarım terminatör adeta, yatalak Sarah’ın Kandil’den emir aldığını kendisinin ise Allah tarafından görevlendirildiğinden dolayı makamını teslim etmeyeceğini beyan etmektedir. Hayatta kalabilmek için rakibi yok etmek şart olmuştur artık. Terminatör için artık tek varoluş sebebi, kadını yok etme misyonunu tamamlamaktır.
İşte o andan itibaren dozu artan bir gerilim müziği ve özel efektler eşliğinde iki yarı canlı mahlukat arasında müthiş bir hayatta kalma mücadelesi izliyoruz. İkisi de sürünüyor ama terminatör daha güçlü ve elleri, kolları her yere uzuyor. Kaçmak çok zor hatta imkânsız. Ve orada kadının zekâsı makinenin gücünü yeniyor. Celladını demir eritme potasına inen asansörün içine doğru çeken Sarah parmaklıklar arasından kendisini boğmak üzere hamle yapan terminatörü bir düğmeye basarak cehennemi sıcaklıktaki potaya düşürüyor. Terminatör eriyor. Ama önce “geri döneceğim” diye bağırmayı da ihmal etmiyor. Sonrasında anlıyoruz ki Sarah Connor, ‘terminatör şehidi’ Reese’le seviştiği için geleceğin başkomutanı John’a hamile kalmıştır. Yani cehennemin kapıları kapanacak ve bahar gelecek!
Belki de artık o uzun final sekansı içindeyiz: Cismi ya da metaforik olarak yeterince kadın öldürüldü, yeterince insan yok edildi, büyük cinayetler işlendi ama bu mücadele içinde, Sarah Connor’un karnındaki bebek misali toplumun geleceğini kurtaracak bir siyasal proje de ortaya çıktı; en azından çıktığı iddia ediliyor.
İşte böyle. Bu gergin saatlerde tavsiyemdir siz de oturun bir daha izleyin. Ama sakın ola ki hikâyenin mutlu sonu sizi yanıltmasın. Çünkü ne demişti terminatör cehennemine doğru inerken: “Geri döneceğim”. Nitekim 1991’de ikinci Terminatör filmi çekilecek ve bu kez de Sarah’ın oğlu John ortadan kaldırılmaya çalışılacaktır.
Kıssadan hisse o ki, cehennemin kapılarını kapatmak çok zor da olsa yetmiyor çünkü mücadele asla bitmiyor. Sevimsiz terminatör olarak ilk filmde izlediğimiz Arnold Schwarzenegger, ikinci filmde sevimli sibernetik mahluk olarak John’u korumaya gelecektir. İşte o ikinci Terminatör’deki sevimli Arnold’un mottosunu, seçim ertesine bir gönderme farz ederek bitirelim: “Hasta la Vista baby”.