Kasım ayında yayınlan bir dindarlık araştırması var. İstanbul Politikalar Merkezi tarafından 2022 yaz aylarında gerçekleştirilmiş araştırma. Rastgele telefon aramasıyla, 22 binden fazla kişi görüş belirtmiş. Çarpıcı sonuçlar elde edilen bu araştırmadan sadece iki bulgu üzerinde duracağım. Çünkü Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in TBMM Genel Kurulu'ndaki Bakanlık bütçesi sunumunda yer verdiği politik önceliklerini yanlışlıyor. Toplumsal gerçekliğe dair fikir veren sosyal araştırma dindarlığın azaldığını gösteriyor. Daha önemlisi toplumda din kurumlarına ve sair dini yapılara yönelik muazzam güven kaybını gözler önüne sermiş.
Milli Eğitim Bakanlığı ve aynı gün bütçe sunumu gerçekleştirilen Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın gözde proje ortağı Diyanet İşleri Başkanlığı. Geçen yıla göre bu yıl bütçesi üç kata yakın arttırıldı Diyanetin. Hatta yıl tamamlanmadan bu yıla ilişkin bütçesinin yaklaşık üçte biri kadar da ek bütçe verildi. Gelecek yıl için bütçesi üçe katlandı ama hepsi bundan ibaret değil. Bakanlıklarla yıldan yıla artan sayıda ortak projelerle, imzalanan protokollerle DİB’e hatırı sayılır miktarda kaynak aktarılıyor. Sistemde ağırlığı, protokolde konumu yükseldi. Personel sayısı şişirildi. Yetmedi bakanlıkların bütçesine 'paydaş’ oldu. Yetmedi okullara girdi. Yetmedi kendi akademisini kurdu. Yetmedi, yetmedi gitti. Belki yüzlerce yıldır halk arasında söylenen bir söz vardır: Hocalar yemeyi sever. Seviyorlar yemeyi ve yemeyeni, kamu kaynaklarını israf etmeyi sevmeyen hocayı da sevmiyorlar. Hatırlarsanız makam aracı yerine motosiklet kullanan, lojman yerine köy evinde oturan bir ilçe müftüsü, konumunun gerektirdiği yaşam tarzına aykırı davrandığı gerekçesiyle ihraç edilmişti. Ki basına yansımayan benzerleri de olabilir. Yıllardır şu ucube sistem içindeki konumu sürekli yükselirken halk nezdinde değeri de yükseliyor mu Diyanet İşleri Başkanlı'ğının? Hayır.
Cebi şişkinleştikçe itibar kaybediyor. Son on yılda itibar kaybı istikrarlı şekilde artarak süren kamu kurumlarından birisi oldu. Araştırmaya katılanlardan yüzde 41’i Diyanet’e güvenmediğini belirtiyor. Güvenenler yüzde 35’e gerilemiş. Güven ya da güvensizlik belirtmeyenlerle fikrini söylemek istemeyenlerin oranı ise toplanınca yüzde 22’yi buluyor. Kamu kaynaklarından aslan payı alsa da güven endeksinde toplumun üçte birini ancak geçiyor. Fakat kadına yönelik ataerkil şiddetle mücadeleden aile hukukuna kadar her konuda sözü geçiyor. Azınlık iktidarı kurulurken en kullanışlı aparat haline getirilmiş durumda. Çünkü toplumun ancak üçte birinin güvenini alabilen bir kurum 19 milyonu aşkın öğrencinin bulunduğu eğitim sisteminde söz ve yetki sahibi kılındı. Yetmedi okul dışı etkinlik adı altında ÇEDES projesiyle çocukları kendi mekanlarında “eğitme” yetkisi kazandı. Toplumun üçte ikisi Diyanet’e güvenmiyor. Hükümet çocuklarımızın tümünü Diyanet’in pedagojik formasyondan yoksun elemanlarına teslim ediyor. Sosyal mühendislik çalışması ile azınlık iktidarı kuruluyor.
Diyanet dışında bir de tarikat ve cemaat adı verilen grupların güven endeksine bakalım. Toplumun yaklaşık yüzde 60’ı (59,5) tarikat ve cemaatlere güvenmediğini söylüyor. Güven belirtenler ise yaklaşık yüzde 14 (13,9). Ankete katılanların beşte birinden fazlası ise konuya ilgisiz kalmış. Yüzde 21,3’ü güven ya da güvensizlik belirtmemiş. Fakat Bakan Tekin, tarikat ve cemaatleri STK olarak isimlendirip işbirliği yapmaya devam edeceğini, protokollerle eğitim sisteminde söz sahibi kılmaya devam edeceğini belirtiyor. Toplumun sadece yüzde 14’ü güveniyor ama eğitim, çocuklarımızın zihinsel gelişimi, yüzde 60’ın güvenmediği tarikat ve cemaat zihniyetine teslim. Ki kendilerini dine adamış gibi görülen bu yapılara Bakan Tekin STK adını verse bile herkesin bildiği üzere her biri holdingler kurmuş, neoliberal sistemin sermayedarları. Din sömürüsü ile elde ettikleri kazançlarının üstüne bir de kamu kaynaklarına bakanlıklar aracılığıyla paydaş kılınıp, azınlık iktidarını tahkim için besleniyorlar.
Söz konusu tarikat ve cemaatler ve hatta kuruluş kanunu ile de ters düşer şekilde Diyanet, çağdışı fıkıh geleneğini sürdürmeye adanmış yapılar. Fıkıh İslam Hukuku olarak tanıtılır ama bir hukuk sistemi değildir. 1400 yıllık tarih boyunca verilmiş olan çeşitli hükümlerin toplamından ibarettir. Fakat bu hükümler de en fazla İslam tarihinin ilk 5 ila en fazla 7 yüzyılında orijinal hükümler sayılabilir ki bu en iyimser ihtimaldir. Bu ilk 6-7 yüzyılda verilen hükümler içinde de kopya hükümler pek çoktu. Ancak h.7/m.12. yüzyıldan itibaren neredeyse hepsi kopya hükümler. Yani bir hukuk sistematiğinden söz edilmesi imkansız. Diğer yandan adının İslam hukuku olmasına itirazın bir nedeni de mezhep fıkıhlarının birbirinden tümüyle farklı olması. Mezhep imamlarının hükümleri doğrultusunda şekillenmiş olan Fıkıh, sadece bir gelenekten ibaret kalmış ama günümüzde bu geleneğin sabitlenmesi için çalışılmakta. Çoğunun 12. yüzyıla kadar gerçekleşen insani ve sosyolojik gelişmeleri dahi kabullenmediği yapılar bugün geleceğin insanını yetiştirmekte söz sahibi kılınıyor. Kılıfı da cinsel şiddet faillerinden aparmışlar. Cinsel şiddet failleri savunmalarında “dağa çıkmasına engel olma” iddiasını kullanıyorlar. Milli Eğitim Bakanı da tüm saygısızlıklarının üstüne tüy dikti ve protokol imzalama gerekçesi olarak tarikat ve cemaatlerin gençleri dağa çıkmaktan alıkoyduğunu iddia etti. Terörün ekmeğini yiyerek iktidar ol. İktidarını sürdürmek için siyaseti dava, muhalifini terörist ilan et. Yetmez insanların inancını ideoloji kıl. Dini değerleri ideolojik aparata dönüştür. Galiba değerler eğitimi adıyla aşılanmak istenenler böylesi ilkesizlik ilkeleri.
İktidar partisinin seçilmiş vekilleri, kadına yönelik şiddet hakkındaki gerçekleri duymaya tahammül edemeyen grup başkanvekilleri tarafından kışkışlanarak salondan çıkartılıyor. Kendi partisinin seçilmişlerine dahi saygısı olmayan iktidarın bakan olan siyasi memurları, TBMM Genel Kurulu'nda, Komisyonlarında muhalefet vekillerine saygı göstermez. Atanmışların seçilmişlere had bildirme hadsizliği… Bir AKP klasiği… E bu da siyasette çürümüşlük göstergesi elbette. Seçim kazanmış olmalarına, seçimler üzerinden daha sadece altı ay geçmiş olmasına rağmen, yüzde 50 üzerinde oy almalarına rağmen kurdukları ve sürdürmeye çalıştıkları yönetim bir azınlık iktidarı. Toplumun beklentilerini dikkate almayan, halkın yaşayış biçimine saygı duymayan, insanların gelecek beklentisini önemsemeyen bir iktidar bu. Önemsemeyerek, muktedir kibriyle beklentilerin tam tersine bir toplum inşa etmeye çalışmakla azınlık iktidarı oluyor. Toplumun çok küçük bir kesiminin beklentisini politik öncelik saymakla kendisini azınlık iktidarı olarak inşa ediyor. Niyeti sosyal mühendislik ama inşa edebildiği tek şey azınlık iktidarı. Seçmene saygısı olmadığı için parlamentoya ve halkın seçtiklerine saygı göstermeyen bir iktidarın aldığı oy oranı ancak her alandaki çürümenin boyutlarını gösterir.