Gözlemcilere bu kadar mı olur dedirten yabancı para
mevduatlarındaki artış hikayesinin, bir süreliğine sonuna gelmiş
bulunmamız olasılığı hiç olmadığı kadar arttı.
2020’de bahar aylarındaki çıkışı telafi etmese de kasım ayından
itibaren yüksek miktarlarda sermaye girişi görüldü. Ekonomi
yönetiminde kadro değişikliği ve faiz artışını takiben dokuz
haftalık zaman zarfında gerçekleşen 15 milyar dolarlık sermaye
girişi kısmen de küresel finansal koşullardaki değişimin etkisiyle
gerçekleşti. 2020 sonu ve 2021 başı sadece yabancı aktörlere kârlı
yatırım olanağı sunmadı, aynı zamanda liranın görece uzun bir süre
değer kaybının engellenmesini sağlayabilecek taahhütlerin verildiği
görüldü.
Yüksek faizin devamı ve tepedekilerin arzu ettiğine nazaran daha
yavaş seyreden toparlanma, başka makroekonomik sorunlarla birlikte
bu yeni hikayeyi bir süre sonra bozabilir. Ancak 2021 yılının ilk
altı haftasında Türk Lirası’nın ABD Doları karşısında en fazla
değer kazanan para birimleri arasına girdiğini
söyleyebiliyoruz.
Faiz yükselmişken ve milyonlar “halka arz bayramı” adı altında
borsaya yönlendiriliyorken Türkiye’de ekonomi yönetiminin baş
ağrılarından olan; bankacılık sektörünün fonlama kompozisyonuna ve
şirketlerin borç çevrimine etki edecek boyutlarda seyreden
dolarizasyonun tamamen sonuna gelindiği düşünülebilir. Nitekim
dolar alımı ya da dolarda kalmak üç kuruş birikimin bir kısmının
erimesine yol açacaksa, rasyonel yurttaşın döviz bozdurması ve
parayı yerli para mevduata yatırması, ya da birikimini lira cinsi
finansal varlıklara yönlendirmesi bekleniyor. Oysa meselenin bir de
yükümlülük kısmı var.
Bu yazıda çok boyutlu sorunun sadece ufak bir bölümüne
değineceğim. Yabancı para mevduatlarının çözülmesi beklenirken
artık yatırımcı olarak kodlanan yurttaşların hafızaları ve
travmalarının dikkate alınmadığını ve yurttaşlar dövizde
ısrarcıyken yabancıların liraya teveccühünün yarattığı görüntüyü
kalın fırça darbeleriyle resmedeceğim.
ALTINA DOLARA HÜCUM
Yastık altındaki dolar ve altının finansal piyasalara akması ve
lira cinsi varlıklara geçiş, neredeyse katma değeri yüksek ürün
üretimi kadar sık dile getirilen bir hedef oluşturuyor. Türkiye’de
siyasetçilerin halkın tasarrufları üzerinden daldığı bu tarz
hülyaların izini on yıllar öncesine sürmek mümkün. Şirketlerin
dolar ihtiyacının hızla arttığı ve küresel finansmana erişimin
zorlaştığı dönemlerde döviz bozdurma çağrıları yoğunlaşıyor.
2018 yılında Ağustos ayında kur krizinin göbeğinde Rize’de konuşan Erdoğan
aylardır her fırsatta tekrarladığı dolar satma çağrılarını bir adım
öteye taşıyarak bu çağrıyı ekonomik savaşta cepheye katılmaya
benzeterek sunmuştu:
“Sanıyorlar ki; döviz kurunu zıplatınca Türkiye yıkılacak,
finans araçlarını devreye sokunca bu millet diz çökecek, bize
farklı hukuk uygulayınca bu ülke teslim olacak. Bunlar ülkemize
karşı açılan ekonomik savaşın kurşunlarıdır, gülleleridir,
füzeleridir.”
Türkiye’deki siyasi söylemlere saplanıp kalınsa, liraya geçiş
davetinin karşılık bulduğu düşünülebilir. Oysa bu çağrılar
yoğunlaştıklarında (sadece çağrı yapılması kaynaklı olmasa da) ters
tepiyorlar. 2015-17 arasında
hanelerin altın mevduatlarını yüzde 55 artırdığını, 2018
ortasından 2021 başına toplam yabancı para mevduatlarının ise yüzde
50 arttığını görüyoruz. İlk dönemi altına, ikinci dönemi dolara
hücum olarak tarif edebiliriz.
Elimizdeki veriler Cumhurbaşkanının art arda vatan savunması
çağrılarını takiben dolara hücumun hızlanarak devam ettiğini
söylemeye izin veriyor. Haftalık oynaklıkları bir kenara bırakırsak
2,5 yıllık seyir şunu gösteriyor: 2019 sonbaharında kur ataklarının
geride kaldığı düşüncesi artış hızını düşürmüş, ancak artış devam
etmiş. Pandeminin ilk dalgası sırasında ekonomik kapanmalar yabancı
para mevduatı artışını durağanlaştırmış. O kadar.
Kredi aracılığıyla canlandırma ve ekonomik açılma, Türkiye’deki
birikim modelinin temel sorunlarını tekrar gözler önüne sererken
herkes kaldığı yerden yabancı para alımına devam etmiş. Sanki
herkes iltisaklı, herkes terörist!
HANELERE TERS GÖSTEREN AYNA
Şubat başında 262
milyar dolara denk düşüyordu. 2020’deki pandemi başlangıcına göre
yüzde 15 artış görülmüş ve liranın değer kazandığı bu son dönemde
herhangi bir azalma gerçekleşmemiş. Bu nedenle olsa gerek ekonomi
yönetiminin bu iltisaklı yurttaşlara adeta bir ders vermek
istercesine davrandığı ve “ters dolarizasyon”un beklendiği son
haftalarda sıklıkla yazıldı. Liranın 2021’de hızlı değer kazanması
sırasında rezerv telafisi için henüz dikkate değer bir girişimde
bulunulmaması 1 ABD Doları'nın 7 Türk Lirası'nın altına inmesini
kolaylaştırdı.
“Ters dolarizasyon” ifadesinin Türkçe açısından yanlışlığına
girmeden ekonomi yönetiminin iki hatasını vurgulamak istiyorum.
Birincisi Merkez Bankası ekonomistlerine ve benzer bir gelenekten
beslenenlere hakim olan hanehalkı davranışı ön yargısı. TCMB
Finansal İstikrar Raporları ve dayandığı iktisadi perspektif yıllar
boyunca haneleri Türkiye’de finansal istikrarın belkemiği olarak
konumlandırdı. Dolar yükselirken elindeki dövizi sattığı, lira
değer kazanırken döviz aldığı iddia edilen haneler, o raporlarda
otomatik istikrar sağlayıcı gibi resmediliyorlardı. Oysa yıllardır
bu iltisaklıların yani hanelerin
sergilediği davranış tam tersi doğrultuda.
İkinci husus balık hafızalı olmakla suçlanıyor olsalar da
yurttaşların aynı zamanda travma olarak deneyimledikleri krizlerde
alınan kararları ve dönüm noktalarını pek unutmuyor durmaları.
Burada işleyen hafıza parçalı ve bulanık olabilir, bazı unsurlar
bastırılmış durabilir, fakat hafıza yine de işliyor, durmadan hesap
yapılıyor ve halen dolar senaryoları en çok kulak kabartılanlar
oluyor.
ZORUNLU DERS: DOLARİZASYONA GİRİŞ
Üzerinde bu kadar durulan hanelerin varlıklarını döviz cinsi
tutma eğiliminin memleket siyasetine has bir ikiyüzlülükle birlikte
tartışıldığını ya da politika yapımı nesnesi haline getirildiğini
hatırlatmalı.
Türkiye’de Kasım 2020 verisine göre 158 milyar doların biraz
üzerinde. Bu rakamın 2018-19 öncesinde 200 milyar doları aşmasının
arkasında firmaların daha kolay dövizle borçlanmasının yolunu açan,
bu anlamıyla yükümlülük dolarizasyonunu teşvik eden Babacan-Erdoğan
bulunuyor.
Ayrıca çalışan sınıflar ve birikimi olanlar ne zaman döviz
bozdurur sorusu tartışılırken, Hazine hiç olmadığı kadar dövizle
borçlanarak dolarizasyonu teşvik etmiş bulunuyor. 2018 ortasında
merkezi yönetim borç stokunda döviz borcunun payı yüzde 40
civarındayken bu oran 2020 yılı sonunda yüzde 56’nın üzerine çıktı.
Sormasak olmaz: Yoksa Hazine de mi?
Geldiğimiz nokta müstehzi bir gülümsemeyi şart koşuyor. Dün
uluslararası yatırımcılara verilmek istenen ders bugün sanki
hanelere zorunlu kılınmış. Merkez Bankası’nın rezervlerini
toparlaması, kapasitesini yitirmiş bir banka konumundan çıkması ve
2021’in ilk yarısı için Erdoğan yönetiminin öngördüğü gelişmelerin
gerçekleşmesi yabancı para mevduatlarında çözülme gereksiniyor. Bu
da bir bakıma milyonlarca kişinin kayıplarının artacağı endişesine
kapılmasına ve daha az kayıp yaşarız düşüncesiyle liraya geçişine
bakıyor.
Oysa kalıcı durmasalar da dünün “güllecileri”, “füzecileri”
lirada yerlerini aldılar. Son birkaç aylık dönemin, dünya nazarında
yüksek faiz ve güvenceler sonrası, yabancı yatırımcıların daha
fazla kazanç sağlarız düşüncesiyle liraya geçiş dönemi olması,
finansal piyasaların işleyişi ve Türkiye’deki otoriterliğin
ironisini göz önüne seriyor.