Tertele, hakikat ve yüzleşme…

Dersim Tertelesi henüz sadece Dersimlilerin sorunu olmaya devam ediyor. Oysa bu sorun öncelikle tertele/soykırımlara, kırımlara maruz kalmış Alevilerin, Kürtlerin, Kırmanç/Zazaların, Ermenilerin sorunudur. Aynı zamanda bu tertele/soykırıma sessiz kalmış, hatta onaylamış İslamcıların, Türkçülerin sorunudur. Öte yandan insanlığa karşı işlenmiş bir suç olması nedeniyle tüm insanlığın sorunudur…

Abone ol

Kazım Gündoğan

Tertele;

Dersimliler doğa felaketi/yıkımı olan depremi “zelzele”, yaşadıkları 1937/38 kırımını, yani toplumsal felaketi de “tertele” olarak tanımlarlar.

Tertele uzun süre kırım/katliam olarak tanımlanırken başta FDG (Avrupa Dersim Federasyonu) olmak üzere Dersim kurumları bu tanımlamayı soykırımla içeriklendirip “Tertele” olarak kavramsallaştırdılar. Tarihsel ve toplumsal olaylar, olgular gerçek içeriğiyle kavramsallaştırıldıkça düşünsel alan rafine edilir, zenginleşir ve nitelik kazanır.

Her toplumun yaşadığı özgün tarihsel ve toplumsal süreçler, olaylar vardır. Yıkım, yenilgi, kırım, soykırım, doğal felaketler gibi… Ya da demokrasi, eşitlik, özgürlük, devrim için direnenlerin zaferi gibi… Bunların her biri o toplumun düşün ve duygu dünyasında başka toplumlarda olmayan sadece o toplum için özgün bir yer aldığı gibi, tanımlaması da tamamen o toplum için özgünlük taşır.

Aleviler Osmanlı devletinin kendilerine yapılan katliamlara “kırım” dedi. Ermeni toplumu uzun süre 1915 soykırımına “büyük felaket”, “kırım”, “kesim” dedi. Hukukçu Lemkin özellikle 1915 Ermeni kırımını “soykırım” olarak kavramlaştırana kadar yaşanan felaketler farklı biçimlerde tanımlandı.

Yahudiler yaşadıkları felaketi (soykırım) kendi düşünce, duygu dünyaları ve dillerinde “Holokost” olarak tanımlayıp kavramsallaştırdılar…

Bu anlamda Dersimlilerin de 1937/38 kırımını/acılarını “Dersim Tertelesi” olarak kavramsallaştırması son derece önemlidir. Dersim soykırımının nedenleri ve sonuçlarıyla özgün olduğu gibi tanımlama ve kavramsallaştırmanın da özgün olması literatüre katkıdır aynı zamanda… Ayrıca kendi tarihlerini sahiplenişte ortak akıl ve duygunun oluşumuna güçlü bir zemin hazırladığı da söylenebilir. Her ne kadar tertele kavramı Türkiye düşün, kültür –sanat dünyasında henüz yeterince bir karşılık bulmasa da, Dersim toplumunda önemli bir karşılık bulduğunu söylemek yanlış olmaz.

Tertele kavramının düşün dünyasında henüz yeteri bir karşılık bulamamasının bazı temel nedenlerini belirtmekte yarar var.

Birincisi; Dersim Tertelesi ile bağlantılı olarak tertele kavramı, resmi ideoloji ve tarih tezinin etkisinde olan düşün dünyasına etkili ve sistemli bir tarzda taşınamıyor.

İkincisi; bu alanda pek çok çalışma; parçalı ve stratejik bir planlamadan yoksun olarak yapılıyor.

Üçüncüsü; tertele çalışmaları sürdüren kurum ve kuruluşlar bu kadar ağır tarihsel ve toplumsal bir meselenin etrafında bir araya gelip stratejik bir ortak akıl oluşturamıyor.

Dördüncüsü; tertele gibi ağır bir kavramın içeriği ve çalışmaların çerçevesi uluslararası standartlarda kavranamadığı için yapılan çalışmalar amatör ve yerel düzeyin ötesine taşınamıyor…

Beşincisi; Türkiye düşün dünyası esas olarak resmi ideolojinin tekçi zihniyetinden arınmadığı için tertele, soykırım, kırım, Büyük Felaket, holokost gibi hakikatleri yok sayan ve bu alanlardan uzak duran etik dışı bir tutumu barındırıyor…

Bunlara benzer daha başka nedenlerden ötürü Dersim Tertelesi henüz sadece Dersimlilerin sorunu olmaya devam ediyor. Oysa bu sorun öncelikle tertele/soykırımlara, kırımlara maruz kalmış Alevilerin, Kürtlerin, Kırmanç/Zazaların, Ermenilerin sorunudur. Aynı zamanda bu tertele/soykırıma sessiz kalmış, hatta onaylamış İslamcıların, Türkçülerin sorunudur. Öte yandan insanlığa karşı işlenmiş bir suç olması nedeniyle tüm insanlığın sorunudur…

Hakikat;

Dersim tarihsel, toplumsal bir hakikat olduğu gibi Dersim Tertelesi de bir hakikattir. Bu toplum esasta inanç ve etnik kimlikleri nedeniyle tertele yaşamıştır. Ancak bunu gerçekleştiren devlet “Dersim İsyanı” tanımlamasıyla hem terteleyi meşru göstermek istedi hem de bir suçluluk psikolojisi yaratarak toplumu sistemli olarak baskı altında tutmayı amaçladı.

Devletin ideolojik aygıtları ve organik aydınları da utanç verici bir seferberlikle bu hakikati yalanlarla örttüler.

Ancak hakikatlerin bir gün ortaya çıkma ve hesap sorma gibi bir huyunu/inatçılığını hesaba katmadılar. Nitekim Dersim hakikati de öyle oldu…

Dersim Tertelesi hakikati 72 yıl (2009 - 2010) sonra açığa çıktı ve kamusal alanda gündemleşti.

Dersim'in yazılmamış hikayelerinden: Torun Hanım'ın mucize kurtuluşu

Böylelikle tertele mağduru Dersimlilerin yıllarca ağıtlarla çığlığa dönüştürdüğü, ancak kimsenin duymak ve anlamak istemediği tertele artık kamusal alanda konuşulur ve tartışılır oldu. Bu yaygın tartışma ve hakikatin gücü karşısında dönemin başbakanın “Dersim'de isyan olmamış, orada bir katliam olmuştur” biçiminde itirafta bulunmasına neden olmuştur.

Gerçekten de Dersim'de herhangi bir isyan olmamıştı. Tekçi, ırkçı Kemalist devlet Dersim Kızılbaşlarını İslamlaştırma, Dersim Kürt, Zaza, Ermenilerini Türkleştirme amaçlı 1925 yılından itibaren sistemli ve planlı politikalarla 1937/38 Tertelesi'ni gerçekleştirdi.

Bu alanda yapılan araştırmalar, belgesel filmler, sözlü tarih çalışmalarıyla tertelenin tüm verileri ortaya çıkarıldı ve görülebilir hale geldi.

1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2'nci maddesine göre soykırım etnik/ulusal veya inanç/dinsel bir grubun bütünün veya bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle uygulanan politikalarının her biridir.

a) Grubun üyelerinin öldürülmesi,

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin resmi belgelerinde 13 bin 160 kişinin öldürüldüğü kabul edildi. Gerçek rakamı belirlemek olanaklı değil. Ancak gerçek sayının bunun en az üç katı olduğu söylenebilir

b) Grubun üyelerine ciddi bedensel ya da ruhsal hasar verilmesi,

Yapılan araştırmalar, belgesel film ve sözlü tarih çalışmalarıyla yaşanan bedensel ve ruhsal hasar/travma ve travmanın kuşaklar arası aktarımı belgelenmiş durumdadır.

c) Grubun yaşam koşularının/alanlarının yok edilmesi,

Evler, köyler, ormanlar ve ekinlerin neden ve nasıl yakılacağı Jandarma Umum Komutanlığı’nın belgelerinde mevcuttur. Ayrıca yüzlerce tanık anlatımı da bunu doğrulamaktadır.

d) Grubun çoğalmasını engelleyecek yöntemlerin uygulanması,

Toplumun köklerinden; kültürü, inancı, dilinden koparılması ve ailelerin parçalanması, birbirine ulaşamayacak şekilde sürgün edilerek “zorunlu iskân”a tabi tutulması hem devlet belgelerinde (14.000 civarında), hem de tanık anlatımlarıyla belgelenmiştir.

e) Grubun çocuklarının zorla alınıp diğer gruplara verilmesi.

Özellikle kız çocuklarının ailelerinden zorla alınarak Türk ve Sünni ailelere verilerek İslamlaştırılması ve Türkleştirilmesi politikası Dersim’in Kayıp Kızları çalışmasıyla belgelenmiştir.

Bu belgeler ulaşılabilir durumdadır. Tüm parçalı duruş ve yöntemsel eksikliklere rağmen Dersimlilerin ve demokrasi güçlerinin mücadelesiyle Dersim Tertelesi bütün yönleriyle bilinir ve geniş kesimlerce kabul edilir oldu. Bu son derece önemli bir kazanımdır.

Hakikat ortaya çıkarıldı ve tablonun dehşeti görünür, bilinir oldu. Bu tertele travmasını yaşayan toplumu kısmen rahatlattı. Ancak iyileştirmedi. Şimdi iyileşme/iyileştirme sürecinin mücadelesini veriyor Dersimliler… Bu da hesaplaşma ve yüzleşmeyle mümkün olabilir.

Yüzleşme;

Soykırım denince ilk akla gelen devlet ne yazık ki Osmanlı İmparatorluğu'nun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Osmanlı'da farklı din ve inançları İslamlaştırmak için sayısız katliamlar yapıldı. Bu katliamcı gelenek İttihat Terakki'de soykırım, Cumhuriyet'te tertele olarak devam ettirildi. Aynı katliamcı/soykırımcı devlet zihniyeti değişik biçimlerle devam ediyor…

İslamist-Türkçü bir devlet aygıtından yüzleşme beklemek elbette saflık olur. Faşist, despotik hiçbir devlet suçlarıyla yüzleşmez/yüzleşemez. Ancak halkların demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi doğru ve etkili yöntemlerle sürdürülürse yüzleşmeye mecbur bırakabilir.

Başta Dersim Tertelesi olmak üzere Ermeni, Rum, Süryani soykırımlarıyla mücadele birbirinden ayrı ele alınamaz. Eğer 1914-1915 Rum, Süryani, Ermeni soykırımlarıyla yüzleşilebilseydi, Koçgiri, Zilan katliamları ve Dersim Tertelesi yaşanmayabilirdi. Eğer Dersim Tertelesi'yle yüzleşilebilseydi Maraş, Çorum, Sıvas, Gazi, Sur, Cizre, Ankara katliamları olmazdı…

Yüzleşmenin iki yanı var. Birincisi katliamı yapan devlet aygıtı ve zihniyetiyle hesaplaşmak ve yüzleşmek… İkincisi, bu katliamlara, soykırımlara göz yuman, hatta bundan etnik ve inanç kimliğinin inşası için çıkar gözetmenin yanı sıra maddi ve manevi çıkar elde ederek kendini var eden, objektif olarak soykırımcı zihniyeti destekleyen toplumsal kesimlerin de yüzleşmesi gerekir.

Soykırım/tertele travması sadece mağdurlarla sınırlı değildir. Failler ve sessiz kalarak failleri onaylayanlar da bir çeşit travma yaşar. Dolayısıyla bütünlüklü bir toplumsal travmayla karşı karşıyayız. Toplumsal travmanın iyileşmesi için bütün toplumsal kesimlerin kendi payına düşen suçlar ve sorumluluklar ile yüzleşmesidir. Ancak bu sayede bir iyileşme süreci ve demokratik bir toplumda barış içinde bir arada yaşanabilir…

Bunun için insanlığın başına bela olan dine ve ırka dayalı ideolojilerle hesaplaşmak, yeni travmaların yaşanmaması, neden oldukları travmaların iyileşmesi mücadelesi son derece güncel ve acil bir sorundur…

81'inci yılında Dersim Tertelesi mağdurlarının anısına saygıyla…