Tezkere ile giden sadece asker olsa… 

Türkiye’nin belirsizlik ve boşluklardan yararlanan atılgan siyasetinin yüzleşeceği yerel ve jeopolitik gerçeklikler de var. Ekran ve kürsülerden stratejik hayaller üfürmek belli-belirsiz bir şeye kendiliğinden değer katmıyor. Azerbaycan’ın kendi iç siyasi gerçekliği şimdi zaferin tadını çıkarmakla meşgul; Türkiye’nin nüfuz çabası karşısındaki tavrı efendice veya sessiz. Suhulete intikal ile birlikte koridorlar ısınacaktır; Bakü’deki Rus etki unsurlarının oyunları başlayacaktır.

Fehim Taştekin ftastekin@gazeteduvar.com.tr

İçeride kötülüğe liderlik edip zorbalığı, yalanı, talanı, hukuksuzluğu, hilekârlığı, riyakârlığı kitlelere alkışlatmak; dışarda kötülüğün teşvik edicisi olmak, bazen de parçası. Elbette kötülük dediğimiz milliyetçi-hamasetçi-tapınmacı yığınlarda aranan, özlenen hatta yüceltilen şeyler de olabilir, öyledir de.

Barışın getirdiği istikrarla zorbalığın garantilediği istikrar arasındaki farkı gözetmek neticede siyasal ahlakla ilgili bir tercih. Muzafferin sunduğu coşkuda ahlak basit bir detay bile sayılmaz, hatta bunu aramak ihanete bedeldir. Ötekinin hakkını, hukukunu gözeten ahlak; çözümü hakla, hukukla, hakkaniyetle bağdaştıran ahlak; halkların barışına perçin yapılan ahlak, kastım bu.  

28 yıl önce topraklarından sürülenlerin haklarını savaşa, ölüme, yıkıma gerekçe yapanlar bugün gözlerimizin önünde evini, barkını, ibadethanesini ardında bırakanların hukukunu ve geleceğini tepeliyor. Bunu zaferin hıncına verseler bile dahası, sonrası var.
Karabağ rüzgârı iktidarın bütün eylem ve icraatlarına rıza üreten faktörlerden biri olacak. Bunun Kafkasya’nın kendi iç süreçlerine etkileri de olacaktır, oluyor da.

*** 

Azerbaycan tezkeresi dün TBMM’den geçti. Daha Meclis'e inerken servis edilmiş manşetler “102 yıl sonra tarihi kavuşma” diye akıyordu. Tek elden devam ediyordu:
“102 yıl önce Bakü’yü Ermeni çeteler ve Bolşevikler’in işgalinden kurtaran Türk askeri bir kez daha barış için Azerbaycan’a gidecek… Azerbaycan'a en son 1918'de Nuri Paşa komutasında Kafkas İslam Ordusu gönderilmiş, Osmanlı Devleti'nin nizami ordusu ile Azerbaycanlı gönüllülerin bir araya geldiği o şanlı ordu Bakü'yü Ermeni çeteleri ve Rus Bolşevik birliklerinin işgalinden kurtarmıştı. Tek millet iki devletin tarihi kavuşması bir kez daha dünya kamuoyuna gösterilecek… Böylece Şah Denizi'nden Akdeniz'e kadar kuracağı Barış Koridoru ile Türkiye bölge ve dünya için huzur, barış ve istikrar unsuru olarak stratejik bir öneme sahip olacak.”  

Stratejik konuşlanma hamlelerinin listesi veriliyordu; 15 ülkedeki Türk askeri varlığına bir yenisi ekleniyordu.
Savaş bitti, Azerbaycan işgal altındaki 7 rayondan dördünü silah zoruyla aldı, üçünü de Rusya’nın güvencesiyle alacak. Ayrıca Karabağ’ın ikinci büyük kenti Şuşa da el değiştirdi.
Anlaşma kesin bir dille barış gücünü Ruslarla sınırlıyor. Rusya ile yürütülen müzakerelerle Türkiye’nin de ateşkesi gözetlemekle sorumlu gözlem merkezinde olması öngörüldü. Aslında teknik bir misyon. Ama illaki sahaya asker sürülecek, herkes Türk’ün gücünü görecek. Bunun için Rusya’ya baskı yapılıyor. Ankara’daki pazarlıkların ilk turu başarısız oldu.

Tezkerede, “birimiz hepimiz hepimiz birimiz” hesabı yapan NATO’nun beşinci maddesine benzer hükümler içeren 18 Ağustos 2010 tarihli Türkiye ve Azerbaycan Arasında Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması’na atıf yapılıyor. Bu anlaşma bir tarafın toprak bütünlüğüne saldırı olursa Türkiye ile Azerbaycan’ın kapsamlı ortak askeri harekâtlar geliştirmesini içeriyor. Savaşsa savaş yani! Operasyona girişilecekse tezkere şart. Fakat gözlem misyonu sahada askeri müdahale içermiyor. Bu görev Rusya’da. Haliyle gözlem misyonu için tezkere gerekmiyor. Zaten Azerbaycan’da fiilen Türk askeri var, üstelik operasyonel! Bu, ortaklık anlaşmasının çerçevesine sığan bir durum.
O halde tezkere neyin hazırlığı? Belki olası savaşlar için. Tezkerede ortaklık anlaşmasına atıf akla bir sürü şeyi getiriyor. Belki Türk askeri varlığını Kafkasya’da kalıcı kılmanın bir yoludur bu. Sonuçta gözlem misyonunun nasıl bir çerçeveye kavuşacağını Rusya ile pazarlıklar belirleyecek. Her şey Türkiye’nin ısrar kapasitesi, Rusya’nın da onayına bağlı. Onun için şimdiden ahkam kesmek anlamsız.

*** 

Fakat Azerbaycan’la ilişkilerin askeri boyut kazanmasının siyasal etkileri üzerine konuşmak için çok erken sayılmaz. Azerbaycan iç ve dış siyasetinde artık bir “Türk girdisi” olacaktır. Bu güvenlik şemsiyesinin teşkilinden ülkenin siyasal ve ideolojik formasyonlarına kadar geniş bir alana etki edecek bir girdi. Bakü’de Rus ve Türk klikleri arasında bolca çatışmanın olacağı yeni bir şekilleniş!  

Bu sıcak dönemde bu etkinin Ermenistan ve Karabağ Ermenilerinin nasibine düşen kısmı önemli. Türk girdisi çatışma dinamiklerinin barışçıl çözüme evrilmesine izin verecek mi? Maalesef Türkiye barışa giden yolu açan bir garantör değil, sicilinde böyle bir şey yok. Türkiye’nin ağırlığının artması statü tartışmasında önem kazanacaktır. Malum 10 Kasım Ateşkes Anlaşması Karabağ’ın statüsüne dair bir şey öngörmüyor. Sovyetlerin çöküşünden beri bütün çatışmaların temelinde yatan bir sorun belirsiz bir geleceğe bırakılıyor. Daha önce çözümün önünü açmak için özerklik vermekten bahseden Başkan İlham Aliyev şimdi muzaffer başkomutan edasıyla ‘Ermenilere zırnık koklatmam’ diyor. Aliyev geri alınan Füzuli ve Cebrayil bölgelerini ziyareti sırasında şu sözleri sarf etti:
“Toprak bütünlüğümüzü yeniden sağladık, işgalcileri sürdük, ikinci bir Ermeni devletinin yaratılmasına izin vermedik, herhangi bir statü söz konusu olamaz. Tek bir Azerbaycan devleti var." 

Bizdeki “Tek devlet, tek millet, tek bayrak” sloganının Azerbaycan çıktısı. Her sözün başında “Ermeni vahşiliği” sözünü tekrarlıyor; bunun gittiği yer “Ermeni’nin adı yok” sayfasıdır. Sanki tekçi anlayışın 30 yıllık krizde payı yokmuş gibi! Aliyev’in sözleri Ankara’nın çizgisini aynen yansıtıyor. Fakat Rusya geri döndüğüne göre “Yok statü” diye kestirip atmak şu anlama gelir: Mevcut statüko ucu açık olarak sürecektir. Bu tür bir denklemde özerklik kabul edilmeden Karabağ sorunu çözülemez. Alternatifi savaş ve etnik temizlik olur. Ve şimdi arada güvence olarak Rusya var.
Laçın Koridoru Rus güvencesiyle açılırken Karabağ ile Ermenistan arasındaki özel ilişki devam edecek.
Ayrıca statüsüz çözümün Ermenilerin lügatinde “Yeni bir 1915” olduğunu da görmek gerekiyor. Rusya lideri Vladimir Putin de bu meseleye dair şunu söyledi: "Karabağ’ın nihai statüsü belirlenmedi. Bugün var olan statükonun devam etmesi konusunda anlaştık. Bundan sonra ne olacağına gelecekteki liderler karar verecek."

***

Bir başka etki Azerbaycan’ın “Azerbaycanlılık” hassasiyetindeki aşınmayla kendini gösterebilir. “Karabağ ve rayonlarda evlerini terk edenlerin adı yok mu, mesela buranın Kürtleri ne olacak” diye sorulunca hışımla “Biz etnik ayırım yapmayız, hepimiz Azerbaycanlıyız” diyenler şimdi bu taraftan “Azerbaycan Türkü” vurgulu mesajlarla test ediliyor. Türklüğe hasredilen bir zafer! Alıcısı çok ama bir hassasiyeti de kaşıyor.
Mesela Türkiye Milli Savunma Bakanlığı, 17 Kasım Milli Uyanış Günü’nü kutlarken “[…] Tüm dünyaya milli dirilişin, birlik ve beraberliğin gücünü gösteren Azerbaycan Türkü kardeşlerimizin Milli Uyanış Günü Kutlu Olsun!” ifadelerini kullandı. Bunun üzerine sosyal medyadan şu türden tepkiler geldi:
“Azerbaycan Türkü yok, Azerbaycanlı var. Nice Lezgi, Talış, Rus ve diğer milletlerden Azerbaycan vatandaşı hayatlarını feda etti. Düzeltin!”
Düzeltmezler. Ama bu dil bir virüsten farksız.

***

Türkiye’nin belirsizlik ve boşluklardan yararlanan atılgan siyasetinin yüzleşeceği yerel ve jeopolitik gerçeklikler de var. Ekran ve kürsülerden stratejik hayaller üfürmek belli-belirsiz bir şeye kendiliğinden değer katmıyor. Azerbaycan’ın kendi iç siyasi gerçekliği şimdi zaferin tadını çıkarmakla meşgul; Türkiye’nin nüfuz çabası karşısındaki tavrı efendice veya sessiz. Suhulete intikal ile birlikte koridorlar ısınacaktır; Bakü’deki Rus etki unsurlarının oyunları başlayacaktır. Putin’in Erdoğan’a gösterdiği yüksek anlayışın sebepleri başka bir sürü stratejik hesapla bağlantılı. Bu ayrı bir konu. Şimdilik “Kontrol bende, oyunun kurallarını ben belirlediğim sürece Türkler de iştirak edebilir” diyor.
Buradan laf ister istemez koridor coşkusuna geliyor. Ermenistan ile Karabağ arasında 5 km derinliğinde Laçın Koridoru'na karşılık Nahçıvan geçişi Türkiye için büyük bir kazanım olarak haneye yazılıyor. Öylesine bir algı oluşturuldu ki sanki Ermenistan’dan toprak koparıldı, İran sınırları boyunca bir koridor açılacak, buradan otoyol, demiryolu ve boru hatları geçecek, Türkiye’den Hazar havzasına, oradan Orta Asya’ya tarihi İpek Yolu dirilecek, insanlar, araçlar, mallar su gibi akacak. Halbuki 10 Kasım anlaşması hayalleri kasan bir çerçeve çiziyor:
“Ermenistan, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin batı bölgeleri ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasında ulaşım hatları sağlar.”
Nasıl? Bu Ermenistan içinden geçen yolların tahsisiyle mi olacak? Yeni yollar mı yapılacak? Bu boru hattı ya da tren yolunu içeriyor mu? Öyleyse kim nasıl yapacak? Kim nasıl finanse edecek? Yanıt yok.

İkincisi anlaşmaya göre yolun sorumluluğu Rus Federal Güvenlik Servisi’nin (FSB) sınır biriminde olacak. Rusya’nın Hazar havzasındaki stratejik projelere alternatif olacak gelişmelere izin vermesi için Türkiye’den çok büyük bir iyilik görmesi lazım! Enerji demek devlerin savaşı demek! Orada Gazprom ve Rosneft büyük işler çevirirken potansiyeli Türklerle paylaşmazlar. Ayrıca Orta Asya’da artık Türkiye’ye çok kuşkuyla bakan Çin’in ağırlığı artıyor. Çinliler Türkmen gazını kendilerine ayırmanın peşinde. Kazaklar yakın planda. Ruslar da Hazar’daki komşularının enerji zenginliğini kendi boru hatlarıyla Avrupa’ya taşıyor.
Türkiye ‘ölü boru hatları’ sayfasını açmak üzereyken Hazar hayallerinin köpürtülmesi şimdilik zeminsiz. Azerbaycan da ‘tek millet iki devlet’ tekerlemesine kapılmadan kendi çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapageldi. Elbette “Türk girdisi” hesaba katılacaktır ama stratejik projelerde kararlar siyasilerin kapasitesini çok aşıyor, arka odada çokuluslu şirketler, finansörler, piyasa koşulları konuşuyor. Halihazırda Kafkasya’da Batı-NATO-AB’nin güçlü tutmak için öne çıkardığı Gürcistan koridoru var. Bu koridorun ölmesini ‘dostlar’ da istemez! 

Orta Asya hayalleri 1990’lardan beri siyaset pazarında yok satıyor fakat bölgedeki devletlerle stratejik değer arz eden bir ortaklık geliştirilemedi. Bayat yumurtadan civciv çıkmaz!
Ayrıca hem Türkiye ile Ermenistan ilişkileri hem de Karabağ üzerinden Ermenistan ile Azerbaycan ilişkileri normalleşmediği sürece adına ister ‘ulaşım hattı’ ister ‘beş yıldızlı koridor’ denilsin fark etmez hiçbir şey öngörülebilir ve garantide değil. Bu yollar sahadaki gelişmelere bağlı olarak açılır-kapanır. Stratejik değer istikrar ve güven ister, o da yok.  

Tüm yazılarını göster