'The Unlikely Murderer' ve küçük adamın pek mümkün trajedisi

İsveç polisinin basiretsizlik destanı olarak özetleyebileceğimiz "The Unlikely Murderer", trajikomik dayanaklarına karşın soruşturma cephesindeki yanılgıları da ciddiyetle aktarmış...

Abone ol

Netflix'in gerçek bir soruşturmanın seyrini konu alan mini dizisi "The Unlikely Murderer" yayınlandı. Geride bıraktığımız yüzyılın en önemli siyasi cinayetlerinden Olof Palme cinayetini işleyen yapım, İsveç devletinin tam otuz dört yıl sonra kapatabildiği dosyayı farklı açılardan değerlendirmekte.

STIG'DEN SKANDIA MAN'E, İLGİ ARSIZI BİR ADAMIN ÖNLENEMEZ YÜKSELİŞİ

Bir suikastle (Franz Ferdinand) açılıp bir suikastle (J. F. Kennedy) devam eden 20. yüzyıl siyasi tarihine sarsıcı bir cinayet de 1986'da eklendi ve dönemin İsveç başbakanı Olof Palme, eşiyle birlikte yolda yürürken vurularak katledildi. Charlotte Brändström ile Simon Kaijser'in yönettiği dizi, cinayet anından itibaren olay yeri incelemesi, ilk sorgular, şüphelilerin yakalanma süreçleri ve görülen davalar üzerinden ilerliyor. Ancak "The Unlikely Murderer" yorucu mahkeme sahneleri yerine esas fail Stig Engström'ün bakış açısına yoğunlaşarak perde ardındaki psikolojik ve toplumsal problemleri kavramamızı sağlıyor. Elbette bunu yaparken seyircinin katille özdeşleşmesine sebep oluyor ve seyirci Engström'e hak vermese de çoğu zaman acıyor. Bu acıma duygusu adaleti zedeleyen unsurlardan sayılabilir fakat "The Unlikely Murderer", salt adaleti tesis etme yahut polisiye unsurları bir araya getirip vakayı çözme gayesinden yol almıyor, katilin kimlik bunalımına da değiniyor. Üstelik bu bunalımı psikopatik çıkarımları destekleyebilecek bir tür çocukluk hasarından ziyade kaymak tabakayla kafayı bozmanın, politikaya düşkünlüğün ve sağ reflekslerin sosyal sonuçlarına bağlıyor. Yani bir bakıma Stig'in, -bilinen adıyla Skandia Man'in- ruh halindeki dönüşümleri takip ediyor, vicdanının otopsisine katılıyoruz.

SKANDIA MAN OLMAK!

Thomas Pettersson'un kitabından uyarlanan dizinin anlatısına dönecek, temposu, geri dönüşleri gibi noktalara değineceğim fakat öncelikle Stig'in hikâyesinden başlamak istiyorum. Zaten "The Unlikely Murderer" Olof Palme'nin değil, Skandia Man'in dizisi. Başka bir açıdan Stig'in Skandia Man olması ve yıllarca öyle kalmasının... Stig, ezik bir adam... Köklü bir sigorta şirketinde (Skandia) grafiker olarak çalışan Stig, gözü yükseklerde, gönlü bulutlarda geziyor. Gençliğinden beri tutuk fakat ihtiraslı bir adam olmuş ve ahlaki sorun yaratacak meselelerde vicdanından sıyrılıp hırsını kullanıyor. Pis pis sırıtarak, ezikçe iç çekerek yoluna devam ediyor. Beğenilme arzusuyla yanıp tutuşan, onaylanma ihtiyacı duyan Stig'in karar alma mekanizması oldukça zayıf ve dış etkilere karşı tamamen savunmasız. Basit bir örnek verelim. Üyesi olduğu Ilımlı Parti'nin yaşadığı şehirdeki (Täby) bir kararına itiraz edebiliyor Stig fakat samimiyetinden değil ancak bu takdirde alkışlanacağını hissettiği için. Sezgisel ve popülist atılımlarla günü kurtarmaya alışmış. Bu alkışın yerine bazen gazete manşetlerini süsleyen haberler geçiyor, bazen hiç susmayan telefonlar.

Stig, Palme'yi vurduktan sonra davanın gizemli tanığı olarak şöhrete kavuşuyor. Sürekli yalanlar söyleyip emniyet nazarında bir ilgi bağımlısına dönüşüyor ve bu intibadan yararlanarak uzun yıllar dikkat dağıtmayı başarıyor. Aslında bir dönüşüm bu, Stig kendini ifade edebileceği bir kimliğe yükseliyor. Yüksek tabakadan edindiği arkadaş çevresinde horlanan, alkol problemi bilinip üzerine oynanan kendi halinde bir grafiker iken toplumun konuştuğu kilit adam halini alıyor. Güya cinayeti görmüş, Palme'nin eşi Lisbeth'le konuşmuş, hatta yaralı adama kalp masajı yapmış. Bitmedi! Bu çılgın adam saldırganın eşgalini ve kaçtığı yönü öğrenir öğrenmez peşinden seğirttiğini söylerken daha sonra ifadesini değiştirerek polisin peşinden koştuğunu iddia ediyor. Bu esnada kendini görenlerin ise katille karıştırdığını savunuyor. Stig Skandia Man'e yükselirken soruşturma da giderek skandala dönüşüyor. Stig'in çalıştığı Skandia binası cinayet mahalline çok yakın. Stig de fırsattan istifade kendini Skandia Man'a çeviriyor, mitleştiriyor. Soruşturmayı sulandıran emniyet ve basın beceriksiz hamlelere giriştikçe bu adam çelişkili yaşamını sürdürebiliyor. 

STIG'İN BERBAT ÇELİŞKİSİ: BİR ENKAZDA, KEMİKTEN TUĞLALAR ARASINDA

Stig çelişkili, acılı bir yaşama sahip çünkü bir yandan yakalanmayıp "filmin sonunu görmek" istiyor, alabildiğine tedirgin. Diğer yandan ise her medyatik katil gibi gündemden düşme ihtimaline karşı kendini ele verme seçeneğini "yüzüğündeki zehir" misali hesaba katacak denli esrik bir tip... Ancak işin üzücü yanı Stig'in kendini işi yahut siyasi duruşuyla tanıtmaktansa Palme suikastindeki tanığa, kamuoyunda tanındığı noktaya indirgeyişi. Alkolizme saplanıp ruhsal dengesini yitiren adam artık acınacak hale geliyor. Bu düşüş sürecinde kimin karşısına çıksa kendisini Palme ile ilişkilendirerek açıklıyor. Doğrusu bu durum pişmanlığının dışavurumu ve idealine kavuşmanın, bir anlık cesaretin (belki aynı ölçüde sinikliğin) bedeli... Stig'i bu bağlamda Dostoyevski'nin edebiyat tarihine damga vurmuş Raskolnikov (Suç ve Ceza) karakterine benzetebiliriz. Raskolnikov da cinayet işleyerek önünde yükselen duvarı (toplumsal olanı) yıkarken enkazında kalabileceğini kestiremiyor. Dönüşüyor fakat enkazla bütünleşerek. O enkazın dışına çıktığı an -kurtulduğu an-, vicdan muhasebesinden geçtiğinde kendini imha edecek. Stig'in acıklı çelişkisini tam buraya yerleştirebiliriz. O da cesetle yani cürümüyle, yıktığı duvarın enkazıyla bütünleşerek varoluyor. Dolayısıyla cinayet mahalline döndüğü yönündeki beyanı failin paçayı sıyırma telaşı veya pratik zekasının ötesinde bir tür yeni bedene yakın olma kaygısına da yormak mümkün. 

BOŞLUĞA UZANAN ELLER VE PALME'NİN OMZU

Stig bir anlamda yaşamına "Palme olarak" devam ediyor. Demokratik illüzyonlarda bu yanılgıya her daim rastlıyoruz. Ünlü Amerikan dizisi "Breaking Bad"de Walter White'ın "ben kapısı çalınan değilim, kapıyı çalan kişiyim" biçiminde sergilediği çıkışın bir benzeri Stig'in gerçek yaşamdaki arzusunda gözlemleniyor. Onun Palme oluşu, gücün el değiştirmesi anlamı taşıyor ve omza dokunan elin sahibi olmaktan vazgeçip mağrur omuz olmaya kalkışıyor Stig. Zaten kibirli bir adam, gücünün yettiğini aşağılayıp kendinden güçlüsünü görünce boyun eğen bir düzen (uyum) adamı. Gençliğine dönülen bir sahnede, briç masasına çağıran arkadaşları kâğıt destesini yüzüne fırlattıklarında isterik bir gülümsemeyle yanıt veriyor. Yine kendisini yıllarca ezen üst sınıftan arkadaşına Palme davasındaki pozisyonuyla alay edince karşı çıkıyor, yani Stig'e her şeyi söyleyebilir, hakaretler yağdırabilirsiniz fakat Skandia Man'e, Palme'nin omzunu taşıyan adama dair tek kelime edemezsiniz! Bu dokunulmazlık Stig'i cinayete sürükleyen koşulların toplumsal boyutunu gözler önüne sermekte. Zira tüm sorumluluğu, çocukluğu ailesinden uzak, gençliği zorbalarla geçmiş bir adamın ruhsal yapısına ve sert koşulların şekillendirdiği karakterine yükleyemeyiz. Yönetici sınıfın, kaymak tabaka siyasetçilerin, diğer deyişle demokrasinin profesyonel havarilerinin toplumla kurduğu ilişkiye bakmak lazım. Sağlıklı bir iletişim kuruluyor mu? Yoksa halkın içinde olmak, halk yararına kararlar almak bir şehir efsanesi mi ve siyaset denen o kurumsal ve zorba işleyiş güç yönetimi ve irade savaşından mı ibaret?

Tam bu noktada toplum, boşluğa uzanan ellerde buluyor ifadesini yahut bir oy hakkıyla gönlü ve enerjisi alınan seçmen vasfına geri döndürülerek, daha doğru bir deyişle kafesine kapatılarak bir sonraki seçime değin kenara itiliyor. Hani İsveç'te bile! Çünkü burjuva demokrasilerinde Palmeler ne kadar demokrat olursa olsunlar sandığa çağırdığı eller şayet uygunsuz bir anda uzanırlarsa, gerçek manada kendilerine yönelirse omuzlarından itiveriyorlar. Palmeler de insan... Şüphesiz tüm mesailerini ülke refahına harcayamaz, her saplantılı vatandaşla ayrı ayrı ilgilenemezler fakat onlara biçilen temsiliyet hakkı ve temsil edilen kesimin hayal kırıklığı küstah davranışları beraberinde getiriyor. Ektiğini biçmek meselesi kabaca... Stig de ülke sağının sosyal demokrat bir siyasi kişiliğe yönelmiş küstah müdahalesi... Stig bu küstahlığıyla iktidara değilse de imtiyaza ortak olmak istiyor ve omzundan eli ittirebilme hakkına.

SİYASİ ŞÜPHE GÖLGESİNDE İHMAL EDİLEN 'İNSAN FAKTÖRÜ'

Yeniden diziye dönersek anlatısına dair birkaç şey söyleyebiliriz. "The Unlikely Murderer", farklı zamanlarda ilerliyor. Ana öykümüz cinayet anını takip eden süreçte ihtiyaca göre belirlenen çeşitli aralıklarla akıyor. Ayrıca Stig'in çöküşünü resmeden 90'lar ve davanın aydınlandığı dönem (2020) işleniyor. Genç Stig'i kavrayabilmek için geri dönüşler de izliyoruz. Zamanlar arasında kurulan birlik cinayeti öncesi ve sonrasıyla çok yönlü değerlendirmemizi sağlıyor. Tabii yazının başında değindiğim gibi katile acımak gibi bir yan etkisi var bu üslubun. Ancak dizi öyle bir Stig çiziyor ki ona yalnızca elden ayaktan düşüp intihar ettiği dönemde değil, cinayet işlerken dahi acıyoruz. Bu yetersiz Stig portresi caniden çok cezai ehliyeti olmayan tuhaf bir adama işaret ederken aslında hepimize biraz benziyor. Sağcı veya solcu olalım düzen hepimizi "kendini ifade etmeye" şartlamıyor mu? Adına kariyer diyelim demeyelim bizler de Stig gibi yerimizi yadırgamıyor muyuz çoğu zaman ve faturayı başkasına kesmenin konforuna sığınmıyor muyuz? Her gece başımızı yastığa tedirginlikle gömüp her sabah uyandığımızda sosyal medya hesaplarımıza bakmıyor muyuz? Dizinin dinamik ve etkileyici anlatısıyla kendini sürekli ifade ederek var olma kaygısını hastalıklı bir seviyede ele alması, bu sorguya fırsat tanıması bir hayli değerli.

Olaylar her ne kadar failin gözünden anlatılsa da çözüme kafa yoran polislerin tavrı atlanmıyor. İki ayrı ekipten söz edebiliriz. Soruşturmayı yürüten resmi görevli ekip siyasi cinayet şüphesine eğilirken devre dışı bırakılan, emekliliği gelmiş bir komiserin başını çektiği diğer bir ekip ise Stig'de yoğunlaşıyor. PKK ve CIA akla gelen ilk şüpheliler... Silahlı faaliyetlerinden dolayı Palme'nin de tavır aldığı PKK olağan şüpheli... CIA ile bağlantı ise Skandia şirketinin "Stay Behind" tipi NATO uzantısı örgüte yataklık edişi üzerinden kuruluyor. Ama kimse Palme'nin psikolojik sorunlar yaşayan biri tarafından pisi pisine öldürüleceğine inanmak istemiyor. Bir komplo arayan görevliler katilin tanık sıfatıyla giriştiği oyuna hassasiyet göstermeyince çözüme ancak seneler sonra ulaşılıyor. İsveç polisinin basiretsizlik destanı olarak özetleyebileceğimiz "The Unlikely Murderer" trajikomik dayanaklarına karşın soruşturma cephesindeki yanılgıları da ciddiyetle aktarmış diyebiliriz.

KAPANAN DAVA, KAPANMAYAN YARA

Bitirirken, dizinin "Stig'in dizisi" olduğunu ve ilgi meraklısı bu adamın hakkında kitaplar yazdırırak, diziler çektirerek amacına eriştiğini belirtmek lazım. İntihar etmeyip bugünleri görse kasılacak, vicdanı temsil ettiği yönündeki artık kendinin de kapıldığı palavraları yineleyecektir kesin. 2020 Haziranı'nda kapandı Palme Davası, fail hayatta olmadığından düştü. Yine de aklımıza şu sorular takılıyor. Komedyen Robert Gustafsson'un ete kemiğe bürüdüğü Stig Engström yani Skandia Man bir mitoman mıydı? Yahut pasif agresif ruh hali onu en sonunda korkak ve alçakça bir cinayet işlemeye mi itti? Yoksa Palme'ye kurşun sıkan elin sahibi seneler sonra (resmi açıklamaya göre) anlaşılsa dahi Stig'in omzundan bakanlar, silahını dolduranlar, dahası yıllarca kaçmasına göz yumanlar toplumsal bir açmazı mı haber veriyordu? Ve son olarak -demokratik ve müreffeh bir Avrupa devletinin başbakanı da olsa- insan, ölümünde dahi huzura kavuşmayan bir varlık mıdır?