Tibetli'ye hak olan Kürde haram!
Almanya, Kürtler'i krimininalize etmeye çalışarak, uyguladığı yasak ve şiddet politikasını, kendi kamuoyu önünde haklı pozisyonda göstermeye çalışıyor. Alman basını da o çok eleştirdikleri havuz medyası gibi haber yapmakta beis görmüyor.
Geçen ekim ayının ortalarında kimi sosyal medya hesaplarında Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın yaşamını yitirdiğine dair haberlerin çıktığından beri, Avrupa'da yaşayan Kürtler Öcalan'dan sağlıklı bir haber almak amacıyla sürekli eylemlilik içindeler. Bu bağlamda 4 kasım cumartesi günü Almanya'nın Düsseldorf kentinde Türkiyeli, Asuri-Süryani, Ermeni ve Alman kurumlarının da dahil olduğu 43 kurum birlikte "Faşizme Geçit Yok, No Passaran, Abdullah Öcalan ve tüm siyasi tutsaklara özgürlük" şiarıyla bir miting organize ettiler. Miting öncesi Avrupa'nın farklı ülkelerinden ve Almanya'nın farklı kentlerinden binlerce kişinin katıldığı bir yürüyüş gerçekleştirildi. Daha günler öncesinden bu miting ve yürüyüşle ilgili birçok yasak, yürüyüşü organize eden komiteye iletilmişti. Almanya İçişleri Bakanlığı 2 martta tüm eyaletlerin güvenlik kurumlarına gönderdiği bir genelgeyle, Abdullah Öcalan resimlerinin de dahil olduğu toplam 33 sembole yasak getirmişti. Bu semboller, tam da Türkiye’deki referandum öncesi süreçte, Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkilerin gergin olduğu bir esnada yasaklanmıştı. Almanya o gerginlik sürecinde Kürtler’i kullanarak, Recep Tayyip Erdoğan’a jest yapmıştı.
Bu yasaklar da yeterli gelmemiş olacak ki, 4 kasım cumartesi yapılan yürüyüş ve mitinge ayrıca su ve yiyecek satışı, stand açma yasağı da getirildi. Alman makamları siyasi kararları yasa kılıfına büründürerek uygulamaya devam ediyor. Bu yasağı tanımadıklarını beyan etmek için insanlar yürüyüşte Kürt halkının siyasi iradeleri olarak gördüğü Abdullah Öcalan'ın resimlerini açınca kitle ve polis arasında gerginlik çıktı.
Alman polisinin yasaklı sembol ve resimlerin olduğu bayrakların kaldırılması uyarısına, yürüyüşe katılanların uymaması üzerine, yürüyüşte bulunan çocuk, yaşlı ayırt etmeksizin insanlara biber gazı ile müdahale edildi. Polisin bu saldırısına insanlar bayrakları indirmeyerek direnince, bu defa da polis fiziksel şiddet kullandı: Göstericilerden bir kaçı ciddi yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Polis yasaklı sembollerle yürüyüşe izin vermedi, kitle de sembolleri kaldırmadı. Saatler süren bekleyişin ardından insanlar miting alanına gidemeden olaysız bir biçimde dağıldı.
Yaşananların Alman basınına yansıması ise bambaşka oldu: Alman basını haberlerinde bir halkın değerlerinin görmezden gelindiğini, bu yasakların siyasi bir arka planı olduğunu yansıtmaktan kaçındı. Hatta Erdoğan ve AKP politkalarını zaman zaman en sert biçimde eleştiren Die Welt, Der Spiegel gibi medya organları da aynı dille haber yaptılar: "Göstericiler polise saldırdı" dendi. Hatta haberlerde polisin verdiği bilgilere dayanarak 12 polisin yaralandığı, bunlardan üçünün durumunun ağır olduğu iddia edildi. Oysa hem KCDK-E eş başkanı Yüksel Koç, hem de alanda polisle iletişim halinde bulunan avukat Nihat Kaygalak, kortejin ön tarafında polisle göstericiler arasında sürtüşme yaşandığını, ama kimsenin özellikle de ağır yaralanmaya sebebiyet verecek kadar polisle çatışmadığını ifade ettiler. Bu haberi yapan gazetelerden biri olan RP Online, ağır yaralı olan 3 polisin durumunu polisten öğrenmeye çalışmış, ama polis herhangi bir bilgi paylaşamayacağını ifade etmiş. Bu durumda ağır yaralı polislerin varlığı muğlaklığını koruyor.
Bu gazeteler ülkelerinde anayasa tarafından güvence altına alınmış olan, toplanma ve yürüyüş hakkı yasalarının dış politikalardaki siyasi atmosfere göre istenildiği zaman evrilip çevrilmesini eleştirmek yerine, bir halkın değerlerine sahip çıkmasını suçmuş gibi kamuoyuna duyurmaktan imtina etmiyorlar. Almanya, Kürtler'i krimininalize etmeye çalışarak, uyguladığı yasak ve şiddet politikasını, kendi kamuoyu önünde haklı pozisyonda göstermeye çalışıyor. Alman basını da o çok eleştirdikleri Türkiye havuz medyası gibi haber yapmakta beis görmüyor. Organizasyonun içinde Alman kurumlarının da olduğu 43 farklı kurum olmasına rağmen gazeteler, Nav-Dem'in ismini ön plana çıkararak neredeyse hedef gösterecek biçimde yazdılar ve PKK'nin Avrupa'da yasaklı olduğu vurgusunu da ihmal etmediler. Aynı basın, aynı Kürtler'i Irak'ta, Suriye'de IŞİD'le mücadele ederken kahraman, AB içerisinde 'terörist' ilan etmeyi de tuhaf bulmuyor! Almanya politikasının iki yüzlülüğünün ilk örneği değil bu durum. Ermeni soykırımında Almanya'nın rolünü her zaman akılda tutmakta fayda var.
Tibet diye bir ülke de yok. Tibet ve Çin arasında da yıllardır süregelen siyasi bir anlaşmazlık var. Ama Tibet bayraklarıyla ve renkleriyle, Dalai Lama resimleriyle yürümek yasak değil. Pardon, Çin NATO müttefiki değildi sahi!
Yasa ve hukuka bağlılık nedenleriyle "yasaklı sembollerle" yürüyüş ve mitinge izin vermeyen Almanya ne gariptir ki, hukuki değerlere bağlı kalmaksızın insan hakları aktivisti Peter Steudtner'in serbest kalmasını sağlıyor. Almanya eski başbakanı Gerhard Schröder'in başarılı aracbuluculuğuyla rehine kurtarılıyor. Yasal, uluslararası hukuka uygun bir serbest bırakılma mı bu? Değil tabi! Türkiye'de uluslararası hukuk kurallarının çiğnenmesine Alman hükümeti göz yumuyor. Karşılığında DİTİB ve Türkiye'ye çalışan ajanlara sahip çıkılarak, Steudtner Berlin'e getiriliyor. Oysa Deniz Yücel ve Meşale Tolu ve isimleri bilinmeyen birçok insan hala tutuklu. Demek ki Schröder hepsini hapisten kurtaracak kadar güçlü bir elle gidemedi. Almanya Ankara'ya Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve uluslararası hukukun temel yükümlülüklerine bağlı kalmasına ikna edemeyip, takas yöntemiyle tutuklu Alman vatandaşını serbest bıraktırıyor. İki ülke arasında yasal olmayan bir anlaşma yapılıyor. Ama Alman basını bu çirkinliğe büyük bir başarıymış gibi alkış tutuyor. Fakat Kürtler yürüyüşlerinde "yasal olmayan semboller" taşıdıkları için polisin şiddet uygulaması yasal ve hak olarak yorumlamak gerekiyor.
Alanda çocuk, yaşlı veya kronik bir hastalığı olan insanların yeme içme ihtiyaçlarının karşılanmasına yasak getirmekte ayrıca evrensel insan hakları değerlerine çok uygun gerçekten! Kürtler, halk önderi olarak kabul ettikleri Öcalan resimlerini özgürce taşıyabilmek için biber gazı solurken, polis copuna direndikleri sıralarda Almanya'nın hala Dışişleri Bakanlığı görevine devam eden Sigmar Gabriel Antalya'da, bakan Mevlüt Çavuşoğlu ile özel bir görüşmedeydi. Kürtlere uyguladıkları şiddet ve baskı karşılığında neyi elde ettiler ilerleyen günlerde açığa çıkacaktır.
Görünen o ki, Almanya ısrarla Kürtler'in sorunlarını Kürtler'le konuşup çözmek yerine, Ankara'yı muhatap almaya devam edecek ve çıkarına göre Kürtler'i kullanacak. Bir yüzyıl sonra da Kürtler'den meclisinde özür diler artık! Almanlar en azından yüzyılda bir uyguladıkları faşizm için özür diliyorlar !