Bir hafta önce bu yazının yayınlandığı saatlerde, bu yıl üyesi olduğum Adana Altın Koza Film Festivali ulusal uzun metraj film yarışması jürisi ödüllerini belirlemişti. Aşağıda kısaca değerlendirmeye çalışacağım Nisan Dağ’ın yazıp yönettiği “Bir Nefes Daha”, en iyi yönetmen, senaryo, yardımcı erkek, umut veren kadın ve umut veren erkek dallarında tam beş ödüle değer bulundu jürimiz tarafından.
Kanımca bu ödüllerin tamamı elimizdeki seçkide yer alan yapımlarla karşılaştırıldığında hak edilmişti. Oktay Çubuk ve Hayal Köseoğlu’nun uyumuna, Eren Çiğdem’in enerjisi eşlik ediyordu film boyunca. Aradan bir hafta geçtikten sonra “Bir Nefes Daha” seyircinin karşısına çıkıyor. Bugünden itibaren Başka Sinema salonlarında izleyebileceğiniz film, her şeyden önce iyi bir yönetmeni haber veriyor bizlere. Nisan Dağ’ın 2014 yılında Esra Saydam ile birlikte yazıp yönettikleri “Deniz Seviyesi” filmini izlemiş ve beğenmiştik. Arada, Rabel Music serisinin Türkiye ayağını “Turkey: Flowers of Gezi Park” adıyla çeken Dağ, belli ki buradan aldığı ilhamla inşa etmiş “Bir Nefes Daha”nın omurgasını.
“Bir Nefes Daha”, İstanbul’un ‘çetin’ mahallesi olarak anılan Karaçınar’da yaşayan genç rapçi Fehmi’nin dünyasına davet ediyor seyirciyi. Annesiz olduğunu anladığımız, abisi ve babasıyla yaşayan, bir büfede çalışan, durmadan yoksullukla sınanan Fehmi için rap müzik bir tür kaçma alanı ama aynı zamanda da ‘yırtma’ rüyası. Sahne aldığı Yunus ile birlikte albüm yapma ve içinde yaşadıkları dünyadan kurtulma rüyası gören Fehmi için uyuşturucu bağımlılığı ayak bağı oluyor ancak.
Bir gün mahalleye yolu düşen ‘zengin kız’ Devin ile tanışıyor Fehmi. Böylece zengin kız-fakir oğlan aşkı da başlamış oluyor. Bir dönem elektronik müziğe gönül veren ama yaşadığı travma sonrası müziği bırakan Devin için de onarıcı bir etki yapıyor Fehmi’nin varlığı. Ancak ikili arasındaki uçurum, birlikte müzik yapmakla kurulacağı varsayılan ortak hayatın da tıkacı oluyor bir bakıma…
Nisan Dağ, Fehmi’nin hem iç dünyasını hem de onu çevreleyen mahalleyi kurmakta ve görselleştirmekte oldukça mahir. Karaçınar’ın sokakları, çatıları, mezbeleleri, evleri ve surları filmin yükselmeye başlayan müziğinin kurucu unsurları olarak dikkat çekiyorlar. Bunda kameranın Fehmi’nin dünyasına girme iştahının da payı var. Kamera da onun hayatını, çevresini, müziğini merak ediyor; sürekli oraya doğru hamle yapıyor gibi sanki. Ama benzer bir tutumu Devin için göremiyoruz. Devin’in dünyasını biçimsel olarak kavrıyoruz daha çok. Boğaz gören bir evde yaşadığını, belli ki zengin bir aileye mensup olduğunu anlıyoruz ama derdine vakıf olamıyoruz. Bir filmde karakterin bütün bilgilerine ille de sahip olmamız gerekmiyor kuşkusuz ama farklı dünyaların insanları olan Fehmi ve Devin arasındaki ilişkinin gerçekliğine tam olanak ikna olmak için bu gerekiyor sanki. Fehmi’nin neden Devin’e ihtiyaç duyduğu belliyken, tersi bir gizem olarak kalıyor.
Nisan Dağ iki farklı dünyanın gençlerini ortak bir paydada birleştirmeye çalışıyor “Bir Nefes Daha”da. Yoksul mahallelerin bonzai içen gençleriyle Boğaz gören evlerin kokain çeken gençleri arasında aynı çıkışsızlığın hüküm sürdüğünü, her ikisinin de geleceksizlikte buluştuğunu anlatmaya çalışıyor. Haliyle bu iki gençlik grubunu kader birliğine davet ediyor. Fehmi ve Devin’in arkadaş gruplarının hızlı bir biçimde kaynaşması, aynı amaç etrafında bir araya gelmesi süreçlerine tanıklık ediyoruz. Kuşkusuz, özellikle gençlikte sınıflar arası ilişkilerin çok daha kolay inşa edildiği, farklı sınıf ve kültürlerden gençlerin kaynaşmakta sorun yaşamadığı bir gerçek. Film de bu gerçekten alıyor gücünü. Ama ‘zengin’ ve ‘yoksul’ gençlerin aynı sorunları, benzer bir biçimde yaşayıp yaşamadıkları sorusu bir yana; aradaki sınıf farkı yeterince çizilemiyor filmin içinde. Bu farkın iki grup arasında bir gerilim yaratması gerekmiyor ama belirli davranış kalıplarına indirgeniyor daha çok. Fehmi’nin kıskançlığı, Devin’in başka erkeklerle rahat ilişki kurması vb.
Ezcümle, geleceksiz bir dünyanın içinde, çıkışsız bir memlekette ‘tıknefes’ bırakılan gençlere dair bir film “Bir Nefes Daha”. Filmin kendisi de arada sırada karakterleriyle uyumlu hale getiriyor, kendini o da tıknefes olmaktan kurtulamıyor!
Türkiye’de ‘yoksul mahalle gençleri” anlatılarının hemen hepsinde ‘öfke’ eksikliği olduğunu düşünüp duruyorum bir süredir. “Bir Nefes Daha” da bundan azade kalamadı. Ama belki de tam olarak bunu anlatmak yönetmenin niyeti. Öfkelenmeye bile fırsat bulamamak. Öfkelenecek kadar bile takati kalmamak… Hayatı hep bir nefeslik düşünmek. Sonra bir nefes daha, bir nefes daha…