Emek ve Özgürlük İttifakı çatısı altında yer alan TİP’in belirli
seçim bölgelerinde, kendi ismi ve logosu ile seçimlere girmek
istemesi kamuoyunda yoğun tartışmalar yarattı. Özellikle sosyal
medyada böyle bir tercihin ittifakın meclisteki toplam milletvekili
sayısını azaltabileceğine dair endişeler dile getirildi ve TİP’in
bu yöneliminin kendisini de zora sokacak sonuçlar doğurabileceği
ifade edildi. Bunun karşısında ittifak içerisindeki eşgüdüm
korunduğu müddetçe bu tercihin Emek ve Özgürlük İttifakı’na zarar
vermeyeceğini ve hatta toplam oyunda ve sandalye sayısında artışa
yol açabileceğini ifade edenler de oldu.
Öte yandan bu durum seçimin olası sonuçlarına dair
değerlendirmeleri aşan başka bir tartışma sahası daha açtı. Kimi
gazeteciler, akademisyenler ve pek çok sosyal medya kullanıcısı
TİP’in seçimlerdeki tercihi üzerinden onun “nasıl bir parti”
olduğunu “belirlemeye” çalıştılar. Belirlemek diyorum çünkü TİP’e
dair kanaat üretimi TİP’i, kendi programı, anlayışı ve Türkiye
solunun yakın tarihi ve güncel durumu içerisindeki yeri üzerinden
çözümlemeye yönelik bir çabanın içerisinden çıkmıyor
çoğunlukla.
Bu yazıda, bazı matematiksel hesaplarla TİP’in bu tercihinin
doğurabileceği olası sonuçlara dair bir tahmin ya da değerlendirme
yapmak gibi bir niyetim yok. Yapmak istediğim daha çok TİP’in
seçimlere dair bu tercihini seçimleri aşan bir siyasal bağlama
yerleştirmeye çalışmak olacak.
TÜRKİYE NESNELLİĞİ VE TİP’İN ÖZGÜNLÜĞÜ
Bana kalırsa bu tercihin kaynağını “TİP neyi hesaplıyor da bu
seçimlerde böyle bir taktik benimsiyor?” sorusunun peşinden giderek
anlayamayız. Bu soru kendi içinde TİP’i; varlığı ve karakteri
yalnızca seçim hedefleri üzerinden anlaşılabilecek alelade bir
“siyasi çıkar grubu” olarak görmek gibi bir varsayımı barındırıyor.
Meseleyi anlamak için bu varsayım iyi bir başlangıç noktası değil.
Zira durum TİP’le doğrudan ilgisi olsa da yalnızca onun öznel
hamleleriyle açıklanamaz. TİP’in seçimlerdeki tercihi daha ziyade
bu partinin genel siyasal/toplumsal bağlam ve solun yakın tarihi
içerisinde edindiği özgün konumla ilişkili değerlendirildiğinde
daha iyi anlaşılabilir. Bu genel bağlamı göz önüne alan daha
elverişli başlangıç sorusu ise şu olabilir: “Nasıl olmuştur da
Türkiye solu içerisinde bir yandan geniş bir sol blokla müttefiklik
ilişkisi içerisinde, diğer yandan da kendi siyasal iddiasını
sergileme ısrarında olan sosyalist bir parti” ortaya
çıkabilmiştir?
Bahsettiğimiz genel bağlam neyi içeriyor ve bu bağlam içerisinde
TİP’i özgün kılan şey nedir? TİP, Türkiye solu içerisinde Gezi ve
sonraki dönem Türkiye’sinin nesnelliğini etüd etmekle kalmayıp,
kendi öznelliğini de onun üzerinden masaya yatırmak suretiyle
dönüşen bir sosyalist yapı olması açısından özgün bir deneyime
karşılık geliyor. TİP Türkiye’de Gezi’yi sahiplenen tek sosyalist
yapı değil elbette. Gezi’de sosyalizmin
toplumsallaşma/kitleselleşme olanaklarını gören tek parti de değil.
Fakat, herhangi bir geleneği, kurumsallığı ve iç hiyerarşiyi koruma
kaygısı tarafından kısıtlanmaksızın bu olanak üzerinden kendisini
bilinçli olarak biçimlendiren belki de tek siyasal oluşum. TİP
solun/sosyalizmin doğrularının bugünün çelişkileri ve toplumsal
dinamikleriyle yeni bir içerik ve biçim içerisinde aktarılmasına
yönelik bilinçli bir arayışı temsil ediyor. Şunu söyleyebiliriz:
TİP bugün Gezi’yi tek başına temsil etme gücüne sahip bir parti
değildir; ama Türkiye sosyalist hareketi içerisinde Gezi’nin
içerisine en fazla “işlediği” partidir.
GEZİ, SOL VE TİP
Peki TİP’e “işlediği” haliyle Gezi neye karşılık geliyor? Gezi,
Türkiye’de sınıf mücadelesinin yalnızca doğrudan meta üretimi
faaliyetinde bulunan sanayi proleteryasını değil aynı zamanda
kentsel yeniden üretim ve dolaşım çevrimlerinde ücretli olarak
istihdam edilen ve gittikçe güvencesizleşen kentli beyaz yakalı
emekçileri içerdiğini, sınıf siyasetine yaklaşımın bu gerçekliği
göz önüne alarak yeniden biçimlenmesi gerektiğini çıplak biçimde
ortaya koydu. Bu aynı zamanda sınıf mücadelesinin mekanının
yalnızca fiili üretim sahaları değil kent yaşamının bütünü, asli
konusunun da kent yaşamının yeniden üretimine dair “her şey”
olduğunu gösteriyordu. Gezi; sol/sosyalist siyaseti sınıf
mücadelesinin bu genişliği üzerinden yeniden düşünmeye zorlayan bir
dinamikti. İdeolojik düzlemde ise Gezi solun “Kemalist
otoriterlikle” özdeş görerek boşladığı cumhuriyetçilik, laiklik ve
bağımsızlık gibi geniş kitlelerin ortak duyusundaki nosyonların
eşitlikçi ve özgürlükçü bir arayışla bütünleşebileceğini, böyle
olduğunda da bu nosyonların “kurulu düzenle” irtibatının
kesilebileceğini ve başlı başına bir muhalefet zemini haline
gelebileceğini gösterdi. Bunun yanında sol/sosyalist siyasetle ve
sınıf mücadelesiyle bağlantısı yeterince kurulmayan, toplumsal
hareketler alanına sıkışmış özerk gündemler olarak görülen
toplumsal cinsiyet, ekoloji eksenli mücadelelerin ve taleplerin
eşit ve özgür bir toplum arayışı etrafında
bütünleştirilebileceğini, ortak bir mücadele gündeminin ve
hedefinin parçası haline gelebileceğini kanıtladı. Ayrıca Gezi,
aşağıdan inşa edilen ortak mücadele eksenleri sayesinde şoven
milliyetçiliğin ve militarizmin, Kürt fobisinin Türk halkı
üzerindeki ayrıştırıcı etkisinin kırabildiğini gösterdi. Tüm
bunlarla beraber, ortaya çıkardığı özgün muhalefet dili ve
dayanışma pratikleriyle toplumla ilişkilenme, ona seslenme ve
örgütlenme biçimleri açısından da sol siyaseti dönüşmeye zorladı.
Tüm bu olgular sosyalist siyasetin toplumsallaşabilme ve
kitleselleşme kaynaklarına, yöntemlerine dair Türkiye solunu yeni
bir stratejik düşünüşe zorluyordu.
Türkiye’de sol hareketin Gezi’nin davet ettiği bu stratejik
yeniden düşünüş davetine layıkıyla icabet ettiğini söyleyemeyiz. Ne
yazık ki Türkiye solunun ana yapıları Gezi’yi ya yalnızca kendi
konumunu doğrulayan övünç duyduğu geçici bir kabarma olarak gördü,
ya da onu tam olarak kendisine benzetemeyeceğinden geleneksel
yapısını “zorlayabilecek” parti kapılarına çarpan dev bir dalga
olarak algılamakla yetindi.
TİP, 2013 sonrasında merceği yalnızca Gezi’ye değil aynı zamanda
kendisine tutması, onun sonuçlarıyla dönüşmesi açısından bir
farklılık arz ediyor. Sosyalizm arayışı ile Gezi’nin ortaya
çıkardığı yeni olgu ve dinamikleri bağlantılandırmaya,
bütünleştirmeye yönelik bilinçli bir arayışın ifadesi olarak özgün
bir deneyimi temsil ediyor. TİP’in mümkün olan en geniş
birlikteliği ortak mücadele gündemleri üzerinden kurma ve buna
yönelik ittifaklar içerisine girme arayışı da Gezi’den alınan
derslerin bir sonucu olarak görülebilir. Bugün geldiğimiz noktada
bu özgün konumun toplumda bir karşılık bulduğunu, Türkiye solu
içerisinde “bugünün” gerçek dinamikleri ve tartışmaları içinden
çıkmış yeni bir kulvarın oluştuğunu görebiliyoruz. Kuşkusuz, sol
içerisinde açılan bu yeni kulvarın Türkiye’de köklü değişimler
ortaya çıkarabilmesi için geniş emekçi kitlelerle buluşacak
yüzeyleri, araçları yaratması gerekiyor. Bunun için alınması
gereken daha uzun bir yolun olduğu da ayrı bir gerçek.
SEÇİMLER VE TİP
Bugün TİP’in görünürlüğü ve kitleselliği ile muhalefet sahasının
tamamını etkileyebilen bir dinamik haline gelmesi karşısında sol
içerisinde bu realiteye harcıâlem klişeler yapıştırma eğilimi göze
çarpıyor. Popülizmden, ulusalcılığa, kimlikçilikten,
parlamentarizme kadar bütünlüklü bir Türkiye ve dünya analizinin
içinden çıkmayan, TİP’in içinden çıktığı Gezi sonrası nesnelliği
hesaba katmadan ortaya atılan ve birbirlerini de çelen bu
yaftalamalar bir siyasi eleştiri vasfı taşımıyor. Bunların önemli
bir kısmı daha çok bu yeni sol kulvarın varlığında artık sorgulanır
hale gelen bazı kalıp siyasal yapı ve anlayışları ya da konumları
muhafaza etmeye yönelik reflekslerin ürünü gibi gözüküyor.
TİP’in seçimlerdeki tercihi Türkiye’de Gezi ile kendisini açığa
vuran itirazların siyasallaşma sürecini devam ettirmek, bu
itirazlara ülke ölçeğinde sol bir siyasal bir kulvar açmak ve
sosyalist siyaseti bu itiraz ve arayışlarla kesintisiz bir temas
halinde tutmak açısından anlam kazanıyor. Gezi’nin açığa
vurduğu gerçekler ve dinamikler karşısında bir bütün olarak Türkiye
solunun kendi stratejisi üzerinde düşünme ihtiyacını bugün TİP’in
açtığı bu kulvar zorluyor. TİP’in bu kulvarı sürekli diri tutma ve
açık bırakma ısrarının uzun vadede Türkiye’deki sol hareketin
tümünü zenginleştireceğini ve ülke siyasetini ileri çekeceğini
düşünüyorum. Gezi’de vücut bulmuş toplumsal ve siyasal arayış,
bunun üzerine inşa edilen siyasal kulvar TİP seçimlerden ne sonuç
alırsa alsın, hatta TİP olsun olmasın Türkiye’de bir ihtiyaç olarak
varlığını sürdürmeye devam edecek.