Tırnakları deniz kabuğundan, sıcacık bir kitap

zgür Çırak’ın ilk öykü kitabı “Sıcacık Bir Ev” Nota Bene Yayınları tarafından yayımlandı. Karakterlerini ezilenler, maddi manevi kaybedenler ve hayal kırıklığına uğrayanlar arasından seçen Çırak okurlara yeryüzüne inmek için nazlanan adaletin ve sevginin yokluğunu hatırlatıyor.

Abone ol

Ayça Erkol

Özgür Çırak’ın öykü kitabı Sıcacık Bir Ev kapak tasarımıyla birlikte insana tipiden, dondurucu soğuktan kaçarak sığınabileceği bir liman, bir kış bahçesi vaadinde bulunuyor. “Modern” sitelere diri diri, güle oynaya gömülenlerin her zaman dillendiremedikleri, dillendirseler de yaşayamadıkları hayallerine bir ip merdiven atmış, onları yukarıya, tavşan kanı, sıcacık bir bardak çay içmeye davet ediyor gibi bir hâli var.

En başta söyleyeyim, öncelikle kitap bu vaadini fazlasıyla yerine getiriyor. Son yıllarda okur olarak fazlasıyla can sıkan bir durumla karşı karşıyayız. Elimize geçen öykü kitaplarının çoğunu kabaca iki kategoriye sokmak mümkün. İlki, anlamlı bir nedeni ve nasılı olmadan, incir çekirdeğini doldurmayacakları dert edinmiş budala karakterlerin bitmez tükenmez iç hesaplaşmaları, ikincisiyse karakter, kurgu ve üslup fakirlerinin özürlerini kapatmak için “fani insanın anlayamayacağı derinlikler” numarasına yattıkları uçsuz bucaksız nihilist öyküler. Bunlardan herhangi birini okumak, hepsini okumakla eş anlamlı olduğundan, insanın bir müddet sonra öykü denen türden tamamen soğuması riski bile söz konusu. Böyle bir ortamda Özgür Çırak öyküleri farklı bir renk ve nefes olmayı başarıyor.

Bunu öncelikle konu seçimiyle başarıyor Çırak. İnşaat işçileri, fast food zinciri çalışanları, el kadar dairede kot taşlamak zorunda bırakılanlar, kendine ve her şeye yabancılaşanlar... Çırak’ın farkıysa bu konu ve karakterlere yarı gerçekçi, yarı mistik/gerçeksüstü bir perspektifle başarılı bir şekilde yaklaşması. Bunu yapmak kolay bir şey değil, öykü denen türde gerçekten maharetli olmayı gerektiriyor. Hepimizin içini acıtan, kaya kadar sert ve soğuk meselelere acımadan daldığı anda, konudan ustaca, Marquezvari yan yollar vasıtasıyla çıkmasını biliyor, bunu da okuru konuya ve üsluba yabancılaştırmadan yapıyor.

Sıcacık Bir Ev, Özgür Çırak, Notabene Yayınları, 2019.

HER GÜN GÖRDÜĞÜMÜZ, TANIDIĞIMIZ KARAKTERLER

“Ölü”, “Taşeron” ve kitaba adını veren “Sıcacık Bir Ev” öyküleri benim en sevdiklerim oldu. Pazartesinin içine düşmüş bir maşrapada geçen şairle, bacağı olmayan kızın hikayesi gerçekten yürek burkan şiir lezzetinde. Burada tanıştığımız memur Naim’le bir sonraki öykü olan “Yosun”da tekrar karşılaşıyoruz. Bu kez belki de ekmeğinin arasına düşen insanlar yüzünden her şeye yabancılaşmış, ıslak, dertsiz, gamsız bir parça yosuna dönüşmenin peşine düşmüş. Bir yandan her gün gördüğümüz, ciğerine kadar tanıdığımız karakterler bunlar. Öte yanıyla nasıl ki en yakınımız bile bazen bize yaban olursa, o kadar uzak, o kadar anlaşılmaz hale gelir. Çoğunun gerçek meseleleri var, gayri insanı koşullar altında çalışmaktan ciğerlerini kaybediyorlar, iş cinayetlerinde ölüyorlar. Belli ki yazarın da hayatla meselesi bunlar. Can sıkıntısından yaratıcı yazarlık kursuna giderek karbon kağıda iç seslerini kusanlar cennetinde farklı bir ses olmayı bence başarıyor.

Çırak’ın dili temiz. Gereksiz laf ebeliğine, oyunlara, kenar süslerine kaçmıyor ancak sadeliğin yavanlıkla karıştırılabildiği günümüz öykü dilinde, Türkçeyi maharetle kullanabildiğini göstermekten de çekinmiyor.

Seksen sekiz numaralı, bir artı bir dairesinin gözünü oyuyor anahtarıyla. Bir çözülme, iki elin birbirini bırakması, vazgeçiş, şakır şakır atlıyor dişliler birbirinin üzerinden. Kapı usulca açılırken her defasında içini bulandıran, bayat ev kokusu aralanıyor.

Akşam ezanı okunmaya başlıyor, saklambacın acemisi bir çocuk gibi hep aynı yere saklanıyor güneş, sokak lambaları dakiktir, şıp diye yanıyorlar. Saatlere bakılıyor, kimisi farkında olmadan çok oyalandı ölünün başında.

Kitabı okurken “daha da iyi olabilirdi” dediğim iki şey oldu. Her ikisi de tamamen kişisel zevk ve tercihlerim kaynaklı, başka bir okuru belki de hiç rahatsız etmeyecektir. “Yosun”u okurken satır aralarından bana gülen Kafka’yı çok net gördüm, bir sabah kendini yosun olarak bulmayı uman Naim’in derdini yazar bize daha özgün şekilde verebilirdi diye düşündüm. Bir de “Yara”daki halkla ilişkiler müdürü Nihal’in bazı kadınlık halleri inceldi, şeffaflaştı, arkasından Nihal, onu yaratan erkeğin görünür hâle geldiği bir tüle dönüştü zaman zaman.

Bu iki nazar boncuğunu saymazsak, diliyle, karakterleriyle, kurgusuyla ve meseleleriyle kitap, bana ilk defa tadacağım bir yemeğin heyecanlı bekleyişini yaşatmayı başardı. Özetle, Sıcacık Bir Ev oldukça başarılı bir ilk kitap. Çırak, öykücülüğüne taş ekleyerek ilerleyecek, meseleleri ve özgün karakterleriyle bize yarı acı, yarı sihirli anlar yaşatmaya devam edecek gibi duruyor, takipte kalalım.