Sevgili Tırşik, bugün eve kapanışımızın tam olarak beşinci haftası. Bu beş haftalık süre içinde iki kez astronot gibi giyinerek markete, iki kez de Dikmen Vadisinde yürüyüşe çıktım. Daha ikinci haftanın başında da yaşadığımız kıyamete bir not düşmek amacıyla günlük tutmaya karar verdim. Evdeki boş defterleri gözden geçirdim ve turuncu kapağınlan seni kendime günlük seçtim.
Sevgili günlüğüm, çatalkaram, tırşiğim günlük tutmaya karar vermiştim vermesine de bu günlüğün bir de adı olsun istiyor ve adını koymadan yazmaya da bir türlü başlayamıyordum. “Abdülhamid” diyeyim diyordum, olmuyordu. Uzun geliyor ve telaffuzu yoruyordu. Fakat esasen yazmaktan kaytarmak için apaçık ayak sürüyor ve ayak sürüdüğüm o menhus süre zarfında da isimlerden isim beğenemiyordum. Ayy şimdi nereden girdim bu Sabahattin Ali üslubuna, daha da çıkamam buradan. Ne yapayım ki onun üslubunu da çok seviyorum sevgili Tırşik. Kendime engel olmasam dilim hep Sabahattin Ali’ye çalacak. Çalmak demişken, Sabahattin Ali bu ülkenin çok eskiden çalınmış geleceğidir. Bir türlü iflah olamıyoruz işte...
Ne diyordum sevgili günlüğüm, senin adını koymadan ne yaptıysam iki satır yazı yazamadım. Hatta adını Feriştah koyacak oldum. Sonra dur bakalım dedim, her günlük kendi adını bulur. Sen de çok geçmedi adını buldun. AYM sağ olsun, beklediğim ismi bana toprak güveçte verdi: Tırşik... Bundan âlâ isim mi olurdu? Normal bir dünyada şu yaşımda günlük mü tutacaktım? Onca badireden sonra bir de karantinalara gelmiştik. Sen de fırsat bilmiş, bağdaş kurmuş ve soframıza “yanlamıştın”. Bu zalım salgından bir hayat, sahipsizliğimizden bir kariyer çıkardın kendine sevgili günlük. Tırşik diyecektim sana tabii başka ne olacaktı? Bir kedim olsaydı ona “tırşik” derdim. Yoktu. Sana dedim.
Bugün sabah saatlerinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan Kemal Kılıçdaroğlu’nun yazısını okuyunca, kafamda dönüp duran tırşik hikayesi de daha geniş bir bağlama oturdu. Seni elime alıp yazmaya başladım.
Kılıçdaroğlu’nun yazısı hiç fena bir yazı sayılmaz. İki çok önemli vurgusu var. Marx’a referanslar içeren ilk vurgusu, “Dünyanın bütün demokratları birleşin” vurgusu. Öyle ya, hep tırşikçiler birleşecek değil. Güzel şeyler istiyor Kılıçdaroğlu. Yepyeni bir dünya istiyor, eşitlik ve demokrasi istiyor. Kaldığımız yerden devam edemeyiz diyor. Samimiyet buhranlarına girmemesi de ayrıca memnuniyet verici. Fakat Cumhuriyet yüzyılının sonunu Covid-19’la tamamlıyoruz. Mesafeliyiz. Yalnızız. Evdeyiz... Kılıçdaroğlu’nun yazısı kalbimizin kıyı köşe bir telini de biraz titretseydi iyiydi.
Bir de anlaşılan o ki Cumhuriyet ikinci yüzyılına da Kürtsüz girecek... Kürt siyasetinin en önde gelen isimleri cezaevindeyken girecek. Ceza infaz düzenlemesi 9 yaşındaki bir yavruyu döve döve öldürecek tıynetteki canileri serbest bırakırken, Kürt siyasetçilerin veya diğer bütün gazetecilerin, akademsiyenlerin, hak savunucularının kapsam dışı bırakılmasının ve Covid-19 karşısında korunmasız kalmalarının, “bir Cumhuriyet meselesi” olduğu idrak edilmemiş biçimde girecek... Kılıçdaroğlu’nun yazısı tam olarak kime sesleniyor bilmiyorum. Ama yine de umutluyum Sevgili Tırşik. Bu yazı da bir şey. Bir şey hiçbir şeyden her zaman iyidir...
Biz tırşik olayımıza bakalım yeniden. Bir zamandır yazılarımın, programlarımın içine yemek tarifi serpiştirme hevesine kapılıyordum zaten. Fakat yemek tarifini bir yazıya bağlayacak yolları bulmak hiç de kolay değildi. Misal, zeytinyağlı enginarı nereye bağlayacaksın? Fakat pelmeni (Rus mantısı) açmayı öğrendiğim zaman çok umutlanmıştım. Sahneye Idlib üzerinden girer, Rusya’yla dönen pazarlıklara dilim döndüğünce değinir, sonra da afiyetle pelmeni hamurunu büker büker çıkarım diyordum. Olmadı. Korona virüsünün hızı karşısında Suriye gündemi de tutunamadı. Idlib’di, bekaydı, Rus’tu, hepsi buhar olup gitti. “Ne oldu bizim o beka meselesi” diyemedim. “Daha mantı açacaktık” bile diyemedim.
İşte böyle bir açmazda AYM “tırşik kararı” karantinamıza güneş gibi doğdu. Bir öğrencimiz, Ankara Üniversitesi'nden 100 öğretim elemanı bir fiske vuruşuyla ibişlenince, öyle orta yere “tırşik ibiş” diye bir mesaj atmış, anlaşılan birileri de içerlemiş buna. Öğrencidir, içi yanmıştır, kalbi kırılmıştır dememiş, dava etmiş. Koca koca mahkemeler de “tırşik” dedi diye çocuğa neredeyse 9 bin TL ceza kesmiş. Yahu kim kaybetmiş 9 bin TL’yi de bir öğrenci bulsun? Bu memleket kimsesizlerin kimsesi değil miydi? Hakikaten meseleyi düşündükçe aklım buharlaşayazdı. Şahsen ben şahsım olarak uzun zamandır zaten tek bir beka sorunu ile mücadele ediyorum. Aklımın bekası...
Yargılamayı yapan 23. Asliye Ceza Mahkemesi kararında, sanığın “internette yayınladığı yazılarda 'tırşik' şeklinde hitapta bulunduğu, tırşik kelimesinin içine her şey katılan bir yemeği ifade ettiği gibi Anadolu'da 'ne idüğü belirsiz, bir söylediği ötekini tutmayan, ne olduğu belirsiz insan’ anlamlarına geldiği, dolayısıyla bu ifadenin katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek anlam taşıdığı, dolayısıyla sanığın belirtilen yazılarının katılana yönelik hakaret içerdiği kanaatine varılmış ve (...) hüküm kurulmuştur" demiş. Kararda kısaca “katılan” olarak anılan kişi de bu karar karşısında katılıp kalan ben değilim ha, yanlış anlamayın. Davaya “müdahil” olan kişiden söz ediliyor ki anladığımız kadarıyla bu kişi de Ankara Üniversitesi Rektörü oluyor. Hüküm işte böylece katılanın lehine kurulmuş. Kirvem hallarımı aynı böyle yaz. Rivayet sanılır, sanılır belki… Tırşik Hükmü. Taştan hüküm. Bir öğrenci hakkında sadece bir yemek adını telaffuz ederek, hocalarının haksız ve hukuksuz meslekten ihraç edilmelerini kınadığı için verilen hüküm. Taştan hüküm buna değilse neye denir?
Bu noktada Kemal Kılıçdaroğlu’nun metnindeki ikinci temel vurguya geliyoruz. İkinci yüzyılına girerken kimsesizlerin kimsesi olma ilkesini yeniden sahiplenmesi gereken cumhuriyet vurgusuna. Kılıçdaroğlu kısacası, tırşikçilerin cumhuriyeti olmasın bu cumhuriyet diyor. Allah var ki şu Covid-19 belası karşısında CHP belediyeleri de kimsesizlerin kimsesi olma yolunda bir kararlılık sergiliyor. Öyle ki AKP iktidarı işi, yurttaşa ekmek dağıtılmasını “paralel” faaliyet olarak damgalamaya vardırdı. Muazzam bir çırpınma. Çırpındıkça hata yapma... Paralel balta bu kez bence taşa vuruldu.
Taştan hükme dönelim. Şükür ki öğrencimiz nasılsa hükmün açıklanması geri bırakıldı deyip kulağının üstüne sessizce yatmamış ve hakkını aramış. O çocuklar da bostanda yetişmedi nitekim. Almış meseleyi AYM’ye götürmüş. Şu sıra ara ara gözünün yağını yemek istediğim AYM ne yapmış dersiniz? Tabii ki “tırşik İbiş” ifade özgürlüğüdür demiş. Vallahi de billahi de. İnanır mısın? Ben inanırım. Why not yani? “Tırşik” tabii ki ifade özgürlüğüdür. Kürt mutfağında, içinde et bulunmayan, patlıcan ve sarımsak yoğun sebze güvece ifade özgürlüğü kullanılarak verilen ad budur. Bundan da öte Kürt eleştirel retoriği, “tırşikçi” diyerek, iktidar sofrasına yanlayan eşhası da ince zekası ve nüktedanlığı ile yerli yerine yerleştirmiştir ki bu daha da gerçek bir ifade özgürlüğüdür.
İşte böyle sevgili günlük, AYM’nin on iki sayfalık gerekçeli kararında, başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmedilmiş. Bir cumhuriyet kurumunun tırşik davası gütmeyi reddetmesi, bir öğrencinin ifade özgürlüğünün yanında durması, kimsesizlerin kimsesi olması... Bu zalım devrin sonunda hatırlanacak olan da bu kararlardır. Destanımızda yalnız onların maceraları vardır. Ayy neyse çok da romantize etmeyeyim sevgili günlük. Gideyim de bir tırşik yapayım. Tırşik tarifine yerim kalmadı ama şu tarifi kullanın. Etli yapanlar da oluyor ama siz siz olun tırşiği etsiz yiyin anacığım… Zira her kuşun eti yinmez…