Marx, Hegel’in “bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir” saptamasını anıyor ve “eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak” diyordu.
Ama bu kez komedi yok.
Yeryüzünün lanetlileri ölümden ya da yaşayan ölü olmaktan kaçarken yarı yolda yakalanıyorlar ölüme. Ölümsüzlük peşindeki titanlarsa herkese nasip olmayacak hac seferinde, ata kabrini; Titanik’i ziyaret sırasında, belki de hayatlarının en büyük heyecanıyla birlikte yaşıyorlar ölümü.
Sayıları meçhul -700 dolayında olduğu sanılıyor- kaçak göçmeni taşıyan balıkçı teknesinden bozma geminin Navarin yakınlarında batmasına “trajedi” deyip geçti dünyanın efendileri. Ölü sayısı meçhul. Sadece ambarda 100 çocuk olduğu söyleniyor. Trajedi, lafın gelişi, bir şey demiş olmak için söylenen söz olduğu için ölenlerin sayısı asla saptanamayacak.
Muhtemeldir, kaydı da tutulmayacak.
Sadece Pakistan yetkilileri, kendilerine yapılan başvurular doğrultusunda batan teknedekilerden 350 kadarının kendi yurttaşları olduğunu açıkladı. Teknedekilerin geri kalan yarısı Afganistan, Suriye ve Filistin’den. Ne kadar para vererek o teknede kendilerine yer bulabildikleri de bilinmeyecek, künyeleri de.
Oysa gemi takip-istihbarat sitesi MarineTraffic verilerine göre tekne yaklaşık 7 saat denizde hareketsiz beklemişti. Batış mukadder değildi. Müdahale edilmeyerek, batış serbest seyre bırakılmış ve de seyredilmiş, lanetliler ölüme terk edilmişti.
Giden gitti, kalan kaldı, olay bitti. Akdeniz’in derinliklerini boylayan, yüzlerce kaçağa mezar olan teknenin batığının peşine bundan sonra kimse düşmeyecek. Çünkü olayın “tarihsel” bir niteliği yok. Sonuçta “kaçak iş”. Bir Titanik değil, Oceangate değil.
Geçin onları, bir Medusa hiç değil!
Haliyle kaza ve kazazedeler tarihe geçmeyeceği gibi sanat ve sanatçılar da dönüp bakmayacak 14 Haziran 2023’de batan kaçak göçmen teknesine… Theodore Gericault gibi biri çıkıp o “facia”yı resmetmeyi görev bilmeyecek.
Oysa 1816’daki deniz kazazedeleri de kaderine terk edilmişti bugünküler gibi. Ama onlar kaçak göçmen değil “devlet görevlisi” olduğu için trajedileri de tarihseldi.
MEDUSA’DAKİLER
Fransız kraliyet gemisi Medusa, 7 Temmuz 1816’da Rochefort Limanı’ndan yol çıkmıştı. Görev: İngilizlerin terk ettiği Senegal kolonisindeki Batı Afrika’yı ele geçirmekti.
Sömürge valisi ve ailesine hizmetliler, saha araştırması yapacak 60 kadar bilim insanı, haritacı gibi görevliler, bir deniz taburu eşlik ediyordu. Mürettebatla birlikte toplam yolcu sayısı 400.
Gemi Kanarya Adaları yakınlarında karaya oturdu.
Vali, ailesi, kaptan ve subay; en üst devletliler filikalara geçti, kurtuldu. 147 kişiye yer kalmadı. Gemi direği ve kalaslardan yapılan sala tırmanmaya zorlandılar. Kurtulanlar, onları en yakın karaya çekecekti. İki saat sonra her nedense-nasılsa, salı filikalara bağlayan ipler koptu!?
Kaderine terk edilen ve 13 gün sürecek ölüm kalım savaşından sadece on kişi sağ çıkabilecekti. Onlardan biri gemi hekimi Henry Savigny raporunda, “Filikalar gözden kayboluncaya kadar terk edildiğimize inanamadık, şaşkınlık ve korkumuz müthişti” diyordu.
7×20 metrelik salda 147 kişi bakakalmıştı.
Salın ucu sık sık suya batıyor, herkes ortada yer bulabilmek için birbirini itekliyordu. 20 kişi ilk gece sonunda telef oldu. Orada kalan birkaç subay ve yukarıda andığımız doktorun da aralarında olduğu silahlılar duruma el koydu. Panik ve korku, subaylara karşı isyana, saldırıya dönüştü. Asilerden 65’i öldürüldü.
Bir hafta geride bırakıldığında salda sadece 28 kişi kalmıştı. Doktor, “Bunlardan sadece 15’inin bundan sonra olacaklara dayanması muhtemeldi. Diğerleri ağır yaralıydı, kendilerini kaybetmişlerdi. Uzun tartışmalar sonrasında onları da denize atmaya karar verdik” diyordu. Atılacakları bizzat kendi seçiyordu.
Kazazedelerin dördüncü günden sonra şarap paylarına deniz suyu ve sidik katmaya başladığını belirten Doktor Savigny, mecburi “yamyamlığı" da kaydediyor: “Ölüme direnenlerin bazıları, saldaki cesetleri bir hayvan gibi yemeye başladılar. Büyük çoğunluğumuz başta bu iğrenç yiyeceği reddettik, fakat sonunda hayatta kalmak için çirkin ve iğrenç şeyi tek gıda olarak kabul etmek zorunda kaldık.”
EL SALLAYAN LANETLİ VE RESSAMIN İŞİ
13.gün ufukta görünen gemi, Medusa’nın Salı’ndakilerden geride kalabilenleri bulmakla görevlendirilen Arguz’du. Hayli uzaktan seyrediyor, sadece direkleri görünüyordu. Saldakiler fıçıları üst üste koyarak renkli giysi, bez ne varsa en tepeye bağladı. Ama çabalar sonuçsuz kalmış, gemi kaybolmuştu. Umutlar tükenmek üzereyken iki saat sonra Arguz dönüp onları alacaktı.
Kurtulan 15 kişinin tamamı subay, bilim insanı ve yazıcılardan ibaretti.
Gericault’un tablosunda en tepede el sallayan siyahi, salda hayatta kalan tek “vasıfsız”.
Vasıfsız, üstelik kara tenli -lanetlilerinden- Jean Charles hayatta kalmıştı. Çünkü önemli bir görevi vardı: Doktor Savigny’nin işaret ettiği safrayı denize atmak!
Hayatta kaldı ama karaya çıkamadı. Arguz’da çok ve hızlı yemekten çatlayarak öldü. Keza dört kişi daha aynı akıbete uğradı. Saldaki 147 kişiden sadece 10’u hayata devam edebildi.
***
Kaza aylarca tartışıldı, basında geniş yer buldu, sorumlular arandı. Devletin, iktidarın geçiştirme çabası sonuçsuz kaldı. Bakan ve 200 subay görevden uzaklaştırıldı.
25 yaşındaki genç ressam Théodore Géricault’nun bir araştırmacı gibi çalışıp veri toplayarak çizdiği devasa boyutlardaki tablo (491 × 716 cm) da 1819 Paris Salon Sergisi’nde tartışmalara yol açacaktı.
İki yüz yıl sonra bugün sadece Titanlar konuşuluyor! Lanet sürüyor.