Şöyle bir manzara düşünün: Aylardan, Eylül. Hava ne sıcak, ne soğuk. Tam bir sonbahar havası. Bir üniversitenin giriş kapısına, sağlı sollu onlarca polis dizilmiş, öylece ayakta duruyorlar. Her an ateş edecekmiş gibi, tüfeklerini bilinmez bir hedefe doğrultmuşlar. Öğrenciler girip çıkıyor, hocalar girip çıkıyor. Polisler duruyorlar. Yaprakların dökülmesi, hafif hafif rüzgar esmesi ve polislerin durması dışında herhangi bir olay yok.
Bir grup öğrenci, çimenlere oturmuş, gitar çalıp şarkı söylüyor. Polislerin hemen dibinde. Şarkı güzel, gitarın sesi güzel. Polislerin bir kısmı, farkında olmadan, şarkının ritmiyle sallanıyor. Öğrenciler gitar çalıyor, polis tüfeğini sallayarak eşlik ediyor. Gülmekle ağlamak arasında gidip gelinen bir manzara.
Bu manzara, 672 sayılı KHK sonrası, Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde yaşandı. İhraç edilen hocalar vardı, onlara destek olan hocalar ve öğrenciler vardı. Polis geldi, sonra günlerce gitmedi. Öğrenciler, günlerce o doğrultulmuş tüfeklerin arasından geçerek okula girdi.
Sonra gittiler. Bir sonraki KHK’ya kadar... Her seferinde, daha kalabalık şekilde geri geldiler. Hocaların cübbelerinin üzerine bastıkları postalları, gazları, plastik mermileri, tüfekleri ve TOMA’larıyla.
Bir süredir, Cebeci Kampüsü’nün girişinde, bütün sevimsizliğiyle bir TOMA duruyor. Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı. (Müdahale edilmesi gereken bir toplumsal olaydan bahsedeceksek, hocaların ihraç edilmesinden bahsedebiliriz ama TOMA’nın bu konuya müdahale etmek; hocaları, ait oldukları yere geri getirmek için orada beklediğini hiç sanmıyorum.)
Peki bu aracın orada durmasının amacı ne? Bence, rahatsız etmek. TOMA altından, sopa göstermek. Kaygılandırmak. Korkutmak. Korkutarak susturmak.
Evet, kabul edelim ki, bu TOMA gerçekten rahatsız edici bir araç. Bir sürü üzücü olayın sembolü. Polisin varlığının habercisi. “Buralar hep suçlu dolu olduğu için buradayız. Etraftaki herkes bunu iyice görsün!” demek. Cebeci kaldırımında, elinde alışveriş poşetleriyle yürüyen teyzeler için de “Ay ay ay! Bak yine olay var burda!” demek. Adımları sıklaştırarak, oradan hızla uzaklaşmak demek.
TOMA, herkese korku fışkırtması gereken bir araç. Ama işler, TOMA’cıların planladığı gibi gitmiyor tam olarak.
Cuma günü, İletişim Fakültesi’nin önünde bir öğrenci, telefonla konuşuyordu. “Tamam, sen TOMA’nın orada bekle. Biz geliyoruz.” dedi. Sonra arkadaşlarına dönüp, “Gelmiş. TOMA’nın yanında buluşacağız.” dedi. Dünyanın en doğal konuşmasıydı. Sonra sohbet ede ede, aşağı doğru yürüdüler. TOMA’nın yanında buluşmaya. Oradan da sinemaya filan gitmişlerdir.
Bu TOMA, 10 Şubat’ta akademisyenlerin giremediği kampüsün içine girmişti. Koca bir canavar gibi dolanmıştı ortalıkta. Yine oradaydı, yine girebilirdi. Herkesi korkutması gerekiyordu ama olmadı. Cümle içinde bile geçememesi beklenirken, sıradan bir buluşma noktası muamelesi görmüştü.
Öğrenci milleti böyle işte... TOMA’nın yanında buluşuyor, polislerin arasından yürüyor, şarkı söyleye söyleye okula giriyorlar. Dayanışmayı, destek olmayı öğreniyorlar. Unutmuyor, unutturmuyorlar. Koridorlarda, kantinde, merdivenlerde, derslerde ihraç edilen hocalarını konuşuyorlar. Bir türlü susmuyorlar.
Dayanışma büyüdükçe, TOMA’lar küçülüyor. Star Wars’ta Yoda der ki, “Korku, karanlık tarafa giden yoldur. Korku, öfkeye sebep olur. Öfke, nefrete. Nefret de acı çekmeye...”
Şimdi “karanlık taraf”takiler düşünsün.