Topik’in anısına…

Ben neydim onun için? Görüyordu, takip ediyordu, hatta gözlüyordu. Onun için anlamım neydi? Dünyanın anlamı neydi? Dili yoksa, anlam da olmamalıydı. Ama türüne özgü bir bakışla süzüyordu her şeyi. Bakışa sahipti Topik. Bir kedinin bakışı… Topik’in bakışı…

Nur Betül Çelik nbcelik@gazeteduvar.com.tr

Topik öldü. Bu yazı ona armağanım. Onun ardından gündem üzerine ahkam kesmek içimden gelmedi. İnsanlar hayatlarında iz bırakanları kaybettiklerinde, onlar hakkında, onlar anısına konuşurlar. Hem hatıraları yaşasın, hem kayıplarının acısı paylaşılsın, hem de son kez onurlandırılsınlar diye… Ben de Topik’i uğurlarken onu anlatmak istiyorum. O kendini nasıl anlatırdı, hiçbir zaman bilemeyeceğim. İster istemez onun bende bıraktığını tarif edeceğim. Birlikte hayatımız derken, aslında anlatacağımın daha çok benim onunla hayatım olduğunun farkındayım. O benim hakkımda ne söylerdi, hiçbir fikrim olamayacak. Topik bir kediydi. Onunla olabilmek benim için bir ayrıcalıktı. Ben onun için bir ayrıcalık mıydım, hiç öğrenemeyeceğim.

Söz, insana ait. İnsan aklının bir belirtisi. Sözün kendine içkin bir mantığı var. O mantık zemininde doğru sözü yalandan, anlamlı sözü saçmadan ayırabiliyoruz. Konuşmanın, dil yetisinin toplumsal hayatın olabilirlik koşulu olduğunu söyleyen düşünürler var. Örneğin ünlü düşünür Jean Jacques Rousseau, insanın sahip olduğu dil yetisi nedeniyle soylu yabanıllığından çıkıp toplumsal bir varlığa dönüşebildiğini ifade ediyor. Uygarlıklar, toplumsallıktan kaynaklanıyor. Rousseau, eşitsizliklerin kökenini toplumsal hayatta bulurken insanın kendi doğal durumundan çıkıp soylu yabandan uygarlığın kurucusuna dönüşmesini olumlamaz. Ancak artık o mutlu yalıtılmışlığa, yalnızlığa, yabanlığa geri dönüş de mümkün değildir. Oysa Topik, hep o soylu yaban halini koruyan bir türün üyesiydi. Uygarlıklar kurmadı kediler. Ama hep onurluydular, hâlâ o onurlu varoluşlarını koruyorlar.

Topik’in dili kendinceydi. Gözlerimin içine bakarak karnının aç olduğunu anlatırdı. Yeşile çalan ela gözleri, onun açlığına duyarsız kalışlarıma, her istediğinde yemek vermeyişime anlam veremeyerek bakardı. Yemek saatlerini onun değil, benim belirlememe alışmak istemedi. Açsan yersin diyordu gözleri. İnsanlar gibi saatle yiyecek kadar uygar olamadı Topik. Ben yerken onun yiyememesi, sırasını beklemek zorunda oluşu isyan ettiği bir durumdu. Onun için yemek saatlerinde masanın yanından ayrılmaz, gözlerimin taa içine bakarak durumun hiç de adil olmadığını hissettirirdi. Fark edilmemeye tahammülü yoktu. Dikkatimi çelmek için arka patilerinin üzerinde yükselip bacaklarıma vururdu. Ben masada çalışırken, yemek yerken, mutfak tezgahında sebze doğrarken hiç tükenmeyen bir merakla, onu dışlamayayım, yediğimden o da yesin, yaptığımı o da görsün, elimdekini o da koklasın isterdi.

Ama bilgeydi. Bilgeliği sözünde değil, gözlerindeydi. Duruşundaydı. Sırtını duvara yaslayarak oturur, kısık gözlerle etrafını incelerdi. Düşünürdü. Ben neydim onun için? Görüyordu, takip ediyordu, hatta gözlüyordu. Onun için anlamım neydi? Dünyanın anlamı neydi? Dili yoksa, anlam da olmamalıydı. Ama türüne özgü bir bakışla süzüyordu her şeyi. Bakışa sahipti Topik. Bir kedinin bakışı… Topik’in bakışı… O bakışta bir bilgelik…

On dört yıl paylaştık birlikte. On dört yıl önce gene bir sonbahar günü, genç bir erkek kedi olarak evime geldiğinde, bundan sonra nasıl bir yerde yaşayacağını anlayabilmek için bütün odaları dolaşmıştı önce. Her köşeyi koklamış, her eşyayla tanışmıştı; sonra gelip salonun ortasında, halının üzerine sahiplenici bir edayla yerleşmişti. Bir daha da ayrılmadık.

Kalenderdi Topik. Sakince savuştururdu rahatını bozabilecek her şeyi. Evde ondan önce Biber vardı. Dişi bir kedi… Topik geldiğinde rahatı bozuldu Biber’in. Tısladı, patakladı, yanına yaklaştırmadı önce. Ama Topik hiç oralı bile olmadı. İstifini bozmadı. Sonra alıştı onun varlığına Biber. Kabullendi. Topik, hiçbir yere gitmeyecekti. Mecbur oldu saklandığı yerden çıktı. Aralarında bir sözleşme yaptılar herhalde, kavgasız gürültüsüz evi de, beni de paylaştılar. Uygarlıklar kuramadılar belki ama birbirlerinin alanına hiç müdahale etmeden, karşılıklı bir saygıyla barış içinde yaşadılar. Şimdi Biber yasta. Her gece ağlıyor Topik’in ardından. Gerçekten ağlıyor. Benim gibi…

Bilinen en köklü ayrım türler arasındaki. Antik Yunan düşünürlerinden beri, “akıl”la donanmış insan türünü canlı yaşam içinde, hatta evrende, ayrıcalıklı kabul eden bir yaklaşım egemen. Farklı inanç sistemlerinin de yaygınlaştırdığı bir yaklaşım bu. Önce söz varsa, söz kutsalsa, sözün sahibi, sözü olamayana göre üstündür. Bu anlayış çerçevesinde yaşayan bütün canlıların “bizim için” (var) olduklarını kabul ediyoruz binlerce yıldır. Böyle olunca da bütün doğayı nesneleştiriyoruz kolayca. Kendimizi türselliğimizden sıyırıp akıl/söz temelinde üstün sayınca salt türselliğiyle sınıfladığımız canlıları, etiyle, sütüyle, yünüyle, tüyüyle, dişiyle, işkembesine kadar ihtiyacımız için tüketmek, hatta yok etmek doğallaşıveriyor. Baksanıza “hayvancılık”, “besicilik”, “kasaplık” gibi işkollarımız var.

Oysa başka bir türle bağ kurabilmek, onların yaşantısının parçası haline gelebilmek gerçek bir ayrıcalık. Topik’in üzerime mıhlanmış yeşile çalan ela gözleri, bakışına eşlik eden mırıltısı, göğsüme dayadığı minik patisi, yemek yerken mama kabına gömdüğü küçük kafası, odadan odaya beni çağırarak dolaşışı, zamanında uyanmamışsam tepeme kadar gelip hayatta mıyım diye nefesimi kontrol edişi, mimikleri asla aklımdan çıkmayacak. Başka bir türle birlikte yaşadığım, kendimi onlarla sınadığım için çok şanslıyım.

Bana onunla yaşama ayrıcalığını tanıdığı, beni seçtiği için Topik’e sonsuzca minnettarım. Özlemle…

Tüm yazılarını göster