Toprağı konuk etmek

Dünya bizim bahçemiz, biz doğayız. Ama içine hapsolduğumuz beton bloklar arasında artık bunu hissetmekten aciziz. Birbirimizle de diğer canlılarla da bağlarımız çok zayıfladı ya da koptu. Bildiğimiz dünya bir kum saatinin kumları gibi parmaklarımızın arasından kayıp gidiyor ve buna engel olmak için zamanımız gittikçe azalıyor. Buradan nasıl çıkacağımızı konuşmamız lazım. Bu kabusun bitmesi için birlikte neler yapabileceğimizi, kabus bittikten sonra sıfırdan nasıl bir düzen kuracağımızı kararlaştırmamız lazım. Hem Türkiye’de hem dünyada, John Berger’in deyimiyle binlerce direniş cebi var. Bunların tek birini bile dışarıda bırakmadan birleşmemiz gerekiyor.

Abone ol

Aslı Biçen

Dünya bizim bahçemizdir ama mülkümüz değil. Diğer canlılarla birlikte içinde büyüdüğümüz yerdir. Bir ortak mekân. Canlılar birbirlerinin bıraktığı boşluklarda serpilip geliştiği için bir yapbozun parçaları gibi birbirimize muhtacız. Yağmur ormanlarındaki bir ağaca da okyanustaki bir balinaya da görünmez bağlarla bağlıyız. Dünya üzerinden eksilen her tür, bütünün varlığını tehdit ediyor. Binlerce kilometre uzağımızda olan ama aldığımız her nefeste içimize çekebildiğimiz kadar yakın Amazon ormanları bu yaz uzun uzun yandı. Bu kadar nemli bir ekosistemin bu kadar uzun süre yanması ve bu kadar geniş bir alanı kül etmesi bizi şaşırtabilirdi, seneler önce iklim değişikliğinin böyle bir vakaya sebebiyet verebileceğini söyleyen bilim insanları olmasaydı. Yapılan araştırmalar bu devasa ormanın CO² tutma kapasitesinin yarıya indiğini gösteriyor. Yoğun ağaç kesimi sonucu tahrip olan %20’lik bölümüyse artık karbondioksiti depolamak yerine atmosfere salmaya başlamış.

Yazın Amazon’un günlerce yanmasının en büyük sorumlusu faşist başkan Bolsonaro’ydu çünkü çok kısa bir süre önce doğayı korumaya değil ekonomik gelişmeye öncelik vereceğini ilan etmiş ve ormanı korumaya çalışan yerli halkları hedef göstermişti. Onun hedef göstermesinden sonra pek çok yaşam savunucusu öldürüldü.

Bundan birkaç hafta önce Brezilya’da 45 yerli halkın temsilcileri yaşam alanlarını tehdit eden gelişmelere karşı bir araya gelip bir bildiri yayınladılar. Bildiri baştan sona takdire şayan ama özellikle bir yerine dikkat çekmek istiyorum: “Biz sadece çevreyi savunmuyoruz, doğanın ta kendisiyiz. Çevreyi öldüren bizi de öldürür. Ormanın sonsuza kadar var olmasını istiyoruz, bunun sebebi ormanın sadece çok güzel olması değil, içindeki bütün canlıların bizim bir parçamız olması ve damarlarımızda akması... Üretmek için yok etmek zorunda değiliz. Bizim zenginliğimizi satamazlar çünkü maddi bir karşılığı yok.” Ormansızlaştırma bu hızla devam ederse yağmur ormanı ekosisteminin çökeceği ve Amazonların bir savana dönüşeceği düşünülüyor. Bu gerçekleşirse iklim değişikliği iyice hızlanacak. Amazon yerlileri bizim için, bizim ağzımızdan konuşuyor.

Dünya bizim bahçemiz, biz doğayız. Ama içine hapsolduğumuz beton bloklar arasında artık bunu hissetmekten aciziz. Birbirimizle de diğer canlılarla da bağlarımız çok zayıfladı ya da koptu. Bildiğimiz dünya bir kum saatinin kumları gibi parmaklarımızın arasından kayıp gidiyor ve buna engel olmak için zamanımız gittikçe azalıyor. Buradan nasıl çıkacağımızı konuşmamız lazım. Bu kabusun bitmesi için birlikte neler yapabileceğimizi, kabus bittikten sonra sıfırdan nasıl bir düzen kuracağımızı kararlaştırmamız lazım. Hem Türkiye’de hem dünyada, John Berger’in deyimiyle binlerce direniş cebi var. Bunların tek birini bile dışarıda bırakmadan birleşmemiz gerekiyor. Bütün yaşama hakkı mücadelelerini, işçilerin, kadınların, lgbti bireylerin, hayvanların, ekosistemlerin, şehirlilerin, yoksulların, çiftçilerin, azınlıkların, ayrımcılığa uğrayan ve ezilen bütün herkesin mücadelelerini birleştirmekle işe başlayabiliriz. Yanyana kalabalığız. Dünyadaki zenginlikten en az pay alan, çevre yıkımında en az etkisi olan biz %80.

Doğayla, kendi doğamızla kopan bağımızı nasıl tekrar kuracağız? Mangal yapmak için pikniğe gitmek pek işe yaramıyor gibi. Bu sistemin sürmesi için büyük şehirlerde toplanmamız, kendi ihtiyaçlarımızı karşılayamayacak hale gelmemiz, sadece birer tüketici olmaya indirgenmemiz gerekiyordu. Dünyayı yönetenler bunu mükemmelen başardılar. Bizi ele geçiren sistemin dışına nasıl çıkacağız ve sistemi muhafaza etmek için her şeyi göze almış gaddar azınlığı bizi dinlemeye nasıl zorlayacağız? Yukarıda saydığım bütün gruplar bu soruya mükemmel cevaplar üretebilir.

Benim cevabım en azından başlangıç olarak kendi gıdamızı kendimiz üretmek ve bunu mümkün olan her yerde yapmak. Yaşadığımız sorunların ağırlığı karşısında biraz basit ve naif bir çözüm gibi görülebilir ama naiflik, külyutmazlıktan iyidir bence.

BALKON BAHÇECİLİĞİ

Bu yazıyı okuyan hemen hemen herkesin şehirli olduğunu varsayıyorum. Şehirdeki apartmanlarda bazen balkon bile olmadığının, olanların bazılarının da gölgede kaldığının farkındayım. Bu arada bitki yetiştirme merakının doğuştan gelmediğini, sonradan edinildiğini de eklemek isterim. Mesela ben bir bahçemiz olduktan sonra bitki yetiştirmekle ilgilenmeye başlamıştım. Yani elinizi saksıda bir deneyebilirsiniz bence, çok hoşunuza gidebilir.

Yazının bundan sonrası bolca güneş gören bir balkonu olanları ve bu balkonda kendi gıdasını yetiştirmek isteyenleri ilgilendirecek. Aşağıdaki bilgiler son derece genel bilgiler olacaktır, internette, özellikle İngilizce kaynaklarda çok daha ayrıntılı malumata ulaşabilirsiniz. Yerli kaynakları genelde biraz fazla teknik buluyorum. Gereksiz bazı ayrıntılar arasında gerekli bilgiler de kaynayıp gidiyor sanki. Gerçi eminim aranırsa iyi kaynaklar da bulunabilir.

Öncelikle sebzelerin bahçe toprağında yetişmeye alışık olduğunu ve dışarıdan aldığımız paketlenmiş toprakların çoğunun onlar için biraz fazla gevşek yapıda olacağını akılda tutalım. Daha iyi bir karışım oluşturmak için açık bir alandan toprak almanız halinde de toprağı dezenfekte etmek için 100- 120°’de fırınlayabilirsiniz. Toprak sıcaklığının 30 dakika 80°’de kalması yeterlidir. Diyelim ki toprak bulamadınız.

Geçen sene, şu ismi muzır bulunduğu için değişen yapı markette, hem bahçe toprağı, hem torf, hem de solucan gübresi görmüştüm. Gübrenin üzerinde yazılan miktara uyarak yapılacak bir karışım iyi netice verecektir. Torfun üzerini okuyun, içinde gübre varsa ilk başta gübre ilave etmeye gerek yoktur. Domates, biber gibi meyve veren bütün bitkilerin bolca beslenmekten hoşlandığını unutmayın.

Sebzelerin çoğu derin kök yapısına sahiptir. Saksınızın en az 30-40 cm derinliğinde olmasına dikkat edin. 10 litrelik yağ tenekelerini ya da üstünü keseceğiniz pet şişeleri dibini delerek saksı olarak kullanabilirsiniz. Bitki kökleri ışık almaktan hoşlanmadığı için pet şişe kullanırsanız dışını ışık geçirmeyecek bir malzemeyle kaplayın.

Şubatın ortasından itibaren evin içinde yaz sebzelerinin tohumlarını çimlendirebilirsiniz, yani şimdi tam zamanı. Balkonda yetiştirmek için domates, biber ve salatalığın daha uygun olacağını düşünüyorum, patlıcan az ve geç verim verdiği için balkonda çok iyi olmayabilir. Yerli tohum bulabilirseniz hibrid tohumdan çok daha kolay yetiştiğini, zararlılara karşı daha dayanıklı olduğunu, suyu da gübreyi de daha az istediğini göreceksiniz.

Seneler önce tohum takas şenliklerine katılamadığım için arama motoruna yerli tohum diye yazmış ve karşıma çıkan ilk siteden bol miktarda tohum sipariş etmiştim. Şimdi yine baktım o site hâlâ ilk sırada çıkıyor. Gelen tohumlardan son derece memnun kalmıştım. Bu sitede Balkon ve Saksı sebzeleri diye bir bölüm var, her sebze saksıda yetişemeyeceği için bodur türleri tercih etmek gerekir. Oraya bir göz atmanızı tavsiye ederim. (Mesela pembe iri çeri çok bereketli bir tür, boyu epey uzuyor ama gerekli destek sağlanırsa balkonda da denenebilir. Meyve küçüldükçe verim artar genelde.)

Alacağınız tohumları şu andan itibaren küçük saksılarda ya da viyollerde, 20° civarı sıcaklıkta çimlendirebilirsiniz. Bu kadar erken ekmemizin sebebi çoğu bitkinin meyve vermesi için 60-90 gün gelişme süresine ihtiyaç duyması. Salatalık, kabak, kavun türü tohumları çimlendirmek için nisanı beklemek ve doğrudan yerine ekmek daha iyi olur. Çimlenen domates ve biberleri nisan ayında ayırarak yazı geçirecekleri büyük saksılara ekip balkona çıkarabilirsiniz. Eğer fazla fideleri verecek bir yeriniz yoksa kaç kök ekmeyi düşünüyorsanız onun iki katı kadar tohum ekmek yeterli olacaktır.

Bitkilerin karışık düzende ekilmesi hem zararlıları uzak tutmak için iyi, hem de göze daha güzel görünüyor. Sebze ekiyorsunuz diye çiçekten vazgeçmek zorunda değilsiniz. Mesela domates ektiğiniz saksıya büyük yapraklı fesleğen ya da reyhan ekebilirsiniz. Salatalıkla birlikte latin çiçeği ekebilirsiniz, yenebilen çiçeklerini ve yapraklarını salataya koymak da cabası. Biberlerinizin yanına da bir iki kök kadife çiçeği ekebilirsiniz. Maydanoz ve kekik de ihmal etmeyin. Dereotu tohumdan kolay çıkmakla birlikte yaz sıcaklarını ve kış soğuklarını sevmez, ben genelde Eylülden itibaren seraya ekiyorum ama gölge bir yerde bol sulanarak yazı geçirme ihtimali var. Roka ve marul da saksı için uygundur ama havalar ısınınca hızla tohuma kaçacağını unutmayın. Bence onlar için Eylül daha iyi bir ay. Yazlıklar bittiğinde onlara geçebilirsiniz. Şu sitede konuyla hiç alakası olmayan birini bile özendirebilecek ve ilgilenenlere ilham verecek bolca fotoğraf var.

Bahçenizi oluşturup saksıları yanyana dizdikten sonra dikkat etmeniz gereken ilk husus aşırı sulamamak. Bitkiler tabii büyümek için su ister ama çoğu bitki, köklerinin sürekli ıslak kalmasından hoşlanmaz. Parmağınızı toprağa batırın ve kurumaya yüz tutmuşsa tekrar bolca sulayın. Organik sıvı bir gübre bulursanız iki üç haftada bir sebzelerinizi besleyerek daha iyi ürün alabilirsiniz. Onda da dozu olabildiğince az tutun. Sadece toprakta eksilen besin maddelerini geri koyacak kadar.

Benim aklıma gelen temel noktalar bunlar. Facebook kullanmıyorum ama araştırma yaparken Slow Food Türkiye Balkon Bahçeleri diye bir grup gördüm. Belki ilginizi çekebilir. Topu topu iki üç kök sebzeyi tohumdan yetiştirmek biraz zahmetli geliyorsa organik pazarlardan fide bulmak da mümkünmüş. 2020 yılına dair bir etkinlik göremedim ama Yeryüzü Derneği’nin de kent bahçeleriyle ilgili etkinlikleri, tarım atölyeleri oluyormuş. 

BAHÇE KULESİ

Yazının sonuna da dar alanlar için dahiyane bir buluş olduğunu düşündüğüm varilden yapılan komple bir küçük bahçenin videosunu eklemek istiyorum. Plastik varilin üzerine belli aralıklarla çizikler atılıyor ve ısı tabancasıyla esnetilerek bu çiziklere cep formu veriliyor. Varilin altına yaklaşık bir karış yüksekliğinde tahta ayaklar takılıyor. Daha sonra üzerine matkapla delikler açılan geniş bir pvc boru ortaya monte ediliyor. Bu borunun içine mutfaktan çıkan bitki artıklarını atıyorsunuz ve biraz da solucan. Hem çöpünüzü dönüştürmüş hem kendi solucan gübrenizi üretmiş oluyorsunuz. Borunun altına taktığınız kapağı açarak gübreyi alabiliyorsunuz. Solucanlar borudaki deliklerden varilin içindeki toprağa da girebiliyorlar ve böylece toprağınız kendiliğinden işlenmiş ve havalandırılmış oluyor. Ayrıca giderden süzülen sular bir nevi gübre şerbeti işlevi görüyor. Bu besleyici suyu isterseniz varilin içine tekrar dökebilir ya da başka bitkileri sulamakta kullanabilirsiniz.

Şehirde oturuyor olsam bir denemek isterdim. Elinden biraz iş gelen herkes yapabilir. Youtube’da “garden tower” diye yazarak yapım videolarına ulaşabilirsiniz. Tahminen yarım gününüzü alır. Seyretmedim ama ne şekilde ekim yapacağınızı gösteren videolar da var.