Toprağın sırları

Dolores Reyes’in, 'Toprakyiyen' adlı metni, insanın toprakla bağının aşındığı bir zamanda, “tuhaf” karakteriyle toprağın insan için anlamını gerçek üstü ögeler ve farklı göndermelerle anlatıyor. Dünyada toprağın bittiğinin pek çok bilim insanı tarafından sıklıkla altının çizildiği bir dönemde, bu hikâye bize onun dostluğunu hatırlatıyor, insana dair olanın toprakla ilişkisini açığa çıkarıyor.

Emek Erez emekerez@gmail.com

Toprak, insan türünün yaşamında hem gerçek hem de metaforik pek çok anlamı içinde taşır. Birçok şeyin imgesidir o; yaşanan yeri toprak olarak niteleyip aynı yerli olmayı “toprağım” diye ifade ederiz, böylece kökenlere gönderme yaparak bir yerli olma hissini anlatmış oluruz. Ayrıca, Neolitik Dönem itibariyle insan yaşamının temel belirleyicisi olmuştur toprak. Üzerinde yapılan ekip-biçme faaliyeti, insanın yaşam ve geçim biçimini değiştirmiş, toprak bereketle ilişkilenen pek çok mitolojik hikâyenin parçası olmuştur böylece. Dini inanışlarda ve mitolojik hikâyelerde insanın topraktan yaratıldığından bahsedilirken, “topraktan gelip, toprağa gittiğimiz” sıklıkla gündelik konuşmaların parçası olur. Tüm bunları düşündüğümüzde, toprak ölülerimizi saklayan, karnımızı doyuran, ülkeyi çağrıştıran pek çok anlamı içinde taşır; ağaca kök, insana aidiyet verir. Bu durum toprağın pek çok anlatıda farklı şekilde yer almasına neden olur.

Dolores Reyes’in, Can Yayınları tarafından, Saliha Nilüfer çevirisi ile yayımlanan, 'Toprakyiyen' adlı metni, karakteri aracılığıyla toprağı, ölen veya kaybolan insanlara dair gerçekleri gösteren bir imge olarak kullanıyor. Metnin kadın karakteri, toprağı yutarak ölülerin ve kayıpların dünyasına yolculuklar yapıyor, çoğu kadın olan bu insanların sırrını toprağın yardımıyla çözüyor. Reyes, aynı zamanda annesini kaybeden ve “tuhaflığı” nedeniyle ağabeyi dışında herkes tarafından terk edilen bir karakter hikâyesi de sunuyor. 'Toprakyiyen' karakterin hikâyesi gerçek üstü pek çok çağrışımı barındırsa da bu hikâyede yapayalnız bırakılmış, yoksul çocukların ve şiddete uğramış, katledilmiş, kaçırılmış kadınların öyküsüyle de karşılaşıyoruz.

TOPRAĞI YUTMAK, ONU İÇİNDE TAŞIMAK

Reyes’in karakterinin toprakla olan “tuhaf” ilişkisi annesinin kaybıyla başlıyor. Bir fakir mezarlığında, “ne bir mezar taşı, ne bir pirinç süsü” bulunan, yarığa konulan ölü, toprakla sarıldıkça, karakter için toprak önce bir düşman gibi görülüyor ancak annesini orada bırakmamak, onu içinde taşımak hissi onu toprakla başka bir ilişki kurmaya götürüyor. Çünkü karakter fark ediyor ki “asla ölmeyen tek şey sanki acı.” Acısını bastırmak, annesini o soğuk, yoksul mezarlıkta bırakmamak için bir yol buluyor: “İstemesem de hepsi seni burada bırakıp gidecek anne. Elimden pek az şey gelir, sadece buranın toprağını yutabilir ve artık düşman olmamasını sağlayabilirim; benim de annemin de hiç adım atmadığımız bir mezarlığın yabancı toprağı bu…”

Toprakyiyen, Dolores Reyes, Çevirmen: Saliha Nilüfer, 176 syf., Can Yayınları, 2021.

Karakterin, annesini yabancı bir toprakta bırakmamak, onu içinde taşımak için yuttuğu toprak, başka hikâyelerin kapısını açıyor. Toprak karakter ile iletişim kuruyor, ona ölülerin ve kayıpların sırrını fısıldıyor. Böylece, toprakla kurulan bu dostluk ortaya başka bir ilişki çıkarıyor ve karakter, kısa bir zamanda 'Toprakyiyen' olarak anılmaya başlıyor. O, ölülerin ve kayıpların sırlarını ortaya çıkarırken, bana kalırsa yazar başta karakterinin annesini içine aldığı için düşman olarak gördüğü toprağı, kurduğu ilişkilenme ile dost hâline getirerek insan türünün toprakla süren binlerce yıllık ilişkisine de gönderme yapıyor. Çünkü toprak ölülerimizi bağrında saklar, onları başka yaşamlara dönüştürür, bitkilere, böceklere karıştırır, biz belki karakter gibi ölülerimizin toprağını yutmayız ancak toprağın onlara verdiği yeri, mezarı içimizde taşırız. İnsan için yurdun çoğu zaman yakınlarına ait mezarların bulunduğu yer olarak ifade edildiği de düşünülürse, toprağın insan için çok farklı anlamları olduğunu metnin göstergeleriyle birlikte bir kere daha söyleyebiliriz.

YAŞADIĞIN YERİN TOPRAĞI

'Toprakyiyen'in kazandığı bu olağanüstü özellik elbette yaşamını değiştirir. Ağabeyi dışında etrafındaki herkes tarafından terk edilir, okulu bırakmak zorunda kalır, genellikle dünyada olduğu gibi Buenos Aires’te de “tuhaf”lar tüm olumsuzlukları bedenlerinde taşır. Kitabın bundan sonrasında karakter bir yandan kayıpların bulunmasına, cinayetlerin ortaya çıkarılmasına yardımcı olurken, diğer yandan kendi yaşamını kurmak için çabalar; âşık olur, Playstation oynamayı öğrenir, yalnızlığını müzikle bastırır… Tüm bunların yanı sıra kendisinden yardım isteyenlerin derdine çare bulmaya devam eder. Yakınlarını kaybedenler ona, kaybolan kişinin yaşadığı ya da kaybolduğu yere ait topraklar getirir, sırra ermek için önemli ayrıntılardan biridir bu. Bana kalırsa yazarın burada da anlatmaya çalıştığı bir mesele var. İnsanların sırlarıyla yaşadıkları yerin toprağı arasında kurulan ilişki, insanın kendi toprağının, ülkesinin, onun varlığıyla ilişkisini simgeliyor. İnsanlar için bir yere ait olmak önemli mesele, bir sürgün için gittiği yer nasıl hiçbir zaman bir ülkeye dönüşemiyorsa, ayrıldığı yer zihninin bir köşesinde yurt olarak kalmaya devam ediyorsa metinde insanın sırrına sadece kendi toprağından ulaşılması detayının bu açıdan bir anlamı olabilir. Çünkü kim olduğumuz, ne yaşadığımız genellikle kendi toprağımızda ya da yurdumuzda anlamlıdır. “Yabancı” için bu nedenle bulunduğu yeni yer aynı zamanda topraksız ve kökensiz olmak anlamını taşır. Bu nedenle ben’e dair bilgi, yaşadığımız ve eğer bir yurt imkânı varsa elimizde, orayla kurduğumuz bağla yakından ilişkili olabilir. Kitapta kayıpların ve ölülerin sırlarına ancak kendi yaşadıkları yerin toprağıyla ulaşılabiliyor olması tüm bunları hatırlatıyor bana kalırsa ve Reyes bu ayrıntıyı anlatısının parçası yaparak, başka şekillerde metni düşünmemizi sağlıyor.

Bu düşüncenin izini kitabın sonlarına doğru da sezebiliyoruz. 'Toprakyiyen' ölülerden ve onların hikâyelerinden uzaklaşmaya karar verip ağabeyi ve arkadaşıyla yaşadıkları yerden ayrılmaya karar verdiğinde, karakterin yolda gördüğü rüyada duyduğu ses ona “Toprakyiyen, toprağı okumayı öğrendiğin yer yok artık” diyor. Kendi toprağından uzaklaşan karakterin artık toprağın sırrına eremeyeceğini söyleyen bu cümleler, insanın yaşadığı yerden uzaklaşmasının, gitmesinin bir şekilde kendi toprağıyla kurduğu ilişkiyi bozacağını da çağrıştırıyor çünkü insan kendi toprağının sırrını taşır, onu o yapan yaşadığı yerin kültürlenme pratikleridir ve toprak bu nedenle insan için öncelikle yurttur.

Dolores Reyes’in, 'Toprakyiyen' adlı metni, insanın toprakla bağının aşındığı bir zamanda, “tuhaf” karakteriyle toprağın insan için anlamını gerçek üstü ögeler ve farklı göndermelerle anlatıyor. Dünyada toprağın bittiğinin pek çok bilim insanı tarafından sıklıkla altının çizildiği bir dönemde, bu hikâye bize onun dostluğunu hatırlatıyor, insana dair olanın toprakla ilişkisini açığa çıkarıyor.

Tüm yazılarını göster