Totalitarizmde ‘normalleşen korku’

Bireyin, totaliter diktatörün onun hayatı üzerinde yaratacağı yıkımdan korkması normal; fakat bu korkunun normalleşmesi son derece doğal dışı ve korkunçtur. Totaliter rejimlerin varlığı birçok kişi için -özellikle bir dönem bu rejimi deneyimlemiş toplumlar için- geçmişteki bir hayalet gibi görülmektedir.

Abone ol

Murat Salar*

İnsanlar korkuyu iki farklı şekilde deneyimler. Birincisi: Bir yılanla, örümcekle, elinde silah bulunduran bir adamla ya da savaş sırasında düşmanla burun buruna geldiği anda duyumsadığı reel korku. İkincisi: Soyut anlamda gerçekleşen, herhangi bir tehdit bulunmamasına rağmen kişide olumsuz durumlara yol açan nörotik korku. Öncelikle, bahsi geçen normalleşen korkunun tamamen nörotik boyutta gerçekleştiği, herhangi bir reel tehdit bulunmadığı belirtilebilir. Fakat gerçek şu ki, bu iki korku kavramı bir süreç içerisinde ve diyalektik bir şekilde gelişir. Korkunun normalleşmesi de bu sürecin sonunda ortaya çıkar. Dolayısıyla her şeyden önce korkunun nörotik boyutta gerçekleşmesinin ne anlama geldiği incelenmelidir. Bu bağlamda Duhm’ın geliştirdiği şu formülü genişletmekte fayda var:

“Dış zor > Reel korku > Geriye itme (bastırma) > Nörotik korku > Uyum sağlama” (Duhm, 2015: 85)

Bu formüle göre ilk aşamada birey, dolaylı ya da doğrudan olmak üzere bir dış zor deneyimler. Yani görülür, hissedilir, somut bir tehdit ve tehlike söz konusudur. Buna bağlı olarak ikinci aşamada bireyde etki-tepki mekanizması devreye girer ve doğal bir tepkime olarak gerçek korku deneyimlenir. Bu noktada Michel Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu adlı kitabında yer verdiği infaz örnek olarak gösterilebilir. 1757 yılında Robert-François Damiens’in uzuvlarına bağlanan dört atın koşularak, halka açık bir şekilde infazının gerçekleştirilmesi dolaylı yoldan dış zor, seyircilerde oluşan korku ise reel korkudur. Dikkat çekilmesi gereken nokta ise geriye itme (bastırma) aşamasıdır. Bu aşamanın oluşması için bireye çeşitli kültürel normların, evrensel varsayılan ahlak kurallarının, hukuki kuralların dayatılması gerekir. Bu kurallar yoluyla gerçekleştirilmesi planlanan arzular, hissedilen duygular yabana atılır ve bastırılır. Bastırılmış duygular ise dördüncü aşamada nörotik korkunun oluşmasına yol açar. Damiens’in kralı bıçakladığı elinin kükürt, erimiş kurşun ve kaynar yağ ile yakılışını; memelerinin, kollarının, kalçalarının, baldırlarının kızgın kerpetenle çekilişini; son olarak bedeninin atların koşularak parçalara ayrılışını izleyen seyircilerde oluşan reel korkunun, nörotik korkuya dönüşmesi duyguların bastırılması yoluyla gerçekleşir. Yani bu ıstırapları dolaylı olarak deneyimleyen halkın ileri aşamalarda isyan çıkarması, krala karşı gelmesi, devrim başlatması bu yolla engellenir. Halk artık nörotik olarak bir korku halindedir. Uyum sağlama, boyun eğme aşaması ise bu nörotik korkunun normal hale geldiği aşamadır. 

Günümüzde insanlar genel anlamda korkar ve korktuklarının farkında bile değildir. Risk tanımı bile normalleşmiştir. Artık her dış etken bir risk olarak algılanmaktadır; insanlar birbirlerinden dahi korkmaktadır ve bu korku onlar için gayet doğaldır. Yirmi birinci yüzyılın uyuşmuş modern toplumlarında, bu korkuya sahip değilseniz başınızın mutlaka belaya gireceği algısı risk olgusunu tetiklemiş ve bireyselliğin son derece arttığı toplumlar oluşmasına sebep olmuştur. Uyuşmuş; çünkü sunulanın dışında bilgiye ulaşma eğilimi tükenik. Modern; çünkü azınlığın çıkarlarına hizmet etse dahi yüksek teknolojiye sahip. Korkak; çünkü toplumda, öylesine kol gezen görünmez bir korku var. Risk ve tehlike algısının boyut atladığını belirten; teknolojik gelişmelerin, çeşitli görünmez tehlikeleri beraberinde getirdiği algısına değinen Furedi, risk algısı ile ilgili şunları vurgulamıştır: “Risk terimi, belirli bir tehlikeyle bağlantılı olarak hasar, yaralanma, hastalanma, ölüm ve başka olumsuzlukların meydana gelme olasılığını ifade eder. Tehlike ise genelde insanlara ve onların değer verdikleri varlıklara yönelik bir tehdit olarak tanımlanır.” (Furedi, 2017: 45) Fakat mantıksal çerçevede ve olasılıklar dahilinde düşünüldüğünde bugün kaçımız gerçek ve somut bir tehlikeyle karşılaşıyoruz? Gerçekten korkmak zorunda mıyız? Zorunda değilsek yaygınlaşan bu korku kültürü kime ve ne amaçla hizmet ediyor?

Totaliter rejimlerde iktidar ve uygulanışı distopik düzeyde gerçekleşir fakat buna rağmen sahip olduğu güç geniş kitleler tarafından yadırganmaz. Foucault’ya göre “Güç, tek işlevi bastırmak olsaydı; büyük bir süper ego tarzında yalnızca sansür, dışlama, tıkanma ve bastırma yoluyla çalışsaydı, kendisini yalnızca olumsuz bir şekilde uygulayarak, kırılgan bir şey olurdu.” (Foucault, 1980: 59) Modern dünyada güç, en temel anlamıyla, ortada herhangi bir baskı olmadığı halde, otoritenin diktelerini uygulatabilme gücüdür. Wallerstein ‘gerçek’ iktidar hakkında şunları söylemektedir: “İktidar sahipleri, meşrulukları ancak kısmen tanındığında bile, önem verilenlerdir. Güç kullanma tehditleri genellikle güç kullanmaya gerek bırakmaz. Gerçekten iktidar sahibi olanlar Makyavelisttir.” (Wallerstein, 2019: 77) Gücün uygulandığı kesimler ise bu gücü öylesine benimsemişlerdir ki, bunun dışında bir olgu düşünemezler. Bu benimsenmiş anomali ve alışılmış zorunluluk bireyin gerçek anlamda özgürlüğünün önündeki en büyük engeldir. Sahte hürriyetin halk tarafından benimsenmesi, yönetimin hâlihazırda var olan gücünü normalleştirmesini zorunlu kılar. Diktatörlerin, totaliter rejimlerin, faşizmin varlığını sürdürmesi bu yolla gerçekleşir. 

Antik dönemlerdeki mutlak monarşinin aksine yeni dünyada totalitarizm sırtını, halkı korkutarak yönetmenin ötesinde bir sürece dayamıştır: Halka karşı sınırsız uygulama ‘gücünü’ ve dolayısıyla halkta beliren ‘korku’ duygusunu normalleştirmeye. Yahudi kökenli ve Almanya doğumlu siyaset bilimci Hannah Arendt bu farklılığı şöyle dile getirmiştir: “Modern diktatörlüklerle geçmişin bütün tiranları arasındaki temel farklılık, terörün artık öncelikle muhalifleri korkutmanın ve yok etmenin bir aracı değil, tamamen boyun eğmiş halk kitlelerini yönetmenin daimî aygıtı olarak kullanılmasında yatmaktadır. Modern terör, bir muhalefetin tahrikine muhtaç değildir ve kurbanları, zorbanın bakış açısıyla bile masum kimselerdir.” (Arendt, 2018: 25) Toplumda korkunun, terörün, paniğin oluşması, tüm gücün tek kişinin elinde toplandığı totaliter rejimlerde ve mutlak monarşilerde şüphesiz yönetimin işine gelmektedir. Geniş kitleler ise bilinçli bir şekilde kritik düşünebilme yetisinden yoksun bırakılmaktadır. Furedi panik ve korkunun kaynağını şu sözlerle açıklamıştır: “Toplumdaki panik eğilimini besleyen şey, güvensizlik hissinin ve insanın çözümlerinin tükendiği duygusunun çakışmasıdır.” (Furedi, 2017: 113) Çaresiz bir şekilde toplum, bu korkuyu ve sınırsız, tek elde toplanan gücü bir sorun olarak algılayamaz çünkü “Eğer insanları korkutmak toplumu eğitmenin bir yolu olarak görülürse, panik bir sorun olmaktan çıkar.” (Furedi, 2017: 85)  

Halkın sürece dahil edildiği, diktatörün gücünü sonuna kadar gösterdiği idam cezaları, totaliter rejimlerin olmazsa olmazıdır. “Azap çektirme törenlerindeki baş kişi, bu törenlerin gerçekleşmesi için gerçek ve dolaysız mevcudiyeti talep edilen halktır. Bilinecek, ama nasıl cereyan ettiği bir sır olarak kalacak olan bir azap çektirmenin hiçbir anlamı olamazdı.” (Foucault, 2019: 105) Halk sürece dahil edilir çünkü “Halkın önünde gerçekleştirilen infazın da iki gücü vardır: biri zafer, diğeri mücadele. Bir yandan suçluyla kral arasındaki sonu önceden belli bir savaşı törensel olarak bitirmektedir; hükümdar güçsüz duruma düşürdüklerinin üzerindeki ölçüsüz iktidarını dışa vurmak zorundadır.” (Foucault, 2019: 95) Gücün bu şekilde gaddarca dışa vurulmasının sonucunda diktatör, birçok farklı boyutta yönetim arzusunu gerçekleştirmiş ve sahip olduğu iktidarı daha da sağlamlaştırmıştır. Elbette modern totaliter rejimlerde azap çektirme ve işkenceyle eskiye göre neredeyse hiç karşılaşmayız. Bunun temel sebebi güç olgusunu ele alırken bahsettiğimiz iktidarın görünmezlik ilkesidir. Buna rağmen “Modern ceza adaleti mekanizmalarının "azaba yönelik" bir dip tarafı varlığını sürdürmektedir -bu dip tarafa tamamen egemen olunamamıştır, ama bedene yönelik olmayan bir cezalandırma anlayışı tarafından giderek daha geniş ölçüde olmak üzere üstü örtülmektedir-.” (Foucault, 2019: 50) 

Özetle bireyin, totaliter diktatörün onun hayatı üzerinde yaratacağı yıkımdan korkması normal; fakat bu korkunun normalleşmesi son derece doğal dışı ve korkunçtur. Totaliter rejimlerin varlığı birçok kişi için -özellikle bir dönem bu rejimi deneyimlemiş toplumlar için- geçmişteki bir hayalet gibi görülmektedir. Bu rejimlerin varlığını sürdürmesine sebep olan halk utancını bastırarak yaşamlarını sürdürmektedir; halbuki suçu başkalarında, başka kuşaklarda aramak ne kadar kolay ve kolay olana başvurmak ne kadar acınası... Bugün dahi Kuzey Kore gibi ülkelerde bu kötücül rejimlerin varlığını sürdürmeleri insanlığın ne derece ‘az gelişmiş’ olduğunun kanıtıdır. Biz insanların birbirimizden, üzerinde yaşadığımız yerküreden ve onun kapsadığı tüm canlılardan, cansızlardan başka hiçbir tutanağı -şimdilik- yok. Bilimsel bilginin hızla arttığı ve güç olgusunun hızla biçim değiştirdiği çağımızı göz önünde bulundurunca totaliter rejimlerin, insanın insan üstünde egemen olma arzusunun sonlanacağına dair bir inanç besliyorum. Topyekûn gelişimin temel amaç olduğu, gelişimin önündeki art niyetin ve gerekirse iyi niyetin (nitekim bugün sorulduğunda hükümetler tüm yıkımları ve soykırımları kendi halklarının iyiliği için gerçekleştirdiklerini iddia ederler) rafa kaldırıldığı bir gelecekte görüşmek umuduyla.

 Kaynakça

Arendt, H. (2018) Totalitarizmin Kaynakları/1 – Antisemitizm. 7. Baskı. İletişim Yayınları. İstanbul.

Duhm, D. (2015) Kapitalizmde Korku. 4. Baskı. Kırmızı Yayınları. İstanbul. 

Foucault, M. (1980) Power/Knowledge - Selected Interviews and Other Writings 1972-1977. Edited by Colin Gordon. New York. 

Foucault, M. (2019) Hapishanenin Doğuşu. 8. Baskı. İmge Kitabevi. Ankara.

Furedi, F. (2017) Korku Kültürü. 3. Baskı. Ayrıntı Yayınları. İstanbul.

Wallerstein, I. (2019) Bildiğimiz Dünyanın Sonu. 6. Baskı. Metis Yayınları. İstanbul.

*Pamukkale Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü