Umut ve korku… Korku ve umut…
İnsanın zayıf yanı korkudan umuda, umuttan korkuya salınma anı. Dolandırıcılar bu salınımdan çıkarıyor ekmeğini. Dolandırıcılığın akla gelebilecek her türü kolayca neşvünema buluyor bu ülkede. Öyle bereketli bir toprak Anadolu coğrafyası. Gerçi kusur coğrafyada değil kuşkusuz coğrafya kader olmadığı gibi. Meselemiz yaşama güvenle tutunamayışımız. İradesiyle tercih ettiği yoldan alın teriyle kendisine güvenli yaşam kurma umudu olmayan insan toplamı yaşıyorsa/yaşatılıyorsa üstünde, toprak bu işin öznesi değil. Veya kimilerinin ulaşabildiklerini kaybetme korkusu da etkili dolandırıcıların sanat icrasında. Çünkü elindekini kolayca kaptırabilme korkusu var. Ve sonrasında hakkını kolayca geri alamayacağından da hiç kuşkusu yoksa insanın, birtakım aracılara sığınması şaşırtıcı değil. Kendi aklı ve bilgisiyle içinden çıkamayacağı işler başına geldiğinde illa ki karşısına çıkan "ben çözerim"ciler bulunur. Hastalanınca doktora, hukuki sorununda avukata gitmek gibi… İlla bir bilene danışacaksın. O bilen senin işini mi bilir yoksa kendi işini mi bilir, oturup tartacak zaman aralığı vermez o korku ve umut salınımı. Profesyonel dolandırıcılar bilir bu aralığı ve hiç boşluk bırakmazlar düşünmeye. Sağduyu ya da aklı selim yitmişse o an, geçmiş olsun. Profesöründen abc bilmezine, sanayicisinden garip-gurebasına dolandırıcılık ağına düşen çok. E bir de bu dolandırıcıların bu dünya ile yetinmeyip öte dünyayı bildiğini iddia edenleri varsa ki çok, bilinmezin satışını ustaca yapıyorlarsa, kusur toprakta, coğrafyada değil tamam peki ama kimde? Aldananda mı aldatanda mı, yoksa tezgaha göz yuman hatta zemin hazırlayanda mı?
Fethullah Gülen cemaatinin kalkışmasını yeniden düşüneceğimiz günlerde Menzil şeyhi (?!) ölünce, gündem kendiliğinden puzzle parçaları gibi tamamlanıverdi. Takdir-i İlahî bize ikisini ve hatta çok daha fazlasını bir arada konuşma şansı verdi. Örneğin aldatmacanın zirvesi olan isimle, o Milli Dayanışma Paketi ile ekonomik kriz vatandaşa kilitleniyordu o günlerde. Mecliste yasalaşırken paket, paketlenenin kim olduğunu, o milli dayanışmadan kasıt senin benim sırtımıza yüklenen vergiler kabul görürken, uçak filoları Adıyaman’a kanat açmışlardı. 15 dakikada bir uçak kaldırılırken uçak biletlerine gelen zam senin içindi, benim içindi anlaşılan. Akaryakıta zam yağarken Menzil Köyüne 15 kilometreyi bulan, en çakarlısından, en lüksünden yani benzini hortumla içeninden araç konvoyu ile bir faninin ölü bedeni taşınıyordu. İşte aynı günlerde çocuk istismarcıları salınsın sokağa diyerek yasa maddesi geçiriliyorken, Milli Eğitim Bakanı eşitlik karşıtı kız okullarını gündeme taşımıştı. Eşitlik ülküsünü tanımadan büyüsün kız çocukları ki küçücük yaşlarda cinsiyete göre ayrıştırılmış toplumda ikinci cins olduğunu kabul ederek yetişsin diyordu Bakan. Hepimiz gibi bir ölümlü olan ama büyük bir dolandırıcılık hüneriyle kendisini gavs olarak tanıtan bir sözde şeyh, köyünde kadınların sokakta bile görülemeyeceği bir düzen kurup yurt sathına yaymak isterken ecel geldi. Arkasında kendi arzusunu şekillendirme politikasını yani kız okullarını gündem eden bir bakan kaldı. O araç konvoyları, o inip kalkan uçaklarla binlerce insanın taşınması israf değildi galiba diyanete göre. Ki o uçaklar dolusu insan biletini cebinden mi ödedi, biletler devletten mi tarikattan mı kesildi, ayrıca merak konusu. Ama işte hepsi bir düğün israfı etmez, bir düğünde kadınlarla erkeklerin aynı salonda bir arada eğlenmesi kadar haram olmaz. E, itibar meselesi tabii bir gavs uğurluyorsun kolay değil anlıyorum da yani "hem gavs deyip hem toprağın altına koyuyorsun bu ne iş" demeden durmak mümkün değil. Hımm, duydum, meğer yaşarken gavs yani ölümsüz olan, ölünce manevi rehber olup mezardan, öte taraftan dünyaya tasarruf edebiliyormuş, yersen. Ki yiyen de yediren de yenmesine olanak tanıyan da çok. İşler ayna çal çal oyna derler ya işte o iş, bu iş.
Tövbenin yeni sürümü çıkarılır o bile hemen kabul görür. Olacak iş değil dersin ama sözünü tamamlayana kadar olmuş bitmiştir. Tanrıcıklar dünyasında olup bitene İslam aklı ermez. Dinden çıkmadan bu dünyayı çözmek zor iş. Kendisini tanrı ya da en hafifinden tanrının yer yüzündeki temsilcisi gibi sunan bu gavs ölünce beni hayrete düşüren bir soruyla karşılaştım. “TÖVBE iptal ne demek Berrin?” Bunca yılın dindarıyım “hiç duymadım” demek zorunda kaldım şaşkınlıkla. Neyse çabuk atlattım. Ne de olsa ben İslam dindarıyım, putperest adetlerini bilmeyişim gayet normal. İslam’ın tanrısı İslam’ın inananına şah damarından daha yakın. Dindar sessizce söyleşir, sözleşir tanrısıyla tövbesi de yakarışı da ancak O’nadır. Ancak O’ndan yardım ister, ancak O’na güvenir, sevgi sıralamasında en başta O gelir. Meğer efendim bu Menzilciler, Fethullahçılar, İsmailağacılar yani şucular-bucular, aklınıza kim gelirse her biri, kendine uygun bir tövbe seremonisi icat etmiş. Tövbe yetkisi imiş adı da. Çünkü efendim her yerde hazır ve nazır olan İslam’ın Tanrısının aksine O’na şirk koşan bu tanrıcık her yerde olamıyormuş da vekiller tayin ediyormuş. Ölünce nasıl vekalet sona ererse onun insanları tövbe ettirmekle yetkilendirdiği zevatın yetkisi de sona eriyormuş. Ellerindeki iplerin de anlamı kayboluyormuş. Güzel Rabbim Kur’an’da boşuna söylememiş tabii ki: Allah’ın ipini bırakıp atalarının ipine sarılırlar. Ataların ipinin hükmü ecele kadar imiş. İpleri bomboş ellerinde kaldı demeyelim biri gitti üç kaldı geride. Bu durumda yeni sürüm "tövbe 4.0" olacak elbet.
Yazarken o kadar eğlendim ki çok uzattığımın farkındayım. Ancak bu şeyhler müritler cumhuriyeti kısmı kan ağlatacak cinsten. Hani ağzını açan eşitlik karşıtı, kadın düşmanı tipler hemen bir sözün arkasına hizalanıyorlar ya hatta sıraya girmekle yetinmeyip el yükseltiyorlar ya üzerinde düşünmek lazım. Bu bir biat yöntemi olabilir mi? Hani Carbonari tipi İttihat ve Terakki gizli cemiyetlerin üyeleri, kuytu köşelerde silah ve kutsal üzerine yemin ederek katılırdı. Az çok Fethullah Gülen kalkışmasında 15 Temmuz'dan itibaren bildiğimiz bu dini temalı ama şirke sapmış putperest yapılara katılmak isteyenler sanki kamuya açık biat yöntemi bulmuş gibiler. Belki gizli kalma aşamasını tamamlayıp aşikar etme safhasına geçtiklerini söylemek daha yerinde olur. Örneğin Milli Eğitim Bakanı kendi konumundan “kız okulları” sloganını atınca bir başkası örneğin BBP başkanı da bir diğer köşeden “o da yetmez kadın hastaneleri olsun” sloganıyla geldi. “Ben de buradayım, ben de sizdenim, her ne yapacaksanız beni de alın aranıza” anlamına geldiğini düşünüyorum artık. Kadın karşıtlığı şifresiyle buluşanlar her ne yapacaksa ona az kalmış gibi. Artık Gülen cemaati gibi devleti ele geçirmelerine de ihtiyaçları kalmadı, devlet partisinin ittifakıyla hükmetmekteler. Yani ki iş toplumda sesini çıkaranları artık birer ikişer değil üçer beşer susturup, topluma nizam vermek.
Onca GONGO boşuna kurulmadı tabii ki bugünler için beslendi. Başta Diyanet ve yandaş medya ile tüm kamu idaresi hazır kuvvet, gündelik yaşamımızı düzenlemek için elinden geleni ardına koymuyor. Depremzedeye çadır satanlar, konteynır kent kurmakta aciz kalanlar sahillere taşınabilir mescitler açmayı düşünmekte. Stantlarla dini tanıtacakmış Diyanet. İmam-Hatiplerde deist yetiştirenler şimdi ÇEDES ile aynı başarıyı tüm okullarda gerçekleştirmek istiyor ve okullarla da yetinmeyip turisti, tatilciyi dinden çıkarmanın peşinde. Böyle düşünürsek belki sorun yok diyebiliriz ama bunların derdi kimin İslam’a kimin kendi putperest dinine yöneldiği değil. Kimin biat ettiği, kimlerin uysal, itaatkar insanlar olduğu. İtirazcılar için cezaevleri, tecavüzcüler için sokaklar hazır ne de olsa. İstedikleri şey sanırım sadece özgür iradenin ipotek altına alınması, aklın devre dışı bırakılması. Edip Yüksel’in isimlendirmesiyle şeyhülşeytan tanrıcıkların ipine tutunulması. Bu tür dolandırıcılara inanan insanların masumiyetini savunduğum da sanılmasın. Onlara bağlananlar da tamamen duygusal… Devlet tarikat işbirliğinden nasiplenerek öte tarafa göçmeden önce dünyalık edinmenin yolunu bu işbirliğine biatte bulduklarına şüphe yok. Ama elbette tezgahı kuranla, çarkları çeviren arasında sıkışan insanlar yine de bu yapılar içinde en masum olanlar. Bize de gözümüzü kulağımızı açık tutmak, her yasa teklifinde “şeytan bunun neresinde” sorgusu yapmak düşüyor. En önemlisi laik sistem ile yönetilmekten, laik hukuk düzeninin işletilmesinden, insan haklarını savunurken kendi aramızda ayrımcılık yapma ihtimaline karşı da dikkatli olmaktan, bir an bile gaflete düşmeden yaşamaktan başka yol yok. Aksi halde bir sabah Türkiye Yüzyılı kod adlı şeyhler müritler cumhuriyetine uyanabiliriz.