Malum dönem geldi. Ligler bitince zenginin malının züğürdün çenesini yorduğu dönemine girildi. Bir nevi futbolda 11 ayın sultanı transfer dönemi artık iyice ısındı. Fakat bu renkler dönem hep aynı soruyu beraberinde getiriyor. Transfer takım için mi, toplum için mi? Modern zamanın jargonuyla kadro mühendisliği memleket sathına bu transfer döneminde ne kadar uğrayacak soruları dilden dile doladursun, takımlar finansal fair play de neymiş modunu çoktan açtı. Şampiyonluğu kaçıranlar bir yandan, son iki senenin şampiyonu diğer taraftan, taraftarlar ise diğer taraftan bastırıyor.
Fenerbahçe, hızlı ilerleyenlerden. Geçen sene kavuşamadığı Mehmet Ekici ile başlayan süreçte, Aziz Yıldırım’ın kendini kurtarma, giderayak 3 Temmuz sonrası bozulan fiyakasını ve taraftarla arasını düzeltmeye çalışıyor. Valbuena ve Dirar’la devam eden süreçte kimse kulüp borçlarını sorgulayamıyor. Niyetim maliyeci taraftar olmak değil. Zaten onu düşünmek bana düşmez ama harcanan paralar kulübün ihtiyaçlarına yönelik mi sorusuna futbol alimlerinin cevap bulması zorunluluktur. Finansal fair play kurallarına uygun mu sorusunun cevabı ise UEFA’da.
DAHA SORUYU BİLE SORAMADAN
Galatasaray ise Riva’nın doldurduğu yelkenleri nasıl şişirecek diyemeden yıldızların peşine düştü. Hiçbiri resmi olmasa bile Gomis, Belhanda ve Maicon isimleri bir yandan taraftarın gönlünü hoş ederken kulüp içindeki muhalefetin silahları çektiğini biliyoruz. Riva’dan gelecek paranın yanı sıra gidilen sermaye artışı, yine yıldızların gölgesinde kalacak belli ki. Taraftar Ünal Aysal’dan kalma çilek sevdasında ikinci perdeyi yaşarken, Türk futbolunun ikinci belki de üçüncü feda dönemi de ufukta görünüyor aslında. Diğer soru da sarı-kırmızılıların gerçekten de bu yıldızlara ihtiyacı olup olmadığı? Tabii, o sorunun cevabını zaman daha net bir şekilde gösterecek.
EN İYİSİ BU AMA
Beşiktaş ise genel kanıya göre kadro mühendisliği en doğru takım. Aslında bu biraz da üst üste gelen iki şampiyonluğun yarattığı bir algı. Lakin ne kadar doğru bir algı olduğu ise şüpheli. Kanatlarını sadece iki oyuncuya bırakan, tüm stoper dolgunluğuna karşın halen stoper arayan, Türkiye’nin belki de Avrupa’nın yetenek olarak en önemli orta saha oyuncularını kadrosunda bulundursa da ilk 11’de yer bulduramayan bir takımdan bahsediyoruz. Başarı her zaman haklı gösterir tezi bir yana, Şenol Güneş’in de mevcut durumdan çok mutlu olduğunu zannetmiyorum. Belki şu an sadece Pepe adı geçiyor siyah-beyazlılarla ama taraftarın beklentisi yine Samanyolu’ndan kopan bir yıldız. Beşiktaş muhabirlerinin Twitter hesaplarına bir göz atarsanız durum daha da netleşir. Halbuki Beşiktaş’ın önce elindeki kadrodan aldığı verimi maksimize edip, kadrosunu ona göre şekillendirmesi gerekiyor. Bakalım Fikret Orman, taraftar baskına UEFA’nın radarından çıkmaya az kalmışken yine direnebilecek mi? Yoksa içindeki yıldız arzusu, taraftarın bitmek bilmeyen talebiyle buluşacak mı?
İSTANBUL’A ÖYKÜNME
Bu yazının futbolun içindeki ayrımcılığa hizmet etmesinden dolayı ben de rahatsızım ama maalesef projeksiyon bu 3 takımın üstünde. Yoksa, Antalya’nın artık genlerine işleyen yıldızsız bitmeyen transfer döneminden de bahsetmek lazım, Kayseri’nin sayısını hafızada tutmamızı zorlaştıran transfer sayısından da. Onlar için de klavye başında ayrıca bir yazı yazmak borcunu alırım üstüme.
Lakin kızım sana söylüyorum gelinim sen anla ne güzel laftır. Bu laf ışığında ben de podyumu 3 İstanbullu’ya bıraktım ama diğerleri de onlardan farklı değil. Aksine öykünüyorlar bu 3’lüye. Sanırım Mehmet Demirkol’un literatürümüze soktuğu kadro mühendisliği muhakkak bu topraklara uğramak zorunda. Aksi takdirde karanlık tünelin ucuna bakmak için dahi bir umut kalmayacak.