Bugün itibarıyla beşinci filmi sinema salonlarındaki yerini alan
“Transformers” serisinin kahramanlarını mülteci olarak
tanımlayabiliriz rahatlıkla. Nihayetinde bir iç savaş sonrası
gezegenleri paramparça olan ve yaşanmaz duruma gelen Autobotlar ve
Decepticon’lar kendilerine yaşayabilecek daha iyi bir yer bulma
çabası sonucu dünyaya geliyorlardı. Hikaye, bir yanıyla
bilimkurgunun “teknoloji insanlık için her zaman iyi midir?” ve “ya
bir gün teknoloji insanlık için tehdit haline gelirse?” soruları
etrafında örülse de her film aynı zamanda döneminden de izler
taşıyan bir fona oturtulmaya çalışılıyordu.
Serinin ilk bölümünde gezegenlerini bitme noktasına getiren
teknoloji harikası Autobotlar ve Decepticonlar kozlarını dünyada
paylaşıyordu. İkinci film, türün ve Hollywood’un doğası gereği
Ortadoğu’ya uzanıyor ve çatışmayı oraya taşıyordu. Üçüncü film
“Transformers: Ayın Karanlık Yüzü” ise insan ve makine arasında var
olduğu söylenen çatışmaya kendince bir son vermeye çalışırken,
insanoğlunu da Autobotlar ve Decepticonlar arasındaki savaşta bir
taraf olmaya çağırıyordu. 2014 tarihli “Kayıp Çağ”, yeni bir
üçlemenin de kapısını aralamıştı. İnsanlar ve dışarıdan gelenler
arasındaki uzlaşma bitmişti. İnsanlar iyi (Autobot) ve kötü
(Decepticon) ayırmadan bütün ‘yabancıları’ avlamaya,
yakaladıklarını ise geri göndermeye başlamıştı.
HİKÂYE 'MÜLTECİ' TANIMINDAN İLHAM ALIYOR
Evet, nihayetinde bu dev bir Hollywood prodüksiyonu ve filmin
yüzde 80’i de bitmek tükenmek bilmeyen aksiyon sahnelerinden
oluşuyor. Ama öte yandan hikayenin güncel tarafının yazının
girişinde ifade ettiğimiz ‘mülteci’ tanımlamasından ilhamını
aldığını unutmayalım. Bugün gösterime giren ve diğer filmlerde
olduğu gibi Michael Bay’in yönetmen koltuğunda yer aldığı “Son
Şövalye” başlıklı yeni Transformers filmi de bir öncesinin genel
hikayesine uyum sağlıyor. Bir önceki filmde tanıştığımız Cate
Yeager, Autobot dostlarını avcılardan korumaya çalışmaktadır.
Serinin esas oğlanı Optimus Prime yıkımın nedenlerini anlamak
için kendi gezegenine doğru uzun bir yolculuğa çıkmıştır. Filmin
başında MS 400’lü yıllarda geçen bir meydan savaşı görüyoruz.
Yaratıcılar bu kez hikayeyi Kral Arthur ve Tapınak Şövalyeleri’ne
kadar götürerek yeni bir açılım yapmayı deniyorlar. Hal böyle
olunca yeni filmin merkezi de Birleşik Krallık toprakları oluyor.
İşin içine soyu tapınak şövalyelerinden gelen bir aristokrat, zeki
ve güzel bir kadın profesör de giriyor. Ve nihayetinde dünyanın bir
dış tehditle karşılaşması gerekiyor. Bu da Transformersların
gezegeninin ruhu çağrılarak hallediliyor. Meksikalı genç bir kadın
ve bir siyah genç adamla da hikayenin ‘evrensel değerleri’ yerli
yerine oturtuluyor.
Bundan sonrası ‘dış tehdit’ karşısında insan oğlunun çaresizliği
ortaya çıkınca Autobotların devreye girmesi ve tehdide karşı
insanlarla birlikte hareket etmeleri, Antik Yunan ve Britanya
mitolojisinden karakterler ve nesnelerin ortaya çıkışı, devasa
metal araçların birbirlerini yerden yere vurması ve daha önce pek
çok kez gördüğümüz gibi dünyaya yöneltilmiş tehdidin ortadan
kaldırılması.
SERİNİN İLK BÖLÜMLERİNDEKİ İNCELİĞİ BULMAK
ZOR
Hakkını yemeyelim zaman zaman aksiyonun heyecan verdiği anlar
olmuyor değil, ancak serinin ilk bölümlerindeki inceliği bulmak
zor. Hem görsel tasarım anlamında hem de hikaye anlamında.
Nihayetinde uzayıp giden bir hikaye dönüp dolaşıp Hollywood’un
onlarca kez yaptığı bir ezberi tekrar etmekten kurtulamıyor. Ama bu
formül çoğu zaman işliyor ve bu filmler yüz milyonlarca dolar
kazanıyor. Bize de seveni yine sevecektir demekten başka bir söz
düşmüyor.
Başta söylediğimizi sonda toparlayacak olursak, son Transformers
sözü dünyanın bu teknolojik ‘mültecilerine’, “Dünyadaki
güzellikleri ve bizim değerlerimizi savunduğunuz sürece sıkıntı
yok. Ama yine de siz gezegeninize dönseniz iyi olur” demeye
getiriyor bir yerde.
ORİJİNAL ADI: Transformers: The Last Knight
YÖNETMEN: Michael Bay
OYUNCULAR: Mark Wahlberg, Isabela Moner,
Anthony Hopkins, Laura Haddock
YAPIM: 2017 ABD
SÜRE: 149 dk.