Transit: Döneminin dışında bir dönem filmi

Transit hem yüksek düzey bir dönem filmi, hem de günümüzün sosyal konularını başarılı bir şekilde irdeleyen ve inanılmaz bir karakter profili sunan çok başarılı bir yapım… Bizce bu ‘transit’ gidişi kaçırmamak gerekir!

Abone ol

DUVAR - Alman yönetmen Christian Petzold’un filmi ‘Transit’, İkinci Dünya Savaşı gibi dünya tarihinde çok önemli bir yer tutan bir dönemde, genel olarak Fransa’da geçen bir hikayeyi anlatsa da, filmdeki karakterler, eşelediği konular, ele aldığı toplumsal sorunlar, filmin döneminden bağımsız olarak hala geçerliliğini koruyan neredeyse güncel konular… Kuşkusuz yönetmenin filmini koyduğu dönem bir tesadüf veya kullanmadığı bir öğe değil ancak bizce filmin asıl gücünü bu arka planın içinde bulunan daha kişisel olaylar ve durumlar oluşturuyor…

İkinci Dünya savaşında Almanlar, Fransa’ya girmiş ve birer birer bütün şehirleri ele geçirmektedirler. Paris’teki bir grup direnişçi Gerog adındaki bir Almanı, ağır bir hastalık geçirmekte olan, önemli bir yazarı ( Weidel’i) Marsilya’ya götürmesi için görevlendirir. Weidel’ın karısı da kocasını Marsilya’da beklediğini belirten bir mektup yazmıştır ve onunla beraber Meksika’ya gitmeyi düşünmektedir. Bu işi aslında para için yapan Gerog’un zorunlu yolculuğu sırasında ağır hasta olan Weidel hayatını kaybeder. Başta sadece Weidel’ın karısına haber vermek ve yazarın kişisel eşyalarını Amerikan Konsolosluğuna götürerek biraz yiyecek parası almak isteyen Gerog, tesadüf eseri yazar Weidel sanılır ve onun kişilini sahiplenir. Hem ülke dışına rahatça çıkmak hem de para kazanmak için yazarın kimliğini alan Gerog’un, Marsilya’da karşılaşacağı değişik kişilerle hayatı ve amacı değişecektir.

MARSİLYA DÜŞMEK ÜZERE…

Filmin başında Paris’te geçen, yazar Wiedel’ı yolculuğa hazırlama süreci ve Gerog’un yaptığı tehlikeli yolculuk zaten kritik bir dönemde olduğumuzu hissettiriyor. Ancak bizim asıl dikkatimizi çeken nokta, bu tür bir iş için hiçbir özelliği ve deneyimi olmayan başkarakter Gerog’un tutumu. İşgalde ciddi bir taraf olmayan, sadece yemek parasını düşünen başkarakterin tavrı biraz kaybolmuş bir büyük çocuğun davranışlarını hatırlatıyor. Biraz donuk bir yüze sahip, içine kapanık Gerog başta sadece zorunlu olduğu şeyleri yaparken giderek değişik ruh hallerine giriyor ve içinde unutulmaya yüz tutmuş duygular birer birer yeşeriyor. Hem bir yandan vicdanıyla hem de öte yandan bencilliğiyle boğuşan Gerog’un asıl amacı, yazarın kimliğini aldıktan sonra en çabuk şekilde bu şehirde ayrılmakken, tanıştığı bir çocuk ve onun dilsiz annesi, yazarın gerçek karısı, Marie ve onun doktor sevgilisi gibi karakterler, başkahramanın hem hayatını, hem de olaya bakışını tamamen değiştiriyor.

Filmdeki karakterlerin sağlamlığı ve katkısı bu noktada tam olarak ortaya çıkıyor. Yönetmen savaş gibi bir felaketin yaşattığı acılardan çok bunun insanları nasıl değiştirdiğine eğiliyor. Daha doğrusu düşmek üzere olan bir şehirin dramatik durumundan çok, düşmek üzere olan bu şehirdeki insanların umutsuzluğunu mercek altına alıyor.

VİZEM OLSA DA GİTSEM!

Transit, tabii başkarakterin değişimini ve çevresindekilere etkisini gösterirken aynı zamanda da çok güncel olan bir konuya, yani bir ülkeye giriş vizesi gibi önemli bir olaya bir bakış getiriyor. Günümüzde ülkemizdeki mültecilerin ve yakın zamanda Avrupa ülkelerindeki ‘yasal oturma izni olmayanların’ (Sans papiers) durumunu düşünürsek filmin güncelliğini daha iyi anlarız... Filmde, özellikle savaş döneminde geçtiği için başka bir ülkeye gitmekten çok hayatta kalma şansı olarak görülen vize, bütün karakterlerin temel amacı haline gelmiş durumda ve her biri bunu elde etmek akıllarına gelen her yolu deniyorlar.

Transit’te bir ülkenin başkonsolosluğunun (Amerika) vize hakkında uyguladığı çifte standart ve şart koştuğu belgeler sanki günümüzde de süren vize alma ve kalma izini elde etme zorluklarını hatırlatıyor. Yalnız burada tabii vizeyi alamamak işgal edilecek bir şehirde mahsur kalmak anlamına geldiğinden, reddedilenler intihar etmeye kadar varan eylemlerde bulunabiliyorlar. Bir anlamda çalmış olduğu yazar kimliği sayesinde vizesi nerdeyse cebinde olan başkarakter ise kendisi için yabancı olan acıma, aşk, bağışlama gibi duyguları hissetmeye başlıyor ve birisini terk edememe, kendini bir başkası için feda etme gibi davranışlarda bulunabiliyor. Sonuçta da bazen gitmenin kalmaktan daha tehlikeli olduğunu, terk edilenin terk edenden daha cesur olduğunu ve sorumluluğu sürdürmenin sorumluluk almaktan çok da zor olduğunu anlıyor.

Yönetmen başkarakteri Gerog’u hayatında yaşadığı büyük dalgalanmalarla büyüyen, gelişen ve adeta bir oyun hamuru gibi şekil alan bir karakter gibi sunuyor. Bu kadar duygusuz, soğuk ve içe kapanık olan bu karakter giderek tam bir ‘duygu alıcı’ (!) haline geliyor…

Sonuç olarak Transit hem yüksek düzey bir dönem filmi, hem de günümüzün sosyal konularını başarılı bir şekilde irdeleyen ve inanılmaz bir karakter profili sunan çok başarılı bir yapım… Bizce bu ‘transit’ gidişi kaçırmamak gerekir!

Yönetmen: Christian Petzold

Oyuncular: Franz Rogowski, Paula Beer, Godehard Giese, Maryam Zarée, Barbara Auer, Mathias Brandt, Sebastian Hülk, Emilie de Preissac…

Ülke: Almanya, Fransa