“Seyahat etmek yararlıdır, hayal gücünü geliştirir. Geriye kalan her şey hüsran ve angaryadan ibarettir.”
Louis-Ferdinand Céline, “Gecenin Sonuna Yolculuk”
Durumu olduğundan hafif gösteren babacan gülümsemesiyle taksici, “Siz yakalarsınız o treni, koşun!” dedi.
Sadece bir dakikam vardı.
Küçük valizi sürüklemekle vakit kaybetmeyip kulbundan yakaladım. Yakıcı öğlen güneşi altında, 100 metre ilerideki gar girişine baktım. Çeperlerine yığılı insan kalabalığıyla şeffaf plastik bir lambayı andırıyordu. “Başarabilirim,” diye düşünerek atıldım caddeye.
Bir yandan da, bilirsiniz bu garip hissi, yetişemeyeceğimi hissediyordum. Seçim gecesinin kaygılı neşesine benzer bir histi içimdeki. Bir şekilde, olmayacaktı. Önüme engeller çıkacaktı. Bir şeylere yetişme, yakalama, tamamına erdirme bilgisi, deneyimi ve azmi vardı ama o delice enerji de yoktu o an içimde. Vakit çok dar olduğunda kazanmak ya da kaybetmek en çok bu sonuncusuna bağlıdır.
Yol boyu bunaltan trafiği koridordaki insan trafiği izledi. Ağır ağır ilerlediği için asla geçilemeyecek orta yaşlı adam, o kalabalıkta aralarında düşüncesizce bir açıklık bırakarak yan yana yürüyenler, hatta onca insan arasında sevimli, toraman bir sokak köpeği bile çıktı önüme.
İki buçuk dakikalık zorlu bir gar içi yolculuktan sonra trene vardığımda kapı kapanmıştı. Arkama döndüm. 34-35 yaşlarındaki adam hafif bir dudak mimiğiyle “kaçırdık,” yaptı. Şöyle bir baktım. Peronda takılan güneş gözlükleri, düşük karbonhidrat diyeti, düzenli spor, sık seyahat gerektiren beyaz yakalılık, tırnak uçlarına değin iyi aile terbiyesi. O kadar sakindi ki o an bizimle beraber dünyanın yarısı da treni kaçırmış gibi hissedip rahatladım.
Gündelik detaylarda hiç iddiacı değilimdir ve o potansiyeli hissettiğim anda insanlara güvenmeye bayılırım. Öbür trende yer bulabileceğimiz konusunda iyimser olduğu anlaşıldı kaçırdaşımın. Ertesi günün bile tüm trenleri doluydu. Yine de dünyanın sonu değildi, bir yol bulunurdu.
Akşam haftalardır planladığımız bir görüşme için beni bekleyen dostlarım vardı Ankara’da. Baktım kaçırdaşım telefonundan uçak bileti bakınıyor, ben de baktım. İki saat sonra Sabiha’da makul fiyatlı bir uçuş görünüyordu. Biletlerimizi aldık, taksi beklemeye başladık.
Yirmi iki dakika önce tanıştığımız ve tek ortak yanımız aynı treni kaçırmak olduğu için taksiyi paylaşmamız kaçınılmazdı. Yine de kibarca şaşırarak aldı yarısını verdiğim ücreti.
Takside ve uçak öncesinde kahve içerken epeyce sohbet ettik. Bir hafta sonra evleniyordu. Zaten daha sohbetimizin ilk dakikasında biriyle beraber olduğu ve diğer kadınlara bu ön bilgiyle yaklaştığı hissini aldığımdan çok rahattım. Kısa vadeli yol arkadaşlığının doğal getirisi olan rahatlığa bu da eklenince biraz kendi hayatımdan da bahsettim. En ufak bir aşırıya kaçan merak belirtisi göstermeden gerekli yerlerde gerekli cevapları vererek ilgiyle dinledi. Yetmedi, “aşık mısınız?” diye sordum, tereddütsüz ve gözleri parlayarak “evet”ledi. O andan itibaren yol arkadaşım gözümde kolaylıkla tarif edilebilir beyaz yakalıdan mavi cennet kuşu statüsüne yükseldi.
Bir erkekte en değerli özelliklerden biri, bunun için her türlü fiziki koşula sahip olduğu halde, o havada titreşen ‘hayat bu, belli mi olur…’ enerjisini cömertçe yaymamak çünkü, bana göre. Kaçırdaşım bir hafta sonra evlenecek ve belli ki evlendiği kadını mutlu edecekti. Bir saati aşkın sohbetimiz boyunca kendini ispat çabasından ve üst düzey beyaz yakalılığın olası diğer sıkıcılıklarından uzak, hatta eğlenceliydi.
Ankara’da servisten inince el sıkıştık, yaklaşan evliliği için onu tebrik ettim. Düzgün bir insandı, çok mutlu olsun dilerim.
Bilgisayar başına geçtiğimde niyetim aslında kaçan ve yakalanan trenler üzerine daha afili bir şeyler yazıp konuyu seçimlere bağlamaktı. Yazıyı yazmadan Twitter’da gezindim. Çocuk cinayetleri, seçim hezimeti, gelecek umutsuzluğu, mutsuzluk ve daha fazla mutsuzluktan kalbim soldu. Bugün bunlar üzerine yazmak istemedim.
Son bir ayın benim için en keyifli değil ama en huzurlu anlarının tamamen yabancı biriyle sohbet ettiğim bu birkaç saat olduğunu fark ettim. Hiçbir anı suistimal edilmeyen yol arkadaşlığı muhteşem bir şey. Aynı treni kaçırmak ve birkaç saatliğine bir yabancının dünyasına girmek. Farklı hayatlar, hayaller, benzer gözlemler, anlık şaşırmalar...
Gündelikten sanal/kurmaca değil gündelik olanla beraber kaçma fırsatı. İşi, gücü, ilgi ve iddia alanları senden farklı biriyle tamamen ajandasız, bir arzu denklemi bile içermeyen medeni, normal sohbet. Normalliğin büyüleyiciliği!
Seçim sonrasında iyice elle tutulur bir hâl alan yaygın mutsuzluk, üç dakika şaşırıp sıradaki kötülüğe geçtiğimiz kötülükler silsilesi, gelecek belirsizliği, kaygılar, özellikle büyük kentlerde yaşayanlarımızı insanlıktan çıkarmak üzere. Eleştirdiklerimize benzemeye başlamamak, kalbe mürekkep gibi yayılan karalıkta boğulmamak için gerçekten bu kara rutini delen bir şeyler yapmamız lazım.
Tren bileti alın. Trenleri kaçırın. Hayatımda kaçırdığım ilk tren oldu bu, ben çok memnun kaldım.
Güven uyandıran yabancılarla, her gün görmediğiniz, başka dünyalardan birileriyle sohbet edin. Kısacık bir zaman dilimi için yolunuz başka bir hayatla kesişsin.
Gemilere bin, trenlere atla,
Kimsenin umursamadığı, hiçbir işe yaramayan,
Kaldır şu gereksiz tanıklığı ortadan.
Bu yazıyı 2 Temmuz’da yazıyorum. Bu dizelerin sahibi hayatımızı dev bir kül tablasına çeviren o büyük yangında yitirdiklerimizden Metin Altıok. O bildik fotoğrafta gözlüklerinin ardındaki gözleri gibidir şiirleri. İnsanın içine bakar.
Bu yazıyı 2 Temmuz’da yazıyorum. 18 gün önce kaybolan dört yaşındaki Leyla’nın ölü bedeni bugün köyün üç kilometre uzağında bulundu. Bu konuda ‘edebilik’ riski taşıyan bir tek cümle etmek istemiyorum şu anın duygusallığıyla. Çok üzgünüm. Allah ailesine sabır versin. Çocukları dünyadan koruyalım.
Kendimizden çıkıp etrafı seyretmeye, yabancılarla insani sohbetler etmeye, yutan ve ezen gündelikten kıran ve tazeleyen gündeliğe kaçmaya, daha fazla gerçeklik hissine ihtiyacımız var.
Bir misafirliğe gitsem
Bana temiz bir yatak yapsalar
Her şeyi, adımı bile unutup
Uyusam…
Kalktığımda yatağım hâlâ lavanta koksa
Kekikli zeytinli bir kahvaltı hazırlasalar
Nerde olduğumu hatırlamasam
Hatta adımı bile unutsam…
Melih Cevdet Anday’ı çok severim. Bu dizelerde anlatılan duyguyu ben en çok yollarda hissederim.
Kötülüğün ve kaygının bin bir tonu yüzünden topluca keçileri kaçırmak üzere olduğumuz bir çağda tren kaçırmak bazen çok huzur verici olabilir. Hep yakalamamız öğütleniyor, arada bir de kaçıralım gitsin trenleri.