Asya Pasifik bu hafta iki önemli zirveye ev sahipliği yapıyor. İlk zirve 33'üncüsü düzenlenen Güney Asya Halkları Birliği (ASEAN). 11-15 Kasım'da Singapur’da düzenlenen zirvenin en önemli özelliklerinin başında ASEAN ülkeleri Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam’ın yanında ABD, Çin, Rusya, Japonya ve Güney Kore’nin katılımcı olarak toplantıda yer alması geliyor. Ancak bu yıl gerçekleşen zirveye ABD Başkanı Donald Trump katılmayacağını duyurdu. Zirveye ABD adına, Başkan Yardımcısı Mike Pence katılıyor.
Benzer biçimde Papua Yeni Gine’de 12-18 Kasım'da gerçekleşecek Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) Zirvesi yine dünya ülkelerinin katılımıyla dikkat çekiyor. Trump, bu zirveye de katılmayacak.
ABD’nin aksine, Rusya, Çin ve Kanada gibi bölgeyle yakından ilgilenen ülkeler başkan düzeyinde zirvelerde boy gösteriyor. Söz konusu iki zirve de Asya Pasifik’in sorunlarının konuşulması, ekonomik gelişme, askeri gerilim, insani kalkınma gibi önceliklerin çok taraflı bir zeminde ele alınması açısından önemli bulunuyor. Bölgenin sorunları ve olası çözümlerine dönük ülkelerin kendi perspektifleriyle durumu ele almaları ve önemlerini ortaya koymaları açısından zirveler, adeta bir alternatif çözümler yarışıyor tadında geçiyor.
Söz konusu bu faktör dikkate alındığında ABD’nin zirveye başkan düzeyinde katılmayışı, sadece bölge ülkeleri açısından değil, dünyanın geneli açısından da merak edilen, önemli bir başlık haline geldi. Bu hafta ABD’nin Asya Pasifik’teki bu zirvelere neden katılmadığına, bölge ülkelerinin bu duruma dönük bakış açısına ve Çin’in kazanımına odaklanacağız.
ASYA PASİFİK’TEN ABD’YE: ARTIK BİZİ SEVMİYOR MUSUNUZ?
Asya Pasifik üretim oranları, var olan ekonomi dinamikleri ve yükselen güçleriyle kürede dikkat çeken bölgelerden. Bölge bu dinamiklerinin yanında Çin, Hindistan, Rusya ve ABD gibi ülkelere de ev sahipliği yapıyor. Dört ülkeden üçünün BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olması, bölge üzerindeki rekabetin daha çetin geçmesine neden oluyor.
Her ne kadar bölgede en az dört aktör arasında nüfuz ve etki alanı açısından bir çekişme olsa da, dünyanın en büyük iki ekonomisi ABD ile Çin arasındaki rekabet, bunlardan en dikkat çekeni.
Yakın zamanda belirli bir bölge ve coğrafya üzerinden değil, ticari savaşla birbirini hedef almaktan çekinmeyen Washington ve Pekin, Asya Pasifik’te özellikle ekonomik ve askeri ittifaklar kurarak ağırlıklarını hissettirmeye çalışıyor. Her iki aktör de doğrudan birbirini yıpratmanın yanında en büyük karşılaşmanın Asya Pasifik bölgesinde yaşanacağının sinyallerini çoktan verdi. Örneğin Çin ile Filipinler, Japonya, Vietnam gibi ülkeler arasında yaşanan Güney ve Doğu Çin Denizi’ndeki anlaşmazlık askeri karşılaşma ve ufak çaplı çarpışmaları tetikledi. Bu gerilimde ABD, Çin karşısında bölge ülkelerinin hamisi gibi hareket ediyor. ABD bu tavrıyla Çin’in toprak taleplerini reddederken aynı zamanda bölge ülkeleriyle yakın bir işbirliği zemini yakalama fırsatı görüyor. Washington bir nevi bölgedeki irili ufaklı ülkelere “Ben olmazsam sizi Çin’den koruyacak bir güç olmayacak” mesajı veriyor.
Her ne kadar ABD açısından Çin’in bölgedeki askeri faaliyetleri ve artan silahlanması dikkatle izleniyor olsa da, iki merkez arasındaki nüfuz elde etmeye dayanan satranç yalnızca askeri saldırganlık ve bu saldırganlığa “ kalkan” olmakla sınırlı değil.
ABD açısından Asya Pasifik’in önemini ortaya koyan politikalar 2008’de Barack Obama’nın iktidara gelmesiyle belirginleşti. Nitekim Obama, 2009’da Asya-Pasifik’e yaptığı bir ziyarette, kendisini Pasifik’in lideri olarak tanımlamıştı. Yine de ABD’nin bölgeye yönelişinin en net ifadesi dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın “Amerika’nın Pasifik Yüzyılı (America’s Pasific Century)” isimli makalesi oldu. Clinton makalesinde Asya’nın yükselen ekonomilerinin ABD’nin çıkarları için hayati önemde olduğunu söylüyor; Washington politikaların merkezinin Irak ya da Afganistan’da değil, Asya-Pasifik’te olduğunun ve ABD’nin bu süreçte merkezi bir rol alacağının altını çiziyordu. Soğuk Savaş döneminden kalan müttefiklik ilişkilerinin ki bunlar Japonya, Güney Kore, Avustralya, Filipinler ve Tayland’dan oluşuyordu, devam edeceğini üstelik bunlara yenilerini eklemek için çabalayacaklarını ifade ediyordu. Trump dönemindeyse ABD’nin Asya Pasifik politikasında ciddi kırılmalar yaşandı. Bu kırılmalara değinerek sürece bakmak yerinde olacak.
TRUMP: ASYA PASİFİK ÖNEMLİ AMA ÇOK DA DEĞİL
Trump yönetiminin Asya Pasifik’e dönük politikalarının merkezinde Çin var. Bununla beraber Beyaz Saray, eski müttefiklik ilişkilerini sürdürüyor. Ancak ilişkiler, Obama döneminde olduğu kadar etkin ve çok taraflı bir dinamikle ilerlemiyor. Trump yönetimi, iktidara geldiğinden bu yana bölgedeki varlığını güçlendirecek bir adım atmadığı gibi, daha önce hayata geçirilmesi gereken projelerin bir kısmını ikinci plana attı. Bu anlamda en akılda kalan örnek, Obama döneminde ABD’nin bölge ülkeleriyle ekonomik işbirliğini geliştirerek Çin’i geriletmeyi hedeflediği Trans Pasifik Ortaklığı Anlaşması’ndan (TPP) çekilmesiydi. Beyaz Saray’ın yeni sahibi, anlaşmadan çekilirken önce ABD (the US first) uyarınca bu anlaşmanın ABD’nin çıkarlarına uymadığını ifade etmişti.
Trump yönetiminin Asya Pasifik’e dönük attığı dikkate değer diğer adımı geçtiğimiz yılki ASEAN Zirve’sinde Çin ile Hindistan arasında rekabeti kızıştırmayı önceleyen bir stratejiyle “Indo-Pacific (Hindi-Pasifik)” coğrafi adının Asya Pasifik yerine kullanıma sokulmasıydı. ABD dışında birkaç düşünce kuruluşu ve yönetime yakın medya, bu ismi sahiplense de Hindistan başta olmak üzere neredeyse hiçbir bölge ülkesi bu adı kabul etmedi. Özetle Trump yönetimi sözlü olarak Asya Pasifik’i öncelediklerini ifade etse de bunun maddi ve fiziksel varlıkla karşılık bulduğunu iddia etmek güç.
Beyaz Saray, son iki zirveye Trump’ın neden katılmadığını dönük sorulara, Pence’in katılacağını ve ABD’nin bölgeye yapacağı askeri yardımın Ağustos ayında ASEAN Dışişleri Bakanları toplantısında bizzat Mike Pompeo tarafından duyurulduğunu ifade etti. ABD Dışişleri Bakanlığı arşivi incelendiğinde bölgeye gidecek yardım Çin’in ekonomik ve askeri olarak bölgeye aktardığı milyar dolarlara göre mütevazı kalıyor. Arşivlere göre ABD bu yıl Asya Pasifik’e askeri yardım adıyla 300 milyon dolar ayırdı.
BÖLGE ÜLKELERİ: DAĞ FARE DOĞURDU
Trump yönetiminin bölgeye dönük ABD yardımları ve politikaları dikkate alındığında “dağ fare doğurdu” tanımlaması duruma uyuyor. Bu algının nedeni yalnızca ABD’nin yardımları ve TPP’den çekilmesinden kaynaklanmıyor. Trump’ın tek başına ABD’yi yönetiyormuşçasına yönetimi kişileştirmesi, onun sert ve kişisel çıkışlarının ABD’ye mal edilmesine neden oluyor. NATO ülkeleriyle “Hem para vermiyorsunuz, hem de bana rakip oluyorsunuz” düzeyine varan çıkışları "70 yıllık müttefikine bu düzeyde yaklaşan, bize ne yapmaz" yorumlarını tetikliyor.
Dahası ABD’nin geçtiğimiz yıla kadar Kuzey Kore ile karşılıklı savaş dansına girişmesi yine bölgede “Çin yetmiyordu, bir sen eksiktin” algısını pekiştirdi.
2018’de 20 Asya Pasifik ülkesinde bir düşünce kuruluşunun devlet yöneticileri, bürokrasi ve özel şirketlerle yaptığı 20 bin katılımcının olduğu ankette, bölge ülkeleri zor bir durumla karşılaşmaları halinde ABD’nin kendilerini savunmada yeteri kadar istekli olmayacağını düşünüyor. Aynı ankette Çin ABD’ye göre daha güvenilir görülüyor. Bunun gerekçesiyse Çin’in bir bölge ülkesi olması ve olası bir savaştan kendisinin de etkilenme gerçeği. ABD’ye neden güvenilmediği sorusuna verilen yanıtlarsa aslında küresel politikanın bütünlüklü yapısına dikkat çekiyor. ABD’nin Avrupa ülkeleriyle sık sık karşı karşıya geliyor olması, İran Nükleer Anlaşması’ndan tek başına ve kimsenin görüşünü almadan çekilmesi, Kudüs’ü Filistin ve BM’nin itirazına rağmen İsrail'in başkenti ilan etmesi, yani ABD’nin başına buyruk politikaları, ABD’ye dönük güveni Asya Pasifik’te zedelemiş durumda.
Trump’ın da net bir gerekçe sunmadan zirvelere katılmaması, katıldığı zirvelerde tansiyonu yükselten açıklamaları Asya Pasifik’e dönük ABD politikalarındaki sorunları pekiştiren bir unsura dönüştü. Üstüne Çin’in Kuşak ve Yol Projesi, ortak ticari politikalar oluşturmaya dönük atılımları dikkate alındığında ABD’nin Soğuk Savaş dönemindeki müttefikleri açısından dahi Çin’in daha cazip bir aktöre dönüşmesine neden oluyor. Bölge ülkeleri Çin’in dengelenmesi açısından ABD gibi bir gücün elzem olduğunu düşünmekle beraber, alternatif arayışlarını da devam ettiriyor. Özetle Trump’ın her iki bölge zirvesindeki yokluğu, ABD’nin Asya Pasifik politikasındaki zorluklara yanıt veremiyor olması olarak da ele alınabilir.