Trump çağında gerçekliğin yitimi

Trump çağında gerçeklik yalanla yer değiştirdi. Ekranlarda yorum yapan bir takım gazeteci, yorumcu ve uzman, daha çok kısa bir süre önce onayladıkları konuları bir anda ters yüz ederek, var olan gerçekliği buharlaştırıyor. Peki, bu durum toplumsal alanda nasıl bir etki yaratıyor? Buna karşı ne yapmalıyız?

Abone ol

Masha Gessen*

Trump’ın başkanlık dönemi, cevaplanamayan sorular ve kaybet-kaybet önermeleri çağıdır. Bir kişi akıl sağlığını, nezaketini ve medeni cesaret ölçülerini nasıl koruyabilir? Dahlia Lithwick, Slate dergisinde yayınlanan bir çift düşünsel makalesinde, yaşadığımız siyasi felaketin gündelik doğasını ve ülkeyi Donald Trump’tan kurtarmaya çalışmanın en isabetli yolunu bulma hususundaki soruları ele alıyor: Trump’la yola devam devam etmek veya bırakıp gitmek. İkinci seçenek, yönetimdeki üyeler ve Kongre’deki Cumhuriyetçilere yönelik bir soru. Lithwick şunları yazıyor: “Eğer yaşanan gerçek bir kriz olsaydı, hangi terk ediş ve ses bileşiminin manidar bir fark yaratabileceğini düşünmemizin vakti geldi. Ya da gerçek bir kriz yaşandığında (ne yapacağımızı); şayet, zaten bu aşamada değilsek.”

CEVAPSIZ SORULAR

Bu, yeni bir soru değil. Birçok insan, kendisine ve diğer insanlara daha fazla sinir bozucu sonuçlara rağmen bunu sormaya devam edecek; çünkü bu cevaplanamayan bir soru. Bu yönetimin yol açtığı zararın, birilerinin ahlaki ilkelerini feda etmesine yol açma ihtimali var mı? Yahut bu yönetim tarafından verilen zararı hafifletme şansından vazgeçerek, kişinin kendi bütünlüğünü koruması mı gerekir? Büyük ihtimalle bunu bilemeyiz. Kısa vadede, önümüzdeki seçenekleri değerlendirmek için gereken bilgilere sahip değiliz. H. R. McMaster, Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı olarak görev yaptığı zaman zarfında, haberdar olmadığımız birçok felaketi önledi mi? Böyle ise, ödediği psikolojik ve düşünsel bedele değdi mi? Muhtemeldir ki, bunu kendisi de bilmiyor. Şu âna dek, ister yönetimde ister Cumhuriyetçi Parti’de olsun, (yerinde) kalmaya karar vermiş olanlar açısından kişisel dürüstlüklerinden yaptıkları gündelik küçük fedakârlıklar, kalış projelerindeki zarar hanesine yazılan bir maliyet haline geldi; bu kişiler, kaçınılmaz olarak, daha kararlı ve daha az eleştirel biçimde büyüyorlar. Manzara değişkenliğini sürdürürken, bahisler değişmeye ve krizler tırmanmaya devam ediyor.

Bu esnada Trump çağının aşırı uyarılması, zamanın izlerini ve insanların normal tarihlerinde kendilerince sahip oldukları her türden küçük duyguyu yitirmesine yol açıyor. Daha bir ay önce ne olduğunu bile unuttuk. Sadece bir gün için başka şeylerle ilgilensek, başkaları açısından mühim görünen haberleri kaçırıyoruz; yalnızca bir hafta içinde unutulmak bile mümkün. Ülkemizdeki diğer vatandaşlarla ortak bir gerçeklik içinde yaşamak, okuma, konuşma ve telaşa kapılma hususunda sonsuz bir triatlona** benziyor. Özellikle de iki yetersiz seçenek arasında bir seçim yapmak, ahlaki soruları yanıtlamak açısından muhtemelen en kötü zihinsel görünümü ortaya çıkarıyor.

FELAKET SONRASINI DA DÜŞÜNMEK ZORUNDAYIZ

Trump dönemine ilişkin ahlaki olarak düşünmek, farklı bir zaman çerçevesi gerektirir. Bunu yapmak, bir gelecek prizmasından günümüze bir bakış atmayı mecbur kılar. Trump’ın ardından bir dönem gelecek ve o döneme nasıl gireceğimizi düşünmeliyiz. Bu zamana kendimizle birlikte ne çeşit bir politika, dil ve kültür taşıyacağız? (Şayet böyle isimlendirirsek) ‘Tweetler aracılığıyla oluşturulan politika’ yıllarından nasıl kurtulacağız? Basit ve temel kelimeleri asıl anlamına nasıl döndüreceğiz? En mühimiyse, (taraflar arası) politik bir görüşmeyi nasıl yeniden başlatacağız? Politik söylem, Trump öncesinde zaten bir krize girmişti; Amerika’daki tüm hareketlerin, seçim alanlarında soyut hareketleri tasvir etmek amacıyla “siyasi” ve “siyaset” sözcüklerini kullanmaya alışmış olmaları şaşırtıcı değil. Öte yandan, Trump idaresi altında, gerçek bir yıkıma doğru ilerliyor.

Geçtiğimiz ay, Trump ve Kuzey Kore hakkında gerçekleşen konuşmaların değerini ele alalım. Başkan’ın “küçük roket adam” sözlerini unutarak, Trump’ın daha önce görülmemiş biçimde dünyayı nükleer bir imhanın eşiğine getirdiğini reddetmek için aylarını harcayan politikacılar, bürokratlar, politika kurtları ve gazeteciler, sanki Trump Kim Jong Un ile gerçek bir görüşme sürdürüyormuşçasına konuşuyorlardı. Bazılarıysa, Nobel Barış Ödülü’nü alma umuduna kapılan Trump’a coşkuyla eşlik etti. Ortada henüz hiçbir şey olmadığını ifade eden ve zirvenin gerçekten yapılacağına şüpheyle yaklaşan birkaç uzmanın sesleri hızla kısıldı. Normal koşullarda diplomasiye eşlik eden analiz ve tahminlerin ritmi, toplamda siyasetin tam tersine tekabül eden Trump’ın saldırgan davranışlarına, aynı zamanda, olağan uzman görüşü ritüelleri Trump’ın tweet’lerine, ateşli nutuklarına ve tutarsızlıklarına eklemleniyordu. Geçen cuma, Times’ın sabah yayını “The Daily” (Günlük) programında, Trump’ın zirvenin iptaline ilişkin olarak sevgiye susamış ve mutsuz bir yedinci sınıf öğrencisi diliyle yazdığı mektubu hakkında düşündürücü analizler yayınlandı. Ancak Trump, yayının üstünden çok geçmeden basına verdiği demeçte, her şeye karşın zirveye katılabileceğini ifade etti.

GERÇEĞİ GÖRME YETENEĞİNİ YİTİRİYORUZ

Alışkanlığı ve belki de gerçekliği (içi) boşluktan ayırt etme kabiliyetini yitiriyoruz. Bu durum, bugün için kafa karıştırıyor ve gelecekte bir felakete yol açacak; (o gün geldiğinde), Trump sonrası toparlanmayı oldukça zor hale getirecek başlıca etken budur. Yalnızca Trump’ın sadık takipçilerine ya da algılarımızı zedeleyen günlük hakaretlere bulaşan ve Trump’la aynı türden olan parti üyelerine değil, aynı zamanda yönetim üyeleri veya Kongre’deki Cumhuriyetçilere de kalmak mı yoksa gitmek mi gerektiğinden daha büyük bir soru sormalıyız. Hepimiz kendisine, herhangi bir zamanda gerçekliğe dayalı bir hakikati savunmak için neler yapabileceğini sormalı. 1933 yılında büyük Fransız düşünürü ve eylemci Simone Weil’in kendi gazetesinde yazdığı bir reçete mevcut: “Asla, bir kötülüğe karşı onu büyütecek biçimde tepki göstermeyin.” Birkaç gün sonra, sözlerine şunları ekliyor: “Suç ortaklığını reddedin. Yalan söylemeyin - göz yummayın.”

Yirminci yüzyıl boyunca, gerçekliği yok eden rejimlerle karşı karşıya kalan yazarlar ve düşünürler benzer önermeler ortaya koymayı sürdürdü. Rusyalı muhalif romancı Aleksandr Solzhenitsyn, “Yalansız yaşayın,” diye yazmıştı. Muhalif Çek oyun yazarı ve gelecekteki Cumhurbaşkanı Václav Havel, sorgulamaksızın “yalanın içinde” yaşadığı bir duruma ve yalanın dışına çıkmanın olağanüstü gücüne kafa yordu. Bizim durumumuzdaysa, yalanın dışına çıkmak, siyaset, diplomasi ve makul düşüncenin tam aksi olan inançları bütünüyle -inatla, kesintisiz ve artan biçimde- reddetmek anlamına geliyor. Bu ise, düşünmeyi, okumayı ve eleştirel biçimde konuşmayı gerektiriyor: Bir taşkınlığı siyaset, bir öfke nöbetini diplomasi ve bir yanılgıyı tutku gibi değerlendirmemek gerekiyor. İyi haber şu ki, bu tam anlamıyla olanaksız bir görev değil.

*Bir yazar olan Masha Gessen, son olarak 2017’de (Amerikan) Ulusal Kitap Ödülü’nü kazanan “Gelecek Tarihtir: Rusya’da Totalitarizmin Nasıl Yeniden Dirildi” adlı eseri de dahil olmak üzere, çeşitli kitapların yazarıdır.

**Triatlon, genellikle koşu, yüzme ve bisiklet gibi üç farklı daldan oluşan spor müsabakası.

(Çeviren: Tarkan Tufan /Kaynak)