ABD’de Trumplaşma etkisinin Demokrat Parti’nin politikalarına
sirayet ettiği bir süreçte Cumhuriyetçi aday Donald Trump sarsıcı
bir sonuçla yeniden başkan seçildi.
Trump’ın getirdiği gümrük vergilerinin çoğunu koruyan, enerji
politikalarında Cumhuriyetçilerle aralarındaki farklılıkları
minimize eden, önceki dönemden “yanlış” dedikleri kararları
düzeltmeyen, rakibinin göçmen karşıtlığıyla yelkenini şişirmesini
önlemek için düzensiz göçmen akını yüksek olursa sığınma
başvurularını tamamen durdurmayı vaat eden bir Demokrat yarış,
zengin, ensesi kalın, şımarık, kibirli ve suçlu bir narsistin işçi,
emekli ve sokağa çalınmış kesimleri kendine çevirmesine engel
olamadı. Trump kendi partisinin kamu harcamalarını kısma planlarını
çöpe atıp dar gelirli ve orta sınıfın gönlünü okşarken
Demokratların tutunduğu zemini parçaladı. “Trump mı, Trumplaşan
Harris mi?" Salıncaktaki seçmen “Trump” dedi. Rakipleri vaatlerinde
Trumplaştıkça, Trump çıtayı daha da yükseltiyor. Düzensiz
göçmenleri topyekûn sınır dışı etmek bunlardan biriydi.
Bu sonuçta sosyal-ekonomik sorunların yanı sıra intikamların payı
da var. 2020’de seçimin çalındığını düşünüp Kongre’yi basan faşist,
dinci, mezhepçi, tarikatçı, beyaz üstünlükçü ve muhafazakâr
tayfalar rövanşla döndü. Cumhuriyetçilerin yüzde 46’sı Trump’ın
kaybettiği bir sonucu tanımayacaklarını söylüyordu. Bir iç savaşın
bertaraf edilmiş olması bu sonucun tek tesellisi olabilir.
Gazze’deki soykırıma desteğin başta Müslümanlar olmak üzere farklı
kesimlerde yol açtığı utancın intikamı da var. Biden-Haris ikilisi
‘insani’ kaygılar taşıyormuş gibi yapıp İsrail’e askeri teçhizat,
diplomatik örtü, siyasi koruma ve sözcülük desteği vererek
soykırımın birincil ortağı oldu. Evet Trump da vahşete hayranlık
duyarak alkış tuttu. Fakat icranın başında Demokratlar vardı.
Sonuçta iki mücrimden biri kaçınılmaz olarak seçilecekse iktidarda
olanı cezalandırmak taktiksel bir tercihti.
Ve Karabağ savaşında Ermenistan’ın yalnız bırakılmasından dolayı
Ermenilerin intikamı. Bu liste başka kesimlerle uzar gider.
***
Trump bölgemize ne getirecek; savaşı mı büyütecek, barışı
mı?
Cumhuriyetçi lider ‘değerler politikası’ adlı sahtekârlığa tenezzül
eden biri değil. Bütün dünyanın Amerikan sunağına neleri feda
edeceğine bakıyor. ‘Herkes için Amerika’ değil ‘Önce Amerika!’
Bu yüzden Demokrat cepheden ateş edenler, ‘Önce Amerika’nın ‘Yalnız
Amerika’ya dönüşmesi tehlikesinden söz ediyor. Emperyal refleksin
iki yüzü!
İçerideki sıkışmışlara umut veren bir büyü gibi. NATO ortakları
payına düşeni ödeyecek; ABD’den koruma bekleyen Körfez’in ağaları
parayı bastıracak; ortaklık isteyen bölgesel ülkeler, düşman ve
hasımlarla aynı yatağa girmeyecek; Ukrayna gibi batık savaşlar daha
fazla Amerikan bütçesini kemiremeyecek… Sihrin ışıltıları!
Kutuplaştırıcı ve gerilim saçan bir pazarlıkçının yolculuğu mu
başlıyor? Bir önceki dönemde yaptığı şey düşmanlarıyla savaşa
girmeden sert konuşmaktı. Savaşa gerekçe olacak ahmaklıkları da az
değildi. Önceki dönemin üzerine ne koyabilir? Mutlak bir devamlılık
mı, yoksa azıcık revizyon mu?
İki parti aynı hedef için farklı söylem ve yollar kullanıyor.
Yalandan da olsa ‘değerler diplomasisi', ‘önce müzakere’ ve
‘politikalara müttefikleri ortak etme’ yönündeki tercihlerin yerini
yeni dönemde güç gösterisi, tehditkâr caydırıcılık ve tek
taraflılık alabilir.
Trump’ın narsist kişiliği dış ilişkilere öngörülemezlik katıyor.
Anlık kararlarla kurumsal tercihlerin dışına çıkabiliyor. Fakat
nihayetinde Kongre’nin ayar veren, fren yaptıran ya da dikte
ettiren gücü Trump için de geçerli. Bütçe tasarılarına dış politika
koşulları ekleyip hükümete istediğini yaptıran bir mekanizma.
Ellerinde başkanı zorlayacakları araçlar var. Senato ve Temsilciler
Meclisi’nde Cumhuriyetçi çoğunluk Kongre ve Beyaz Saray arasında
daha uyumlu bir dönemi garantileyebilir. Buna ilaveten Dışişleri,
Pentagon ve Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’nün kurumsal ağırlığı
‘tek adam’ tiyatrosuna engel olabilir. Tabii Trump ilk dönem
kurumsal yapıyı Trumplaştırmak için elinden geleni yaptı. Yine
yapacaktır.
Bazı öncelikler iki partili; Demokratlar ve Cumhuriyetçiler
örtüşüyor ya da birbirinin politikalarını öldürme yoluna gitmiyor.
Özellikle dış politikada. İran’la hesaplaşma, Rusya’ya sınır çekme
ve Çin’i çevreleme kurumsal bir politika.
Mesela Trump’ın Çin mallarına koyduğu gümrük tarifelerini
Biden-Haris yönetimi kaldıramadı. Şimdi Trump vergi tarifesini
genel ithalatta yüzde 10-20'ye, Çin'den ithalatta yüzde 60’a
çıkarmak istiyor. Bu arada yüzde 20 gümrük tarifesi Avrupa’yı da
kara kara düşündürüyor.
Tartışmalarda Harris’e de ‘Boş konuşma, benim koyduğum tarifelerle
çok para topladınız’ mealinde çatıyordu. Haksız değildi. Çin’le
ticaret savaşı ölçek farklılıklarıyla devam ediyor. Yine
Demokratlar kendi eserleri olan İran’la nükleer anlaşmaya geri
dönemedi. Kudüs’ü İsrail’in bölünmez başkenti ilan eden ve
Golan’daki ilhakı tanıyan kararlar da korundu.
Yani Trump birçok konuda kesinti olmamış gibi kaldığı yerden devam
edebilir.
***
Trump iktidardayken savaş çıkarmamış olmakla övünüyor. Fakat
halihazırda Orta Doğu’da yürüyen çok cepheli bir savaş var.
Ukrayna'da da öyle…
Trump’ın belirsizliği çatışma alanlarında büyük bahislerin
açılmasına neden oluyor. Kendi döneminde çıkmasa da mevcut
savaşları bitirmeden istediği düzeni kuramaz ya da ilk döneminde
başlattığı iş odaklı girişimlere dönemez.
“Ben başkan olsaydım Rusya, Ukrayna’ya giremezdi” diyor.
Ukrayna’da savaşı Putin’le konuşarak 24 saat içinde sonlandırmaktan
söz ediyor. Ama bunun nasıl olacağını söylemiyor. Buradaki
belirsizlik iki yönlü bir hareketi akla getiriyor: Ateşin gücünü
artırarak Putin’i makul bir anlaşmaya zorlamak ya da kestirmeden
Kiev’in fişini çekmek. 24 saatte bitirme sözü ikincisine işaret
ediyor. Bu yolla Rusya’ya zafer kazandırırsa Kongre’de kaşıntı
yapabilir. NATO’da savaşı sürdürmekten yana olan ortaklarını da
bunalıma sokabilir. Ya savaşı kaybettiren güçsüz bir lider ya da
savaşı bitiren bir muktedir olarak anılacak! Karar verirken illaki
Kongre’yi koklayacak.
İran, bahisleri en fazla kızıştıran konu. İran’ın belini kırma
siyasetine döneceği kesin. Önceki sicili, yıpratma stratejisinin
büyük güçler arası bir savaşı dışladığını söylüyordu. Peki İsrail
Başbakanı Benyamin Netanyahu, Trump’tan aldığı cesaretle İran’a
saldırırsa ne olacak? İran’a karşı tehditkar çıkışlarına rağmen
Trump’ın Netanyahu’nun oynamak istediği oyuna girmesi çantada
keklik bir durum değil. Bunun için üzerinde durulan bir eşik var;
eğer Tahran nükleer silah edinmeye yaklaşırsa İsrail’le birlikte
İran’ı vurabilir. Bu senaryo Demokrat başkan için de dışlanmıyor.
İsrail’in saldırıları atom bombası edinmeyi yasaklayan doktrinin
değiştirilmesi yönündeki tartışmaları kışkırttı. Dini lider Ali
Hamaney geçen hafta şeri kıstasları hatırlatarak bunun önünde
durduğunu teyit etti. Ama stratejik tesislere karşı yıkıcı bir
saldırganlık, fetvaya temel teşkil eden değerlendirmeyi
değiştirebilir.
Trump’ın A takımında yer alan isimlerin hazırladığı 2025 Projesi
adlı bir politika programı var. Bu program, İran'ı Çin, Rusya,
Kuzey Kore ve Venezuela ile birlikte tehdit olarak sayıyor. Daha
fazla yaptırım, Çin gibi Tahran’la iş yapan ülkelere baskı, İran’ın
müttefikleri ülkelere (Suriye-Yemen) insani yardımların kesilmesi,
İranlı muhalif gruplara el atılması ve Körfez ülkelerinin savunma
kapasitelerinin artırılması öneriliyor. Yani rejim değişikliği
hedefinden söz edilmese de “İran’la uğraşacağız” diyen bir politika
belgesi. Muhtemelen bu programın yazarları Beyaz Saray, Dışişleri
ve Pentagon’daki eski mevzilere dönecek. Demokratların politika
belgesinde de İran’ı caydırmak en önemli hedefti. Harris de İran’ı
'ABD’nin düşmanı' olarak tanımlıyordu!
Öneriler her halükarda İran’ın boğazına çökmeyi tavsiye ediyor.
Burada açmazlar var. Rusya ve İran’a yaptırımlar, Çin’e avantajlı
ilişkiler geliştirme imkanı verdi. Kuzey Kore de kendi
yalnızlığından kurtulacak kanallar buldu. Trump düşman ve hasımlar
arasındaki güç birliğine neden olan tazyik politikalarını bu sefer
gözden geçirmek zorunda kalabilir. İlk dönemden çok farklı bir
tablo var. ABD açısından hasımların birbirine yaklaştırılmaması
stratejik öncelikti. Trump iş adamı kafasıyla bu denklemi bozacak
yollar arayabilir. Bunun yolu da savaş değil anlaşmadan
geçiyor.
Trump’ın İran-İsrail arasındaki misilleme sarmalında bir dahli yok.
Taraflar arasında bir caydırıcılık denklemi kurulduğu da farz
edilebilir. Bu iki noktadan hareketle Trump potansiyel bir savaşın
eşiğinden eski gerilim sayfasına dönüşü çıkar bir yol olarak
görebilir. Bunu derken Trump’ın öngörülemez bir başkan olduğunu da
hatırlatmak gerekiyor.
***
Filistin konusunda ise Trump’tan merhamet beklemek beyhude.
Netanyahu’nun gözü yollarda kaldı. Netanyahu’nun Savunma Bakanı
Yoav Galant’ı kovması Trump’ın zaferini satın aldığına yorulabilir.
Fakat Biden’ı aşağıladığı gibi Trump’ı aşağılayamaz. Trump’ın
narsist kişiliği, Netanyahu’yu sınırlandırabilir. Trump soykırım
operasyonunu desteklerken bu işi hızlıca tamamlamasını istiyordu.
Trump, İsrail’e sonsuz destek ile uzayan bir savaşın ABD’nin
bölgesel çıkarları ve ilişkileri üzerinde yarattığı tahribat
arasında bir muhasebe yapmak zorunda kalabilir.
O yüzden Netanyahu’dan her ne yapacaksa elini çabuk tutmasını ve
güçlü bir noktadayken Orta Doğu’da hedeflenen ‘yeni düzen’ için
diplomatik-siyasi angajmana geçilmesini isteyebilir. Abraham
Anlaşmaları ile Araplarla ilişkileri normalleştirmiş bir İsrail’in
pivot bir güç olacağı önermesi Trump’ın dünyasında cazibesini
koruyor. Önceki dönemde pişirdikleri Yüzyılın Barışı girişimini de
güncelleyip yeni bir yol haritasına dönüştürebilirler.
***
Körfez ülkeleriyle askeri ilişkilerin yanı sıra İran, Irak ve
Yemen’le ilgili CENTCOM’un geliştirdiği stratejilerin de
belirleyici olacağı öngörülebilir. 2019’da CENTCOM’un
değerlendirmesi Suriye’de askerlerin çekilmesi kararını da tersine
çevirmişti.
Trump açısından Biden döneminde Suudi Arabistan’la başlatılmış
stratejik ortaklık müzakerelerini sürdürmemek için hiçbir neden
yok. Hem Demokrat hem Cumhuriyetçi senatörler İsrail’le
normalleşmeyi içeren bir anlaşmaya sıcak bakıyor. Bu, Trump’ın
Abraham Anlaşmaları ile varmak istediği hedeflerle de uyumlu.
Burada temel soru; Riyad’ın Filistin devletinin kurulması yönünde
aradığı şart ne olacak? Bu şartı belirsiz taahhütlerle aşmaları
mümkün. Yerine getirilemeyen iki devletli çözüm planı İsrail’in
işgalci-istilacı istikametini hiç bozmadı. Suudilere verilecek bir
söz mü bozacak?
Suudiler, İran’la olası bir çatışmada mutlak bir koruma
taahhüdünü ortaklık anlaşmasında görmek istiyor. 2019'da Suudi
petrol tesisleri saldırıya uğradığında Trump etrafta ıslık çalarak
dolaşıyordu. İran’a karşı güç kullanmayı reddetmişti. İran’a karşı
sert politika ateşin kıyısında dans ettiriyor ama savaştan kaçınan
bir temkinliliği de içinde barındırıyor. Trump bütün maliyeti
Suudilere yıkmadan ve deve yüküyle çek almadan taahhüt altına
girmez. Ayrıca Suudilerin Çin’le ilişkileri sınırlandırması
yönündeki Amerikan beklentisi de Trump’la birlikte daha ciddi bir
koşula dönüşebilir. Fakat Trump’ın Orta Doğu’da oynamak istediği
oyun da tam olarak bu. Ortakları sömürmek! Amerikan sunağına kurban
istemek. Tabii İran’ın tehdit olarak kalması, bölgedeki Amerikan
düzenini temin ediyor. Kollarını kesmeyi çok isteseler de İran’la
gerilimi düşürmemeleri bir tercihtir.
Sonuç olarak şeytana külahını tersinden giydirecek bir kişilikten
ters köşe vuruşları da beklenebilir. Amerikan hegemonyasının hem
kullanacağı tehdide hem de dostları temin eden girişimlere ihtiyacı
var. Bölgede eski sömürgecilerin altından halıyı çekip kendi nüfuz
alanını oluştururken Araplara bazı güvenceler vermeyi ve yeri
geldiğinde İsrail’in önüne kırmızı çizgiler çekmeyi akıl
edebilmişlerdi. Hegemonyanın yeniden inşası için açılımlara
ihtiyaçları var. Araçsallaştırabilecekleri girişimler Abraham
Anlaşmaları, Yüzyılın Barış Planı ve İsrail merkezli ulaşım
koridoru vs. Bütün bunlara geri dönmek evvela sıcak cephelerin
kapanmasını gerektiriyor. Trump’ın sepetinde ne var! Sabah uyanınca
kendisi bakacak, biz de göreceğiz.