Trump görüşmesinden geriye kalan: İlişkilerde Soğuk Savaş mantığına geri dönüş

Trump’ın görüşme sonrasında yaptığı kısa konuşmada dile getirdiği gibi, ilişkiler Soğuk Savaş dönemindeki gibi çok dar bir alana, güvenlik konusundaki işbirliği konusuna sıkışıp kaldı. Gelinen noktada ABD açısından Türkiye’nin rolü Suriye’de negatif olarak görülürken, geriye halen devam eder gözüken İran konusunda işbirliği ile ileride gündeme gelebilecek olan Rusya’yı çevreleme olasılığı karşısında Türkiye’nin desteğiyle sınırlı kalıyor.

İlhan Uzgel iuzgel@gazeteduvar.com.tr

Erdoğan’ın çok ümit bağladığı Trump görüşmesi baş başa 20 dakika, heyet olarak da bir buçuk saat sürerek en azından zaman olarak bekleneni vermedi. Zaten Erdoğan’a yakın medya da görüşmeden herhangi bir kazanım elde edildiğini yazamadı. Dünyadaki imajı bozulan, içeride referandumdan beklediği sonucu elde edemeyen ve bir pazarlık gücü olmayan Erdoğan’ın bu görüşmeden, kendi yarattığı yüksek beklentiye karşılık gelecek bir kazanç elde etmesi zordu. Örneğin, daha ziyaret başlamadan Trump PYD’ye ağır silah verilmesini onaylamış, ama Türkiye karşılığında bırakın İncirlik konusunu gündeme getirmeyi Amerikan büyükelçisini Dışişleri Bakanlığı'na çağırmayı muhtemelen aklından bile geçirmemişti.

Görünürde somut bir şey elde edilemediyse de bu görüşmeyi ilginç ve önemli kılan bazı yönler var.

'TRUMP İYİ, ÇEVRESİ KÖTÜ'

İslamcı ve muhafazakar siyaset açısından ABD ile ilişkilerde yeni keşfedilmiş bir formülasyonla karşı karşıyayız. Daha Amerikan seçim kampanyası sırasında geliştirilmiş olan ve inanılmaz bir şekilde Hillary Clinton’un kampanyasının Gülenciler tarafından finanse edildiğini savunarak, Trump’a oynayan, onu destekleyen bir sağ siyaset anlayışı bu. Obama döneminde bozulan ilişkiler, Trump seçildiğinde düzelecek, Türk-Amerikan ilişkileri rayına oturacaktı. Bu arada Trump ve ekibinin İslamofobik, yabancı düşmanı, cinsiyetçi dili, Neo-conlardan daha tutkulu bir şekilde İsrail yanlısı olması vs hiç sorun edilmedi. Hatta, Yeni Şafak yazarları anlaşmış gibi, Trump’ı aklamaya, özellikle PYD politikasında Obama döneminden kalan bürokratları suçlamaya, tam olarak tanımlamamış bir ABD derin devletini sorumlu tutmaya çalıştılar. Bir yazar doğrudan Trump’ın kendi 28 Şubat sürecini yaşadığını bile yazabildi. Oysa, ABD Suriye’nin kuzeyinde stratejik bir kazanım elde etmişti ve Rusya’nın bile itiraz etmediği bu kazanımdan Türkiye istemiyor diye Trump’ın vazgeçmesini beklemek anlamsızdı. Trump adına bahane yaratmaya çalışan bu söylem ayrıca Türkiye’deki muhafazakar/İslamcı kesimin pragmatizminin ve iktidarda kalmak için kendi ilkelerinden ne kadar kolay vazgeçebildiğinin bir başka göstergesi olarak tarihte yerini aldı.

AVRASYA SEÇENEĞİNİN YETERSİZLİĞİ

Bilindiği gibi Erdoğan, ABD ziyaretinden önce Hindistan, Rusya ve Çin ziyaretlerinde bulundu. Çin’de Bir Kuşak Bir Yol projesi çerçevesinde düzenenlenen foruma katıldı ve burada Şi Ciping ve Putin’le üçlü bir zirve gerçekleştirdi. Türkiye’deki Avrasyacıları çok memnun eden bu görüşme, bir bakıma Trump’la görüşmeden önce Türkiye’nin elindeki seçenekleri göstermesi açısından önemli bir hamle olabilirdi ama zaten Erdoğan’ın bu gezisi belli iken ve Hulusi Akar, Hakan Fidan ve İbrahim Kalın’dan oluşan öncü heyet Washington’dayken Trump PYD’ye ağır silah verilmesini öngören kararı imzalamıştı. Gerek Sincar’a yönelik hava harekatı, gerekse Avrasyacılık kozu görüşmenin içeriğinde bir değişiklik yaratamadı.

TÜRKİYE’NİN ELİNDE BİR KOZ YOK

Erdoğan 2002’den bu yana görüştüğü bu üçüncü ABD başkanıyla ilk kez elinde sunabileceği hiçbir koz olmadan bir araya geldi. Elinde en az üç taleple –PYD’yi bırak bizi al, Gülen’i ver, Zarraf’ı serbest bırak- girdiği görüşmede, karşılığında ABD’ye sunabileceği, ABD’yi caydırabileceği, zorlayabileceği gücü, aracı yoktu. Türkiye belki de ilk kez ABD ile ilişkilerinde bir şeyi yapmamak, Suriye’nin kuzeyi konusunda ABD’ye sorun çıkarmamak gibi pasif bir konumdan pazarlık yapmak, diğer bir deyişle, kendi kırmızı çizgisinden geri çekilmeyi öne sürmek zorunda kaldı. Buradaki tek pazarlık süreci Türkiye’nin bir süredir sertleştirdiği PKK ile mücadele yöntemine ABD’nin ses çıkarmaması karşılığında, aslında kamuoyuna PYD ve Suriye’deki bir Kürt oluşumuna karşı direnç gösterdiği imajını vererek bir uzlaşmaya gitmiş olabileceğidir ki, bunu 1990’ların başında Kuzey Irak’taki Kürt oluşumunun karşılığında PKK’nın tasfiye edilmesi sürecinde görmüştük. Dolayısıyla, ABD açısından önemli olan Türkiye’nin, IŞİD ile mücadelede aktif bir katkı sağlaması değil, Suriye’deki çoktan belirlenmiş olan Kürt siyaseti konusunda ayak bağı olmamasıydı.

İLİŞKİLERDE GÜVENLİK KONUSUNUN YÜKSELİŞİ

Soğuk Savaş döneminde Türk-Amerikan ilişkilerinde Sovyetlerin çevrelenmesi, sonrasında İran ve Irak’a yönelik uygulanan “çifte çevrelemenin” yürütülmesi, enerji alanında işbirliği, (örneğin Bakü-Ceyhan boru hattının inşası) Türkiye’nin AB üyelik sürecinin desteklenmesi (hem Clinton yönetimi hem de İsrail Gümrük Birliği’nin onaylaması için doğrudan AB üzerinde baskı yaptılar) Balkanlarda ve Kafkasya-Orta Asya’da işbirliği gibi geniş bir alana yayılan ilişki biçimi vardı.

Bush döneminde başlatılan ve Obama döneminde devam eden Ortadoğu’da otoriter rejimler yerine ılımlı Islamcılarla çalışma girişimi sırasında ilişkiler “model ortaklık” olarak tanımlandı. Yani, ABD ile ortak, Ortadoğu’ya ise model olacaktı Türkiye. Ama AKP “ılımlı İslamcı” olmaktan vazgeçip, bölgesel hakimiyet kurmaya kalkışınca ve genel olarak da İslamcılığın ılımlaştırılarak iktidara taşınması siyaseti (moderation-inclusion) başarısız olunca ilişkilerde bir konu daha gündemden düşmüş oldu. Trump yönetimi bir de insan hakları ve demokratikleşme konusunu dış politika gündeminden çıkarınca Türkiye’yi zorlayan bu konu da artık gündemde yer almamaya başladı. Bu durumda da, Trump’ın görüşme sonrasında yaptığı kısa konuşmada dile getirdiği gibi, ilişkiler Soğuk Savaş dönemindeki gibi çok dar bir alana, güvenlik konusundaki işbirliği konusuna sıkışıp kaldı. Gelinen noktada ABD açısından Türkiye’nin rolü Suriye’de negatif olarak görülürken, geriye halen devam eder gözüken İran konusunda işbirliği ile ileride gündeme gelebilecek olan Rusya’yı çevreleme olasılığı karşısında Türkiye’nin desteğiyle sınırlı kalıyor.

ABD sisteminin Rusya’yı sıkıştırma ve çevreleme politikasına geçmesi durumunda, Türkiye’ye olan ihtiyacın artması ihtimali açık duruyor. Böyle bir durumda Türkiye, ABD yanında yer alırsa, Washington gözündeki önemi artar ama bu kez Rusya’yla karşı karşıya geleceği için başka sorunlar yaşamaya başlar.

Sonuç olarak Trump, desteğine ihtiyaç duyduğunu bu kadar hissettiren Erdoğan’ı şimdilik gözden çıkarmayacağını, ama daha iyi ilişkiler için biraz daha sadakat beklediğini göstermiş oldu. Görüşme sonrasında Erdoğan Kasım ayındaki seçim başarısını “efsanevi” bularak Trump’ı kutlarken, Trump’ın Nisan ayında referandumu kazanmış olan Erdoğan’ı kutlamayıp, Soğuk Savaş dönemindeki güvenlik ilişkilerine vurgu yapması, Türk generalleri övmesi dikkat çekiciydi. İlişkilerde insan haklarının bir gündem maddesi olarak ortadan kalkması Erdoğan’ı rahatlatan bir gelişmeyken, güvenlik boyutunun bu kadar öne çıkması ise o ölçüde rahatsız edici olmalı çünkü ikili ilişkilere bu perspektiften bakılması, Erdoğan’ı önemli kılan değil, daha çok sıradanlaştıran, siyaseti Erdoğan’ın siyasal kimliğinden bağımsızlaştıran bir çizgiye çekiyor, bütün yük siyaset yapma tarzına indirgeniyor, ilişkiler ihaleye çıkarılmış oluyor. Ayrıca, hatırlamak gerekir ki, Soğuk Savaş mantığında ilişkiler hem çok daha hiyerarşikti hem de Türkiye gibi ülkelerin hareket alanı çok daha dardı.

Tüm yazılarını göster