Trump ve Avrupa
Erdoğan veya Trump gibi yeni milliyetçileri iktidara taşıyan ortak söylemler aynı: 'Avrupa Birliği ya da NATO gibi birlikler sorunları çözemez, tam tersine sorun üretirler' Bu söylem diktatör eğilimli insanları iktidara taşıdığına göre, paktlar işlevlerinin gözden geçirilmeli.
Ayşegül Karakülhancı Duman
KÖLN- Amerika Birleşik Devletleri’nde seçimleri Donald Trump’ın kazanması, bazıları için beklenmedik, bazıları için akıl almaz, kimileri için de oldukça normal bir sonuçtu.
Almanya bu sonuca kesinlikle hazır değildi. Yaşanılan şokun ardından Angela Merkel’in yaptığı açıklamada “Amerika’yı ve Almanya’yı birleştiren, demokrasiye, özgürlüğe, yasalara, din, ırk ve kökenden bağımsız insan onuruna, cinsiyet, cinsel yönelim ve tercihlere, politik duruşa saygı” gibi ortak değerlerden bahsettikten sonra, bu temel değerler üzerinden Trump’a “sıkı bir ortak çalışma öneriyorum” dedi. Merkel ortak çalışmak için elini uzattı ama belli şartlar altında olduğunu da vurgulayarak.
Almanya Başbakan Yardımcısı ve SPD Başkanı Sigmar Gabriel ise, “Trump bizlere bir uyarıdır, kendisi uluslararası yeni bir otorite ve şovenizmin öncüsüdür” diye oldukça sert bir açıklamada bulundu. Almanya’nın özellikle hükümetin birkaç yıldır, başta Yunanistan ve Portekiz ekonomik krizleri nedeniyle AB üye ülkeleriyle sıkıntılı ilişkileri mevcut. Almanya dışında AB’nin birçok ülkesinde iç politika ve ekonomide çok ciddi sorunlar var. Ukrayna-Rusya savaşı, Suriye savaşı ve mülteci krizi, İngiltere’nin AB’den çıkma kararı, Rusya’da Putin’in agresif politakaları derken, son zamanlarda bu problemlere müttefik ülke Türkiye’nin AKP hükümeti ve Erdoğan ile mülteci krizi, ve Erdoğan’ın diktatörleşme yolundaki siyaseti eklenmişti. Almanya ve AB kendi içinde her geçen gün artarak devam eden Türkiye kökenli Kürt ve sol muhaliflerin Erdoğan ve Merkel politikları karşıtı protestolara sahne olurken ve Erdoğan’la ortak politika üretmek gittikçe zorlaşırken, AB ve Almanya’nın bu karanlık tablosuna, Trump’ın başkan seçilmesi eklendi.
Seçim dönemi boyunca hem Avrupa’yı hem Almanya’yı sert bir dille hedef alan konuşmalar yapmış bir Amerikan Başkanı, Almanya’da yeni parlemento seçimlerine bir yıl kala oldukça ciddi bir dış politika sorunu olacak gibi görünüyor.
Nitekim Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier'in, 9 Kasım çarşamba günü yaptığı ilk açıklama bu doğrultudaydı: “Güzel şeyler söylemeyeceğim, birçok şey zor olacak” dedi ve devamında, ”ama her şeyden önce umut ederim ki, uluslararası politikada büyük bir kırılma yaşamayız. Trump’ın Avrupa ve Almanya için seçimlerde sarf ettiği eleştirilerden dolayı Amerika dış politikası bizim için şu anda çok az öngörülür durumda. Politik kültürümüzü korumalıyız ve mantıklı olmak zorundayız” dedi. Tabi genel olarak Hristiyan Demokratlar’dan (CDU), Sosyal Demokralar’dan (SPD), Yeşiller’den ve Sol Parti’den (Die Linke) gelen açıklamalar, Amerika'nın otoriteye kayması ve ortak çalışmaların nasıl devam edeceğinin bilinmemezliği ile ilgili.
En ciddi sorunlardan biri AB ile Amerika arasında imzalanacak olan serbest ticaret antlaşması TTIP’in (Transatlantic Trade and Investment Partnership) geleceği. TTIP’ten sorumlu AB Ticaret Komiseri Cecilia Malmström ABD seçimi ertesinde yaptığı açıklamada, bu antlaşmanın bir süre de olsa rafa kalkacağını, Trump’la nasıl devam edileceğinin tamamen belirsiz olduğuydu. Fransa Dış Ticaret Sekreteri Matthias Fekl de ABD ile bu konudaki görüşmelerin durdurulmasını talep etti, Avusturya da Fransa ile hemfikir antlaşma konusunda. Trump seçimler boyunca TTIP’e karşı çıkmış ve Amerikan endüstrisindeki iş alanlarını yok edeceğini savunmuştu. Ama Almanya resmi olarak hâlâ bu antlaşmayı savunmakta. (Kısa bir not düşmeliyiz ki, Avrupa kamuoyu da uzun zamandır ABD ile planlanan TTIP ve Kanada ile yapılan CETA gibi serbest ticaret antlaşmalarına sağlık, çevre koruma ve vergi gibi sebeplerle zaten karşı. Eylül ayında birçok Avrupa ülkesinde kitlesel protestolar yapılmıştı)
AB Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ZDF kanalında yaptığı açıklamada, bu sonuca sevinmediğini ama bir şans verilmesi gerektiğini söyleyerek, “AB ve ABD arasındaki ilişkilerin global istikrarın temeli” olduğuna vurgu yaptı. AB Komisyon Başkanı, Jean Claude Juncker ve AB Danışma Kurulu Başkanı Donald Tusk, “stratejik ortaklığın” önemini dile getirerek, en yakın zamanda AB ve ABD arasında bir zirve yapılması gerektiğini ifade ettiler.
9 Kasım’da Spiegel online Brüksel muhabiri ve yazarı Markus Becker, “ABD seçimi Brüksel için kötü bir uyanış olsa da, sonuçta uyanış uyanıştır” diye yazdı ve bu oldukça doğru bir saptama. Gerçekten de 9 Kasım'dan bu yana AB ve Almanya basınında, politika yapılışı sorgulanmakta, özellikle Avrupa’nın ortak insani değerleri ile ilgili konulara vurgu yapılmakta, seçmen duruşu daha çok analiz edilmekte. Artık “Avrupa kendi iç problemleri ile ilgilenmeli” ve “dünya sahnesinde kendi rolünü sorumluca oynamalı” gibi yorumlar yapılıyor. İlerde Amerika’nın dünya politikasını ve ekolojisini önemsemeyen hamlelerde bulunmasının önüne geçmek Avrupa Birliği’ne önümüzdeki süreçte düşen rol olacak diye düşünülüyor.
Hem AB ülkeleri hem de Almanya için en zoru, kimsenin Trump’ın gerçekten ne istediğini bilmemesi.
Nükler silahların kullanımından, NATO’ya, ticari antlaşmaların geleceğinden, iklim değişimi ve çevre problemlerine kadar, kimsenin nasıl bir ortaklık olacağı konusunda bir fikri yok ve politik çevreler şimdilik bu konularda oldukça endişeli. Ama en çok endişe verici tarafı, Avrupa kıtasında benzer aşırı sağ popülist politikacıların ve partilerin iktidara gelmeleri veya yaklaşabilecekleri gerçeğinin daha da net biçimde ortaya çıkmış olması. Mesela Fransa’da aşırı sağcı Marine Le Pen’in iktidara gelmeyi başarması durumunda ne olacak? İtalya’da benzer bir süreç içerisinde... Hatta Almanya’da aşırı sağcı popülist parti AfD’nin önümüzdeki seçimlerden daha güçlü çıkması, şaşırtıcı olmaz. Eğer Merkel ve SPD koalisyonu bu son yılı da, hatalarla dolu olan ekonomi ve göçmen politikalarında ısrarla devam ettirirse, aşırı sağ partinin sıçrayış yapması şaşırtıcı olmamalı sorumluları açısından. Nitekim AfD’nin bu yükselişini son bir kaç eyalet seçiminde net şekilde gördük.
Ne olursa olsun, sonuçta birçok faktörün bir araya gelmesi Trump’ın seçilmesinde etkili oldu. Ama Avrupa için gözden kaçırılmaması gereken bir nokta, insanların artık yeni bir dünya düzeni istedikleridir. Gerek sağ muhafazakarlar, gerek sosyal demokratlar, gerekse de liberaller bu doğru politikayı üretemezlerse, politikayı tüm kanallardan anlaşılır, açık bir dille anlatamazlarsa topluma, popülist sağ partilerin en kolay yoldan iktidara gelmesi kaçınılmaz son olur.
İster ABD olsun, ister Fransa, Almanya veya Türkiye olsun, Erdoğan veya Trump gibi yeni milliyetçileri iktidara taşıyan ortak söylemler aynı: Avrupa Birliği ya da NATO gibi birlikler sorunları çözemez, tam tersine sorun üretirler. Sağ popülistler, bu paktları işe yaramaz şeklinde gösteriyorlar, hatta bu kurumlarla dalga geçiyorlar. Bu söylemler diktatör eğilimli insanları iktidara taşıdığına göre, gerçekten bu paktların işlevlerinin gözden geçirilmesi gerekiyor. Avrupa Birliği ülkelerinin politikacılarının kendilerini yeniden yapılandırmaları şart görünüyor. Sağ yükselişi durdurmak için daha sorumlu sosyo-ekonomik programlar üretmelerinin zaruriyeti bir kere daha Trump’ın başkanlığıyla ortaya çıktı. Bu durumu Avrupa’nın yeni bir sorgulamanın başlangıcı olarak değerlendirip değerlendiremeyeceğini, herkesi bir arada tutabilecek ortak toplumsal değerleri yenileyip yenileyemeyeceğini Amerika ile Avrupa Birliği’nin karşılıklı ilişkileri ve ekonomik çıkarları gösterecek. Avrupa’nın sağ popülizmden kurtulmasının hâlâ bir çıkışı olabilir, politikacılar ve toplum tüm bu gelişmeleri doğru okumayı başarırsa.