Korona virüsü pandemisinin küresel siyasete etkileri üzerine
konuşmak mümkün ama zor. İlk başta yapılan analizlerin bir kısmı
boşa çıktı bile. Çin hegemonik üstünlüğü ABD’den alacak, kapitalizm
ve onun son versiyonu neoliberalizm sona erip sosyalizm gelecek, o
olmazsa sosyal devlet anlayışına geçilecek, AB bitecek,
postmodernizm çökecek ve Aydınlanma yeniden keşfedilecek, din ile
hesaplaşma yaşanacak, Trump seçimi kazanamayacak, AKP bu sefer
kesin gidecek vs. Bunlardan bazıları gerçekleşebilir de. Ama en
kolay olanı kestirmeden “artık hiçbir şey aynı olmayacak” klişesini
tekrarlamak. Küresel salgının tam ortasındayız ve siyaset her yöne
evrilebilir. Birkaç ay sonra etkin bir ilaç veya aşı bulunsa
salgının etkileri başka, iki yıl böyle devam ederse çok daha başka
olabilir. Salgın kontrol altına alındıktan sonra birçok şey aynı da
kalabilir. ABD hegemonyası devam eder, AB yara alır ama dağılmaz,
devletler sosyal uygulamalardan vazgeçer, Trump yeniden
seçilebilir, AKP kalır, inananlar dünyanın heryerinde tanrının
kendilerini virüs ile sınadığını söyleyip inançlarına daha çok
sarılabilirler. Somut bir örnek vermek gerekirse ocak ayında salgın
Çin’i vurmuşken, virüsün ABD tarafından Çin’in yükselişini
yavaşlatmak için geliştirmiş bir biyolojik silah olduğu söylentisi
dolaşıyordu. Şu anda ise tersi daha popüler görünüyor.
O yüzden bu yazıda, gelecek öngörüsünden çok, ABD’nin hegemonik
pozisyonuyla pek bağdaşmayan korona virüsü salgınıyla mücadelesine
odaklanacağım. 10, 30, 50 yıllık planlar yaptığı söylenen, her yere
eli kolu uzanan hegemonik bir gücün, nasıl olup da hastanelerinin
acil ve yoğun bakım servislerinin, kendi doktorlarının ifadesiyle,
Üçüncü Dünya görüntüsü verdiğini, dünyanın finans merkezi olan,
borsasında her gün milyarlarca dolarlık parayla oynanan bir şehrin
hastanelerinin maske, önlük, solunum cihazı gibi nispeten basit
tıbbi materyel eksikliği çekmesinin neden ve sonuçları üzerinde
durmaya çalışacağım.
HERŞEY KONTROL ALTINDA
Genel kabul gören görüş, ABD’nin en büyük talihsizliğinin Trump
gibi birinin başkan olduğu bir dönemde bu krize denk gelmiş olduğu.
Trump yönetiminin ihmalkarlığının ötesindeki yapısal nedenlere de
değinmek gerekiyor ama burada hızlı ve etkin sonuç yaratacak karar
almanın önemli olduğu da ortada. ABD’de ilk vaka 29 Ocak’ta, hatta
G. Kore ile aynı gün tespit edildi. Sonrası ise tamamen farklı iki
ayrı hikaye olarak gelişti. Hasta sayısı 15’e çıktığında bile Trump
herşey kontrol altında, 15’i sıfıra indireceğiz, panik salgından
daha tehlikelidir diyordu. Hatta, ilginç bir şekilde Amerikan
medyasında buna benzer yorumlar yer alıyordu. Trump kendisine özgü
narsistik ve bayağı tarzıyla bu konuyu uzmanlardan daha iyi
bildiğini söylüyor, hangi şehrin ne kadar solunum cihazına ihtiyacı
olduğunu tespit ediyor, 100 bin ölü olursa iyi bir iş çıkarmış
oluruz diyecek kadar yüzsüz bir şekilde çark edebiliyordu. Şu anki
rakamlar 330 bin hasta ve 9100 ölüm şeklinde. Tabii bu rakamları
nüfusa oranlamak gerekiyor. ABD bir milyon kişiye bin hasta
sayısıyla ortalarda yer alıyor. Örneğin, İspanya, İsviçre, İtalya,
Belçika, Almanya ve diğer birçok Avrupa ülkesinden hâlâ daha az
hastaya sahip. (Salgının geç geldiği ve tırmanmanın sürdürdüğü
Türkiye’de bu oran 321) Ölü sayısında da bir milyona 29 kayıp ile
ABD’nin oranı İspanya ve İtalya’dan 10 kat daha az. (Türkiye’de bu
sayı 7, Çin’de ise 2). Her durumda ABD Çin ile
karşılaştırıldığında, Çin’in verdiği rakamların doğruluğu
tartışmalı bile olsa, şu anda özellikle Vuhan’a dönmüş olan New
York başta olmak üzere, dünyada salgının merkezi haline geldi.
YENİ SİYASETTE SAĞLIĞA BAKIŞ
ABD yönetimi bir süredir küresel sağlık konusunda ve kurumsal
düzenlemelerde, içeride ekonomiyi insandan öne, dışarıda ise Önce
Amerika anlayışına paralel olarak geri çekilmeye başladı. ABD
küresel sağlık programlarına katkısını yüzde 35 azaltırken, Dünya
Sağlık Örgütü’ne katkısını da yüzde 50 azaltma kararı almıştı.
Salgın hastalıklarla ilgili olarak Ulusal Güvenlik Konseyi içindeki
salgınla mücadele birimini de iki yıl önce kapatmıştı. Bunun
zorunluluktan değil, tercihten kaynaklandığı belli. Yoksa ABD’nin
sahip olduğu teknoloji, imkanlar, yetişmiş insan kaynağı, normal
koşullarda bu salgınla başetmeye yeterliydi. Aslında ABD tıbbi
teknoloji, hastane (tabii hepsi özel) kalitesi, ilaç ve yüksek
teknolojiye sahip cihaz üretiminde lider konumunda. Ama sağlık
toplumsal bir konu olarak değil, sağlık endüstrisi, sigorta sistemi
ve halk arasında bir ticari faaliyet olarak görüldüğü için topluma
yönelik bir sağlık anlayışına sahip değil. Yine, bu konudaki iki
kurumu CDC (Center for Disease Control and Prevention) 11 milyar
dolarlık bütçeye ve 10 bin civarında personele sahipken, Ulusal
Bulaşıcı Hastalıklar ve Alerji Enstitüsü yine 5 milyar dolar
bütçeleriyle dev kuruluşlar. Ama yönetim bu iki kurumun ve Sağlık
Bakanlığı'nın bütçesinde bu dönem için azaltmaya gitti. Yine, Trump
yönetimi virüse karşı daha erken önlem almak yerine, bunu Çin’e
karşı bir stratejik kazanç kapısı haline getirmeye çalıştı. ABD
teknolojik imkanlarını örneğin İran’ın virüsten ölenlerin gömüldüğü
mezarların görüntülerini yayınlayarak ölü kaybını az gösterdiğini
kanıtlamaya, yine CIA, Çin’deki gizli elemanlarıyla gerçek sayıyı
bulmaya çalışıyordu.
KONTROL DAMATTA
ABD’deki ilk vaka tespit edildiğinde, 29 Ocak’ta mantıklı bir
şekilde Beyaz Saray içinde Başkan Yardımcısı Pence başkanlığında
bir korona virüsü Görev Birimi kuruldu. Fakat tuhaf bir şekilde bir
de Trump’ın damadı Jared Kushner’ın kurduğu bir başka birim var.
Kushner burada yönetim içinde kendisine yakın birkaç kişi ve biri
üniversite yurdundan oda arkadaşı, diğer ünlü Mc Kinsey şirketinden
olmak üzere çoğu iş dünyasından tanıdıklarıyla çalışmaya başladı.
Dahası, Trump’ın salgını ciddiye almayan yaklaşımında da, Google’ın
korona virüsüyle ilgili bir test yönlendirme websitesi geliştirdiği
yanlış bilgisini de ve New York eyaletinin aslında talep edildiği
kadar solunum cihazına ihtiyacı olmadığı iddiasını da Amerikan
medyasının görüştüğü uzmanlar damat Kushner’e bağlıyorlar. Kushner
soruna, yönetimin ve zamanın ruhuna uygun bir “yatırımcı bir
yaklaşım” getirdiğini savunuyor ve bazı kararlarda bürokratik
mekanizmaları atlıyor. Bu grubun faaliyetleri yeterince şeffaf
bulunmuyor, mücadelede yetki karmaşası yaratıyor, şirket bağlantısı
ile yönetim arasındaki ilişkiler açısından etik sorunlar yaratıyor.
Sağlık ve salgın konusunda hiçbir uzmanlığı ve deneyimi olmayan,
geçmişte girdiği her işi batırmış, bir ara Filistin sorunu için
“asrın çözümü” adıyla pazarladığı çözüm planı daha başında çökmüş
olan Kushner’in böyle kritik bir konuda inisiyatif alması en önde
gelen olmasa da, Trump üzerindeki etkisi nedeniyle dağınıklığın
nedenlerinden biri. Yönetimin bu beceriksizliğine neredeyse savaş
açan New York Valisi, Çin’in Alibaba dağıtım şirketi sahibiyle
kişisel bağlar geliştirerek kendi ihtiyaçlarını oradan tedarik etme
yoluna gitmeye mecbur kaldı.
Sonuçta ABD, krizin ekonomik etkileriyle başedebilmek için
yarısı şirketlere, yarısı da kişi başına doğrudan 1200 dolarlık çek
göndermek şeklinde, 2.2 trilyon dolar kaynak ayırdı. Bunun yüzde
onu 220 milyar dolar eder ve bununla virüsün Çin’de görüldüğü
aralık sonu ile ABD’de ortaya çıktığı ocak sonu arasındaki zamanda
çok sayıda önlem alınabilir, gerekli hazırlıklar yapılabilirdi.
ABD geçmişte, daha önce değindiğim gibi, Afrika’daki Ebola
salgınında, Zika salgınında, 2004 tsunamisinde, Japonya’da Fukuşima
nükleer tesisindeki patlamada hızlı hareket edip bu tür sorunların
çevrelenmesine destek olmuştu. O kadar ki, ABD İran’da Aralık
2003’teki depreme bile yardımda bulunurken, bugün virüsle başetmeye
çalışan bu ülkeye yaptırımları gevşetmedi.
Korona virüsü salgınına dek ABD’nin ekonomik verileri son derece
iyiydi. Yüzde 2,5 büyüme, yüzde 3,5 civarı işsizlik, yüzde 1,5
enflasyon, yükselen bir borsa, değerini koruyan bir dolar. Ortada
bir çöküş görüntüsü yoktu. Ama salgına verilen yetersiz ve
beceriksiz tepki ABD’nin içsel zayıflığının bir semptomu, kriz
anında dışa vuran bir kırılma noktası da olabilir. Ama her durumda
ABD’nin küresel konumu salgından sert bir darbe aldı. Bunun
sonuçlarını zaman içinde daha net göreceğiz.