Dünyanın bir gezegen olarak tarihi incelendiğinde kıtaların
kopuşları, bir araya gelişleri aktarılır. Bunun yanında yine önemli
bir vurgu dikkat çeker, deniz sularının yükselmesiyle bazı
bölgelerin su altında kalması, bazılarının yükselmesi... Her
gezegen gibi dünyanın coğrafi ve jeolojik bir tarihi var. Söz
konusu oluşların meydana gelmesi, yüz binlerce hatta milyonlarca
yıl alır. Nitekim insanlık tarihi de söz konusu koşullar uyarınca
dünyanın farklı bölgelerine yayılmıştır. Gezegenimizin dinamiğini
belirleyen kurallar, fizik, kimya, biyoloji, coğrafya, jeoloji gibi
bilimsel dalların katkılarıyla anlaşılmaya çalışılıyor. Süreç
milyonlarca yıla yayıldığı için kanıt toplamak zamana
yayılıyor.
21'inci yüzyılda yaşayan sıradan bir insansanız eğer, dünyanın
fiziksel dinamiklerinde meydana gelen gelişmeleri çıplak gözle
görebiliyorsunuz. Sevinecek olanlara, sakin olun bu iyi bir şey
değil diyelim. Sıradan bir insan olarak kendinizi “Bu ne biçim kış
eskiden burada bir kış olurmuş, günlerce yollar kapanırmış, nerede
eski kışlar” derken bulabilirsiniz. Benzer biçimde hava durumu
bültenlerinde yurdunuzun son 100 yılın en sıcak ve kavurucu yazını
yaşayacağını da dinleyebilirsiniz.
Bilim dünyasının “En son bu buzullar kopar, zaten bunlar da
parçalanıyorsa kıyamete hazır olun” uyarısı, bu yıl gerçek oldu ve
Arktik’te kopmaz denen buzullarda çatlamalar meydana geldi. Bundan
geri kalmayan Antarktika'nın (Güney Kutup Bölgesi) devasa
buzullarında hareketlenme var. Soğuk bölgelerde yaşamaya alışkın
canlı türlerinin yok olduğuna dönük raporlar biyoloji dergilerinin
her an güncellediği temel alan. Bitti mi? Hayır.
State of Climate Report 2017’ye göre dünyanın sıcaklığı
genellikle yüzyılda bir 0.6-0.7 santigrat derece artıyordu. Ancak
1975’ten itibaren bu durumda radikal bir değişim yaşanıyor. Örneğin
son 30 yılda dünyanın sıcaklığı 1.5-1.9 derece arttı. Dahası
1998’den beri sıcaklıklar küresel düzeyde rekor kırıyor. 2014,
2015, 2016 ve 2017 sıcaklıkların en yüksek olduğu yıllar. Genel
olarak okyanus sularındaki sıcaklık arttığı için buzullar erimeye
başlıyor, yani su seviyesi yükseliyor. Değinilen bu değişim,
küresel iklim değişikliği olarak isimlendiriliyor. Özetle
gezegenimizde işler yolunda değil.
Küresel iklim değişimindeki bu hızlı dönüşüm neden oluyor? Bu
durumun ülkelerin politikasıyla ilişkisi ne? ABD’nin tepkisi neden
önemli? Trump, G20’de 19 lider bir yanda kendisi neden başka yanda
kaldı? Bu hafta yüzümüzü gezegenimizin durumuna çeviriyoruz.
KÜRESEL İKLİM NEDEN BU KADAR HIZLI
DEĞİŞİYOR?
Küresel iklim değişikliği, jeolojik zaman dilimlerinde gözlenen
doğal iklim değişikliğinin yanında, doğrudan veya dolaylı olarak
küresel atmosferin bileşimine zarar veren insan faaliyetleri
sonucunda iklimde meydana gelen dönüşüm olarak tanımlanıyor. Konu
bilim dünyasında uyarıların merkezine 1990’larda oturdu. Bunun en
büyük nedeni, iklimde meydana gelen değişimin jeolojik değişim
dilimlerini alt üst edercesine hız kazanması.
İklim değişikliğinin itici unsuru atmosferde meydana gelen
değişim. Ozon tabakasının zarar görmesi de diyebiliriz buna.
Atmosfer çeşitli oranlarda gazların bir araya gelmesinden oluşan ve
dünyayı güneş ışınlarının şiddetine karşı koruyan, yağmur döngüsünü
sağlayan en önemli kalkan. Atmosferi oluşturan gaz oranlarının
bileşimi insan eliyle bozuluyor. Bunun başlıca nedenleri:
Hidrokarbon yakıtlar (petrol, kömür, doğal gaz), yanlış arazi
kullanımı, tarımda kullanılan kimyasallar, sanayi atıkları,
ormanlık alanların yok edilmesi ve buna bağlı olarak atmosfere
salınan sera gazı (emisyon). Bu gazlardan en önemlisi,
karbondioksit. Bilim insanlarına göre karbondioksidin atmosferdeki
oranının sanayi öncesi döneme gelebilmesi için binlerce yıla
ihtiyaç var. Özellikle ormanların yok edilmesi ile sanayi ve
ulaşımda kullanılan yakıt türleri karbondioksit salınımının en
büyük nedeni.
KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA!
İklim değişikliği, bireysel bilinçle yola koyulmayı gerekli
kılıyor. Ancak sorun bireysel ve ülkesel olamayacak kadar genel.
Örneğin ortak kullandığınız bahçenizi siz istediğiniz kadar
temizleyin, henüz eve girmeden komşunuz çöp kovasını bahçeye boca
ediyorsa, çabanız karşılıksız kalabilir. “O zaman ben de
temizlemiyorum, her yeri çöp götürsün” kolaycı yaklaşımına
kapılabilirsiniz. Ancak her sorunda çekilmek değil, mücadele etmek
gerektiği aşikar. Bunun için komşunuzla konuşmanız gerekiyor. İkna
olmuyorsa önce belediyeye sonra mahkeme yollarına düşmeniz
gerekebilir. Bu çaba sonucunda temiz bir bahçenizin olacağını
düşünmek güzel bir motivasyon. İşte dünya da böyle aslında.
Bir ülkenin ben bundan sonra yenilenebilir enerjiye döneceğim,
dünyanın daha yaşanılabilir bir yer olması için çalışacağım demesi
yetmiyor. Örneğin Patunya devleti bunu yaparken iki kıta mesafedeki
Zidonya devleti “ocaklara kömür atılsın, her yer beton kaplansın,
inşaat sen ne güzelsin, nükleer santraller kurulsun” diyorsa
“Dünyaya bu kadar ısınacak ne var” diyemezsiniz. Zidonya ile durumu
konuşmanız lazım. Ancak komşunuzdan farklı olarak Zidonya’yı
şikayet edecek bir mahkeme yok. Onun için diğer ülkeleri de
yanınıza katıp, alternatif baskı mekanizmalarıyla Zidonya’yı hizaya
getirmek gerekiyor.
Ortak bir gökyüzüne baktığımızı, nehirlerin denizlere denizlerin
okyanuslara açıldığını, o okyanusların da tüm dünyaya ait olduğunu,
suyu kirletemeyeceğini söyleminiz gerekiyor. Ancak öncelikle şunu
anlamak gerekiyor: Çikyonda’da hava kirliliği yüksekse, elma
bahçenizdeki hava da, elmalarınız da bu süreçten etkilenir. Özetle
kurtuluş yok tek başına.
DÜNYANIN GERÇEKLERİ VE G20
Yukarıda geçen devlet adları hayali, ancak çözüm gerçek. Küresel
iklim değişikliğinde meydana gelen değişikliğin temel nedenlerinden
biri zararlı gazların salınımı. İşte bu noktada ülkeler bir araya
gelerek çeşitli çözümler bulmaya çalışıyor. Bu anlamda Kyoto
Protokolü en bilinen uygulama. Ancak birileri mutlaka “çıkarım,
ekonomik kalkınmam, büyümem, para para daha çok para” diyerek
anlaşmalardan çekiliyor, Kyoto da öyle oldu. Onun yerine daha
kapsayıcı olan Paris İklim Anlaşması geldi.
Küresel olarak inisiyatif alan çok taraflı anlaşmaların yanında
kuruluşların da kendi programları var. BM bunlardan ilk akla
geleni. Bunun yanında bir kuruluş olmasa da G20 toplantılarında da
iklim değişikliği konusu gündeme geliyor. Geçtiğimiz hafta
Arjantin’de yapılan G20’de de iklim konusunda ortak eylem planı
görüşmeleri yapıldı. Toplantıya katılan 19 ülke eylem planında
hemfikirdi. Birisi hariç: ABD.
ABD, küresel iklim değişikliği konusunda masada olması gereken
önemli aktörlerden birisi. Bunun iki nedeni var. Birincisi, ABD’nin
küresel iklim değişikliğindeki payı ve bunun giderek artması. Yani
Dünya’daki iklimsel değişimlerin sorumlularından biri olması. Tüm
dünya karar alıp ABD bildiğini okursa, çözüm geciktiği gibi eşitsiz
bir durum da oluşur. İkincisi, ABD’nin küresel olarak sahip olduğu
statü. ABD 1990’lara nazaran hegemonik statüsünde sarsıntılar
yaşıyor olabilir, ancak henüz tahttan düşmüş de değil. Dolayısıyla
siyasi olarak da, etki gücü açısından da varlığı mühim.
TRUMP’IN TUTUMU İŞ BİLMEZLİK Mİ?
ABD’nin iklim konusundaki tavrında Donald Trump ile birlikte
değişim başladı. Kendisini dünyanın en zeki ve her konunun uzmanı
olduğuna ikna eden Trump, dünyayı ikna edemiyor olsa da masaya da
oturmuyor. 2018’de verdiği bir röportajda Trump, küresel iklim
değişikliği konusunda şunları söylemişti: Evet iklimde bazı
değişimler var, ancak bunlar mevsimsel ve geçici. Küresel iklim
değişikliği iddiasında olan bilim insanlarının büyük planlar
peşinde olduğunu düşünüyorum.
Dahası, Twitter'dan da “Havalar buz gibi hani küresel ısınma,
küresel ısınmaya inanmıyorum” düzeyinde durumu ele alan
yaklaşımları sır değil. Trump’ın inançları bizi ilgilendirmiyor.
İsterse patatese inansın, ancak ABD Başkanı olarak aldığı kararlar,
sadece kendisini ve ülkesini değil, tüm dünyayı ilgilendiriyor.
Göreve gelir gelmez Paris İklim Şartı’ndan çekilmesi, ülkede en çok
petrol şirketlerinden alkış almıştı. İlk Dışişleri Bakanının
Exxonmobil’in eski CEO’su Rex Tillerson olduğu düşünüldüğünde bilim
insanlarının değil de Trump ve enerji çevrelerinin büyük planları
olduğu izlenimi oluşuyor. İş dünyası ve çevreleriyle yakın
ilişkileri olan Trump’ın küresel iklim değişikliği konusundaki
tavrı, cahilliğinden ya da iş bilmezliğinden değil, tam da işini
çok iyi bilmesinden kaynaklanıyor.