Bir süredir Türkiye’nin dış politikasını, küresel kapitalist
sistem içindeki yeri çerçevesinde tartışmaya çalışıyorum. Bir
yarı-çevre, alt-emperyalist ülke olarak Türkiye’nin gerek
kapitalist merkez ile kurduğu ilişki gerekse kendi bölgesindeki
eylemlerinin, içinde bulunduğu iktisadi bağımlılık açısından ne
anlam ifade ettiği üzerinde duruyorum. Buradaki amacım kapitalist
merkeze finans, yatırım ve pazar açısından bağımlı ülkelerin dış ve
güvenlik politikalarında ne ölçüde özerkleşebileceklerini anlamaya
çalışmak.
Daha önce Türkiye üzerinden yürüttüğüm tartışmayı, bu kez
kendimizden uzaklaşarak, Türkiye ile bazı açılardan benzer
özellikler gösteren Mısır üzerinden yapmak, böylece konuya daha
geniş bir perspektiften bakmayı denemek istiyorum. Buradaki amacım
şaşırtıcı derecede benzerlikler gösteren Mısır iç ve dış
politikasını incelemekten çok, ABD’ye Türkiye’den daha bağımlı bir
ülkenin dış politikasında nasıl geniş bir hareket alanı
yaratabildiğini göstermek.
SİSİ’NİN MISIR’I
Mısır, Türkiye’den farklı olarak tipik bir çevre ülkesi.
Türkiye’nin ucuz işgücü gibi nedenlerle yatırım yaptığı bir ülke.
Ekonomisi ve kişi başına geliri Türkiye’nin üçte biri kadar. 250
milyar dolarlık ekonomiye sahipken, 112 milyar dolar dış borcu var.
Türkiye gibi stratejik bir konuma sahip ve 2013’ten bu yana önce
darbe ile iktidara gelmiş, başta Müslüman Kardeşler üyeleri olmak
üzere muhalifleri baskı altına almış ve daha sonraki seçimleri
kazanmış, kibarca ifade ettiğimizde otoriter ama açıkça söylemek
gerekirse bir diktatör tarafından yönetiliyor. Türkiye gibi dış
kaynağa bağımlı olan Mısır, AKP yönetiminden farklı olarak 2016’da
IMF’ye gitti ve 12 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladı. ABD’nin
1979’da İsrail ile uzlaşısından bu yana verdiği yıllık 1.3 milyar
dolarlık yardım, darbe ve ağır insan hakları ihlalleri nedeniyle
belli bölümleri askıya alınsa da, genelde devam etti. Bu Mısır’ın
İsrail ile barış yapmasının ödülü olarak, ülke siyaset ve
ekonomisinde önemli yere sahip Mısır ordusuna sağladığı yardım ve
Mısır, İsrail ile birlikte halen ABD’den en çok yardım alan iki
ülkeden biri.
DARBE VE DIŞ POLİTİKA
2013’teki Sisi darbesi, Batı’nın Ortadoğu üzerindeki
hakimiyetini, ılımlı İslamcılar üzerinden yeniden kurma
stratejisinin sona erdiğini gösteriyordu ve bu darbe, kanıtlaması
kolay olmasa da ABD tarafından teşvik edilmişti. Dolayısıyla,
burada beklenen ABD destekli bir darbenin ardından iktidara gelen,
hem iç hem dış meşruiyet arayışı içinde olan Sisi yönetiminin ABD
karşısında daha edilgen olacağı, Washington’un çizgisinden
ayrılmayacağıydı. En azından 12 Eylül darbesi sonrası Türkiye’nin
deneyimi bu yöndeydi. Ama öyle olmadı. Tam tersine Mısır, daha
önceki yazılarda sözünü ettiğim, 2010’larda çevre ülkelerde görülen
dış politikaları özerkleştirme eğiliminin bir diğer parçasını
oluşturdu. Bunun diğer örnekleri Türkiye ve Suudi Arabistan oldu.
Hatta, iktisadi açıdan çok daha zayıf olan Mısır’ın büyük güçlerle
ilişkilerinde çok daha rahat hareket ettiği görülüyor.
OTORİTERLER REHİN SEVERLER
Baskıcı Sisi yönetiminin özellikle sivil toplum kuruluşlarına
nefes aldırmaması, birçok sivil toplum aktivistini, gazeteciyi
hapse attırması toplumu kontrol altında tutmanın bilinen
yollarından biri. Zaten basın özgürlüğü konusunda Mısır 180 ülke
arasında 166. sırada. Neyse ki Türkiye 154. sırada ve Mısır’ın
üstünde. Ama bunun yanında yeni keşfedilen bir yol var ki, burada
da Mısır Türkiye’nin önüne geçti. En yüksek sayıya ulaştığında 18
Amerikan vatandaşı Mısır hapisanelerinde yatıyor, dahası işkenceye
maruz kalıyordu. Hatta, Mısır kökenli bir ABD vatandaşı kendisine
yapılan muameleyi prostesto için açlık grevi yaptığı hapishanede
ölmüştü. ABD’deki sivil toplum kuruluşları Trump yönetimine baskı
yaparak 2018 sonunda 16’sı Amerikan vatandaşı, 43 sivil toplum
kuruluşu çalışanının serbest bırakılmasını sağlayabildiler.
RUSYA DENGELEYİCİ Mİ?
Mısır gibi ABD’nin Ortadoğu’daki stratejik partneri olarak
görülen bir ülkenin Rusya ile geliştirdiği stratejik ve askeri
ilişkiler dikkat çekici. Moskova’ya ilk ziyaretini Şubat 2014’te
yapan Sisi, bu ülkeyle 3.5 milyar dolarlık askeri anlaşmalar
imzaladı, bir yıl sonra ortak askeri manevralar düzenledi. Bu
işbirliği ABD’nin itirazına ve CAATSA yaptırımlarını uygulayacağı
uyarısına rağmen devam etti ve Mısır Rusya’dan Su-35 uçakları almak
üzere anlaştı, bu temmuz sonunda ilk parti teslim edildi. Mısır
S-300 ve diğer hava savunma sistemlerini ve savaş helikopterlerini
ABD’nin tepkisini göze alarak satın aldı. ABD’nin tepkisine,
“sizden F-35 uçakları istedik vermediniz, biz bağımsız bir ülkeyiz,
savunmamıza dair kararları kendimiz veririz” gibi tanıdık cevaplar
verdi. Yine Rusya'yla, Akdeniz’deki Dabaa şehrinde bir nükleer
reaktör inşa etmek üzere anlaştı. Türkiye ile olduğu gibi anahtar
teslim şeklinde yapılacak bu tesis için Rusya, Mısır’a kredi
desteği sağladı. Bu ülkeye ayrıca Süveyş Kanalı Ekononik bölgesinde
yatırım için 50 yıllık ayrıcalıkla bir saha verildi. Sisi yönetimi,
ABD’ye rağmen Suriye’de Esad rejimini açıkça destekledi hatta
2017’den itibaren askeri yardım yaptığı haberleri medyaya yansıdı.
Libya’da ise Rusya ile birlikte Hafter’i destekledi ve Rusya’nın bu
süreçte topraklarını kullanmasına izin verdiği iddia edildi.
Mısır gibi ekonomisi kırılgan bir ülkenin güvenlik ve strateji
konusunda Rusya’yı bir dengeleyeci olarak kullanması, ABD
karşısında elini güçlendirdi. Ayrıca Rusya iç siyasetle
ilgilenmediği için sorunlu alanlardan biri gündeme gelmiyordu. Bu
söylem düzeyinde kalmayan, fiilen yaşanan ve süregiden bir
stratejik işbirliği şeklinde seyretti ve iki ülke 2018’de stratejik
ortaklık anlaşması imzaladılar.
Rusya başka ülkelerde yaptığı gibi Mısır kamuoyunu etkilemeye
dönük girişimlerde de bulundu. Resmi El-Ahram gazetesi 2015’te
resmi Rossiya Segodnya haber ajansı ile bir anlaşma imzalayarak
Rusya’ya dair ve Rusya’nın bakış açısını yansıtan haberler
yayınlamaya başladı.
YENİ DOST ÇİN
Tıpkı Rusya’ya yakınlaştığı gibi Sisi yönetimi Çin ile de
ilişkilerini geliştirmeye başladı. 2014’te bu ülkeye giden Sisi,
Çin lideri Şi ile 6 kez görüştü, Şi Kahire’yi ziyaret etti ve bu
ülkeyle silah alım görüşmeleri yaptı. Hatta, Yol ve Kuşak projesine
dahil olma isteğini açıkladı, Çin ile Afrika’ya açılımında
işbirliği yapmak istediğini belirtti. Çin, Mısır’da insan hakları
konusunu hiç gündeme getirmezken, Sisi de Uygur’dan hiç
bahsetmedi.
MISIR’IN 'AVRASYACILIĞI'NA ABD TEPKİSİ
1972’de Sovyet danışmanları ülkeden çıkardığından beri Mısır
ABD’ye yakın bir ülke olmuştu. Temmuz 2013 darbesine Obama darbe
demedi ama Sisi’yi kabul etmedi, yardım iki yıl askıya alındı ve
sert eleştiriler geldi. Trump’ın seçilmesiyle işler değişmeye
başladı. Trump Sisi’yi Beyaz Saray’da kabul ediyor, ilişkilerinin
çok özel olduğunu söylüyor, Pompeo, "ortaklığımız bölgedeki en
geniş ve derin işbirliği" diyordu. Sisi ve Trump birbirini övme
yarışına giriyorlardı. Bütün bunlar içeride Amerikan karşıtlığının
Türkiye’den daha yüksek seyrettiği, hükümet medyasında ABD’nin el
altından Müslüman Kardeşleri desteklediği iddiaları ve Sisi’nin
Rusya ve Çin ile yakınlaştığı bir dönemde yaşanıyordu. Mısır’ın
Rusya ve Çin ile bağlarını güçlendirmesi ABD’deki siyasal
tartışmalarda bir Avrasyacılık olarak görülmedi. Bu kavram Mısır
için kullanılmadı. Oysa, özellikle Rusya ile ilişkileri silah
alımında daha ileri bir aşamaya ulaşmıştı.
ÖZERKLİĞİN DAYANAKLARI
Türkiye, Brezilya, Güney Afrika gibi ülkelerden farklı olarak
Mısır’ın dış politikasında daha geniş bir hareket alanı yaratması
ekonomik büyümesinden kaynaklanmadı. Belli bir büyüme oranı
yakalandıysa da Mısır hala genç nüfusun yüzde 40’ı işsiz olan,
gıdasının yüzde 70’ini ithal eden, halkın büyük bir kısmının
devletin verdiği akıllı kart ile temel ihtiyaçlarını
karşılayabildiği bir ekonomi. ABD ve Batı sistemi genel olarak Sisi
yönetiminin Rusya ve Çin açılımlarını bir eksen kayması, Avrasyacı
bir eğilim olarak değil, dış politikayı çeşitlendirme, dengeleme
çabası olarak görüyor. Bu noktada Mısır ordusunun Avrasyacı
eğilimler göstermemesi, yıllardır devam eden doğrudan ABD yardımına
bağımlı olmasının da etkisi var. Dolayısıyla, Mısır siyasetinde,
ordusunda ve entelektüel çevrelerinde bir Avrasyacılık eğilimi
bulunmuyor. Bu durum pragmatik bir dengeleme çabasından ibaret bir
arayış olarak görülüyor. Özellikle Rusya’nın desteği kredi şeklinde
gerçekleşirken, ABD yardımı hibe şeklinde geliyor. Mısır’da ordu
diğer ülkelerde olmadığı ölçüde sınıfsal bir nitelik taşıyor, ülke
ekonomisi içinde bazı ölçümlere göre yüzde 40’a varan bir yere
sahip. Bu yüzden ordunun Amerikancılığı yalnızca kurumsal bir bağ
değil aynı zamanda sınıfsal bir bağımlılık da sağlıyor, aradaki
bağı sağlam tutuyor.
Mısır’ın Batı sistemine bağımlı ve IMF kredisine muhtaç bir ülke
olarak dış politikada özerkliği, stratejik konumundan ve Batı’nın
stratejik kaygılarından kaynaklanıyor. Bunun Marksist literatürde
bir karşılığının olmadığını ve her bir vakada yeniden tanımlanması
gerektiğini, elimizde genel geçer bir “dış politikada özerklik
kriter seti” olmadığını da belirtmek gerekir. Örneğin, Mısır’ın
İsrail ile kurduğu özel ilişki, dış politikada elini
rahatlatabiliyor. Hem İsrail ile barış yapıp hem de kamuoyunu
kontrol altında tutmak, İsrail’in Gazze’ye yönelik ambargosuna
destek olarak sınırı kapatmak özel bir çaba gerektiriyor. Sisi
yönetimi, bütün otoriterler gibi varlığını negatif olan üzerinden
kuruyor: “Ben gidersem istikrar bozulur, kaos olur, bu hem ABD
çıkarlarına hem İsrail’e daha çok zarar verir.” Bir bakıma yönetim
iç politikadaki alternatifsizliğe oynuyor.
Sisi yönetimi açısından bir diğer önemli nokta Suudi Arabistan
ve diğer Körfez ülkelerinin mali desteği. 2013 darbesinden itibaren
bu ülkelerin Mısır’a 30 milyar doların üstünde destek sağladığı
tahmin ediliyor. Bu da yönetimi ekonomik olarak ayakta tutan bir
rol oynadı, elini rahatlattı.
ABD açısından bakıldığında çevre ülkelerde darbe ya da başka
yollarla iktidar değiştirmek ekonomik açıdan olmasa bile siyaseten
riskli girişimler. Genelde ABD sistemindeki ülkelerde iktidar
değiştirme operasyonları bir paradigmatik dönüşüm yaşandığında
gündeme geliyor. Yoksa, her bir anlaşmazlık, siyasal arayış
karşısında başvurulabilecek bir yol değil. Bu tür durumlarda daha
çok dış politikada değişimin ABD çıkarlarına ne ölçüde zarar
verdiği göz önüne alınıyor. Tabii bu süreçte iktisadi açıdan
bir kopuş olup olmadığı, kapanma eğilimi bulunup bulunmadığı,
sınırlı stratejik arayışlardan daha fazla önem taşıyor.
Sisi de diğer otoriter liderler gibi bu dengeyi çok dikkatlice
kurdu. Son aşamada ABD sisteminden ayrılmayacağının garantisini
vererek ama gerektiğinde Almanya, Fransa yanında Rus ve Çin gibi
ülkelere yakın durarak dış politikasını çeşitlendirmeyi bildi. Ama
Trump yönetiminin yeri hep ayrı oldu.