Trump’ın kararı Kudüs ve Golan’dan ötesini hedefliyor

Barack Obama, İran’la çatışmaktan kaçındı ve Araplara hiçbir taviz vermedi. Halbuki Trump, Suriye’de Rusya ve İran’la çatışmaktan kaçınırken kuzey cephesinde İsrail’in ulusal güvenliğini temin gerekçesi ve Netanyahu’ya seçim hediyesi olarak kaybettiklerini kat be kat telafi etmek için Golan Tepeleri’ni İsrail’e hediye etti.

Abone ol

Rami Mansur

ABD Başkanı Donald Trump’ın, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ve işgal yönetiminin Golan üzerindeki egemenliğini tanıma, Filistin Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne (UNRWA) yapılan mali yardımların durdurulması türünden İsrail’le ilgili kararlarını onun Netanyahu ile güçlü kişisel bağlarından kaynaklandığı yorumunu yaparak genellikle acele ederiz. Bu doğru olmakla birlikte ABD gibi güçlü kurumlara sahip bir imparatorluğun ulusal güvenliğinin Başkanın şahsi ilişkileriyle yönetildiğini söylemek yeterli değildir.

Trump’ın son Golan açıklamaları, her ne kadar zamanlaması açısından sürpriz olsa da konunun kendisi sürpriz değil. Trump’tan önce ABD’nin Tel Aviv Büyükelçisi ve yerleşimci David Friedman, İbrani yılbaşı münasebetiyle Netanyahu’ya yakın olan “Yisrael Hume” gazetesine verdiği demeçte, Golan’ın hiçbir zaman Suriye’ye iade edilmesinin söz konusu olamayacağını, Golan’da özerklik isteyen yerli bir topluluk olmaması nedeniyle buranın ebedi olarak İsrail egemenliği altında kalacağını söylemişti.

TRUMP VE NETANYAHU ORTAKLIĞI

Amerikalı siyonist zengin Shildon Edelson’un sahibi olduğu aynı gazete, Trump’ın halka yapacağı yıllık konuşması sırasında Golan’la ilgili kararını ilan edeceğini kısa bir süre önce duyurmuştu; ancak öyle görünüyor ki İsrail seçimlerinin yaklaşmasıyla eş zamanlı olarak Netanyahu’ya destek için bu ilanı ertelemeye karar verdi. Bir başka ifadeyle karar sürpriz olmadığı gibi salt Netanyahu’yu desteklemek için atılmış bir tweet de değildir. Bilakis bu ilanın zamanlaması üzerinde uzun uzun düşünüldüğü gibi öyle görünüyor ki bu ilanın zamanlamasından azami derecede yararlanmak için de meselenin üzerinde uzun uzun durulmuş.

İsrail sağına yakın yazarlar bu tür kararların alınmasında büyük oranda Trump’ın Ortadoğu özel temsilcisi Jason Granblat ile Tel Aviv Büyükelçisi Friedman’ın katkı sahibi olduğunu gizlemiyor. Bu iki isim, Trump’a oldukça yakın isimlerden ve damadı Gerad Kushner’i İsrail’i desteklemek ve Filistinlilerle olan mücadeleyi, de facto dayatmalar ve yerleşim yerlerinin tanınması üzerinden İsrail lehine sonlandırmak için kullanıyor.

ABD Başkanı’nın bölgedeki olaylara ilişkin aldığı kararlarda Greenblatt ve Friedman'ın rolüne yapılan atıf, dünya çapında Siyonizmin rolü hakkındaki komplo teorilerine başvurulmasını gerektirmiyor; ancak Siyonizmin Amerikan karar alma mekanizmalarındaki gerçek etkisini ortaya koyuyor. Bu gerçek, İsrail'le olan çatışmanın yerleşimci sömürgecilikle mücadelede ya da Arap ulusunun bağrına hançer gibi saplanan bir devletle yüzleşmenin ötesine geçtiğini gösteriyor: Amerikan başkanlarının en yakın çevresindeki Henry Kissinger ve Dennis Ross gibi isimlerle Greenblatt, Friedman ve Kouchner'a kadar Siyonizm etkisini sürdürürken, bu etki ABD başkan adaylarına mali bağışlar yoluyla dış politikaya etki etmenin ötesine geçerek Amerikan yönetiminin en ücra eklemlerine dahi sızma noktasına gelmiş bir Siyonist bir hareketle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Siyonizmin etkisi sadece ABD’nin bölgede İsrail yanlısı politikalarının başarısıyla değil aynı zamanda bir önceki başkan Barack Obama’nın, başka bir politikasının, yani kaya petrolü teknolojisinin gelişmesiyle birlikte Arap petrolüne bağımlı olmaktan kurtulması politikalarında da başarılı olması, Ortadoğu’da geri çekilme politikaları izlemesiyle birlikte daha da arttı. Söz konusu politikalar, ABD’yi Arap petrolüne ve petrol rantına bağımlı Arap rejimlerine bel bağlamaktan kurtardı. ABD’ye göre söz konusu rejimlerin rolü, ABD’nin kendi çıkarlarına göre petrol fiyatlarının yükseltilmesi ya da düşürülmesiyle ilgili talimatlarının uygulanmasıyla sınırlıdır. Petrol borsasında bağımsız olmayan aktörler, oyunu Amerikan çıkarlarına göre oynuyor. Bunun kanıtı, Obama yönetiminin Arap resmi kurumlarının ve Netanyahu’nun karşı çıkmasına rağmen İran’la nükleer dosyasında anlaşmaya gitmesidir. Ancak Obama’nın kararı, Trump’ın başkanlığı devralmasıyla birlikte hızla alt üst edilmiştir.

ARAP PETROLÜ HÂLÂ ÖNEMLİ

Arap petrolüne bağımlı olmaktan kurtulmasının ardından ABD, bölgeden çekilmeye karar verdiyse ve bölgede tamamen İsrail yanlısı politikalar izlemeyi benimsediyse bu, “petrol silahı”nın tarihin bir parçası olduğu anlamına gelir mi? Zorunlu olarak değil. Hâlâ Arap petrolü, Çin ve başka ülkeler açısından merkezi öneme sahip olup ancak petrolün gücüne yatırım yapmak için İran’dan Türkiye’ye kadar bölge ülkeleriyle barışa ve Arap siyasi iradesine muhtaçtır. Arap dünyasındaki petrol ve jeopolitika uzmanlarının söylediği de budur.

Obama, İran’la çatışmaktan kaçındı ve Araplara hiçbir taviz vermedi. Halbuki Trump, Suriye’de Rusya ve İran’la çatışmaktan kaçınırken kuzey cephesinde İsrail’in ulusal güvenliğini temin gerekçesi ve Netanyahu’ya seçim hediyesi olarak kaybettiklerini kat be kat telafi etmek için Golan Tepeleri’ni İsrail’e hediye etti.

Bütün bunlar, İsrail’in ve siyonistlerin sadece Filistinlilere tehdit teşkil etmediğini, Arabıyla, Kürdüyle, Türkü ve İranlısıyla bütün bir bölgeye tehdit olması nedeniyle siyonizmle mücadelenin de sadece Filistinlilerin payına düşmeyip Arapların tamamının payına düştüğünü göstermektedir. Zira bölgenin kimliği Arap’tır, siyonizmin düşmanlığı da bölgedeki diğer bütün kimliklerden önce Arap kimliğine yöneliktir.

Trump’ın bölge siyasetinin bağlamı ve özeti işte budur. İsrail siyasetlerini benimseme anlamında değil belki ama siyonizmin ideallerini hayata geçirme ve ona boyun eğme anlamında. Bu, Golan Tepeleri üzerindeki işgali tanıma ya da Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak görme veyahut İsrail’in işgal altında tuttuğu Batı Şeria’daki C bölgesindeki egemenliğini tanımanın da ötesinde bir şeydir. Yeryüzünde siyonizme karşı mücadele keyfiyetiyle ilgili soruya yanıt verme meselesi ise bir gazete makalesinin boyutlarını aşar. Ancak bu mücadelenin Arapların bugünlerde hayata geçirilen Yüzyılın Anlaşması'nın başarısızlığa uğratmasıyla başlayacağı kesindir. Fakat kendi halklarına karşı komplo kurmakla meşgul Arap rejimleri bu planı nasıl başarısızlığa uğratabilir?

* Yazının aslı Elnashra sitesinden alınmıştır. (Çeviren: İslam Özkan)