Trump’ın kaybettiği taktirde seçim sonuçlarını tanımayacağını,
oyların çalınmış olacağını ilan ettiği biliniyordu ve aynen böyle
davranacağı da bekleniyordu. Ne var ki, 6 Ocak’ta kendisinin
konuşma yaptığı bir mitingde, taraftarlarını Kongre binasına
yönlendireceğini, onların da Biden’in seçim sonucunu onaylamak için
toplanan Kongre binasını basacağını, bunu da Trump’ın ailecek
televizyondan keyifle izleyeceğini kimse tahmin etmedi. Trump
ABD’yi büyük yapmak yerine rezil ederek kendi finalini yaptı. Bir
yandan bazı senatörlerin Kongre’de sayım işlemini kesintiye
uğratması, Trump’ın yardımcısı Pence’i süreci durdurup eyaletlere
sonuçları geri göndermesini istemesi, Twitter’den açıkça bu
cesareti göstermeye zorlaması ABD tarihinde görülmemiş, şoke edici
görüntüler oldu. Bu yazıda, çok tartışılan bu gelişmeler yerine,
Trump’ın dört yıllık iktidar sürecinde çok tartışılan Trumpçılık
olgusu ve Amerikan sağının yükselişi üzerinde duracağım.
ABD sağının yükselişi çok geniş kapsamlı bir süreç ve hem ABD’de
hem de ABD dışında çok tartışılıyor. Burada, bu tartışmalı yükseliş
sürecinde etkili olduğunu düşündüğüm üç gelişmeyi öne çıkaracağım.
Bunlardan birincisi neoliberal uygulamaların alt ve orta sınıflar
için yarattığı olumsuz sonuçlar. İkincisi, 1980’lerden bu yana
liberal kesimlerin hegemonik bir üstünlük sağlayarak Amerikan
sağının bir kısmını da dahil ettiği kimlik siyaseti, çokkültürcülük
ve siyaseten doğruculuk akımlarına yönelik olarak muhafazakar
kesimlerden gelen tepki. Üçüncüsü ise bunun bir uzantısı olarak
Amerikan hakim sınıfının sağ kanadının ekonomik sıkıntılar
konusunda biriken hoşnutsuzluğun, sermaye karşıtlığına
yönelmesinden çekinerek, Trump aracılığıyla bunu göçmenlere ve
Washington bürokrasisine kanalize etmesi ve bunda başarılı
olması.
TRUMPÇILIK NEDİR?
Trumpizm denen Trumpçılık’ın entelektüel temelleri olan
bir siyasal ideoloji olmadığını, burada Amerikan muhafazakar,
Cumhuriyetçi sağ geleneğinin Trump liderliğinde aldığı yeni bir
biçimden söz ettiğimizi söylemek gerek. Trump’ın arkasında
düşünürler, güçlü bir entelektüel bir grup, teorik kavramlar, belli
dergiler yok. Trumpçılık için Fox televizyon kanalı, Breitbart ve
Infowars gibi komplo teorisi üreten internet siteleri ve Trump’ın
kendisi yeterli oldu. Örneğin, 2017’de çıkmaya başlayan ve Trump’ı
destekleyen American Affairs dergisi altı ay sonra bu desteği geri
çekti.
Trumpçılık, dünyanın diğer bölgelerindeki otoriter
eğilimli siyasetler gibi gücünü iktidarda olmaktan alıyor. Halkın
anlayacağı basitleştirilmiş, duygulara, kızgınlıklara hitap eden o
zamana kadar alışkın olunmayan sert ve ötekileştirici söyleme
dayanıyor. Trumpçılık’ın diğer unsurları ise çoğu birbirini
tamamlayan bilindik söylemler. Beyaz üstünlüğünü savunma,
çokkültürcülüğe, küreselleşmeye karşı çıkma, göçmenler, etnik,
dinsel gruplar, azınlıklar gibi grupları aşağılama, kutuplaştırma
ve ötekileştirme, elit ve kurulu düzen karşıtlığı söylemine
yaslanma, sorunlardan medyayı, elitleri, solcuları sorumlu tutma,
her sorunda geçmiş yönetimleri suçlama, hukuku tanımama, ABD
müdahaleciliğine karşı çıkma, içe kapanma, içte neoliberalizmi
sürdürürken, dışta serbest ticarete savaş açma, çevre sorunlarını
ve iklim krizini küçümseme, zenginlerden vergi kesintisine gitme,
kurumları zayıflatma, komplo teorilerini gerçeklik olarak sunma,
sorunların temeli olarak görme, dışa kapanma, uluslararası
örgütlere mesafeli olma ya da onlardan ayrılma, olmadı fonları
kesme, müttefiklerle mücadele etme, diğer otokratik liderlere
sempati duyma. Liste daha uzun ve Trump, iktidarı sırasında bunları
ve daha fazlasını bolca kullandı, uyguladı. Özellikle resmi
pozisyonunu kaybetse de Steve Bannon ve Stephen Miller gibi aşırı
sağ danışmanları aracılığıyla ABD’de geleneksel sağ siyasetle bu
yeni popülizmi, 2009’da başlatılan Çay Partisi hareketiyle ile
Neocon fikirleri biraraya getirebildi, Cumhuriyetçi Parti üzerinde
daha önceki başkanlardan daha fazla etki sahibi olabildi, hem sağ
siyaseti hem de partiyi dönüştürebildi.
TRUMPÇILIĞIN KÖKENLERİ
Trump’ın savunduğu ve uygulamaya koyduğu siyaset yeni değil.
Yeni olan Trump tarafından dile getirilme, savunulma biçimi. Yoksa,
ABD’nin özellikle “İncil kuşağı” denen güney eyaletlerinde
ırkçılık, muhafazakarlığın farklı versiyonları ve görünümleri
tarihsel bir geçmişe sahip. Özellikle Evanjelikler, eski yeni ordu
mensupları, ırkçılar, muhafazakarlar, silah sahipliğini savunanlar,
kırsal kesim, iç bölgeler zaten Cumhuriyetçilere oy veriyordu.
Yine, ABD’nin dünya sorunlarıyla ilgilenmeyi bırakıp içe dönmesini
savunan izolasyonist akım 1990’lardan beri varlığını sürdürüyordu.
Bu türden akımlar Trump döneminde iktidarda temsil edilmenin
avantajına sahip oldular. Sonuçta, Trump her iki seçimde de
rakiplerinden daha düşük oy aldı, bu son seçimde Cumhuriyetçi Parti
hem başkanlığı, hem de Kongre’nin iki kanadını birden kaybetti.
Yine de aldığı 74 milyon oy, ABD tarihinin, Biden’den sonra alınan
en yüksek oy olarak, aklı başında herkesi düşündürdü, Trump gitse
bile Trumpçılık’ın kalıcı olacağı, bu kesimlerin ortadan
kaybolmayacağı, Cumhuriyetçi Parti ile Trump’ın bütünleştiği,
dolayısıyla yeni bir geri dönüş olacağı kaygısına yol açtı.
'BATAKLIĞI KURUTMAK' YA DA TRUMP TİPİ ELİT KARŞITLIĞI
Trump ekibi seçim kampanyasından itibaren ABD toplumunda giderek
artan kurulu düzen, Washington elitleri ve bürokrasi karşıtlığını
yakalayıp sonuna kadar kullandılar. Kamuoyu yoklamaları halkın
yüzde 80’den fazlasının federal hükümete güvenmediği gösteriyor.
Aslında geçmişi, sınıfsal konumu, bağlantıları itibariyle pekala
ABD kurulu düzeninin bileşenlerinden biri olan Trump, kendisini
siyaset dışı, siyasetçi olmayan bir aday olarak tanımladı ve ikna
edici oldu. Washington bataklığını kurutmak söylemini de göçmen
karşıtlığı ile birlikte seçim kampanyasının merkezine oturttuğu
gibi, iktidardayken de bu söylemi bırakmadı. Demokrat Parti'yi,
Obama’yı, solcu olmakla aynı anlama gelen liberalleri bu kurulu
düzenin içine yerleştirip muhafazakar seçmeni ve artan elit
karşıtlığından etkilenen kararsız seçmeni kendisine çekebildi. İlk
kez ABD tarihinde bir başkan doğrudan Washington elitlerini
eleştiriyor, orta ve alt sınıfların sıkıntılarını kurulu düzenin
yanlış politikalarına bağlıyor, hatta ilk kez ABD başkanının
ağzından Soros karşıtlığı, Amerikan derin devleti sözleri
çıkıyordu. Sistemin dışından gelen Trump, halkla birleşip, elitlere
ve kurulu düzene savaş açıyordu. Kendi aralarında konuştuklarını en
üst düzeyde bir başkan adayı ve sonrasında dört yıl boyunca bir
başkandan duymak, hele bunları Tweeter’dan paylaşmak bu kesimlerle
Trump arasında doğrudan bir bağ kurulmasına yol açtı. Örneğin
Trump’ın Hillary Clinton (huysuz kadın) ve Biden’i (uykucu Joe)
aşağılayan, hakaret eden bir dil kullanması, bu kesimlerin yüreğini
soğutuyor olmalı.
ÇOKKÜLTÜRCÜLÜĞE TEPKİ VE KENDİ ÜLKESİNDE YABANCI OLANLAR!
Sosyolog A. Russell Hochschild 2016’da basılan kitabının
başlığını “Kendi Ülkesindeki Yabancılar” koyarak Trump seçmenindeki
ruh halini göstermeye çalıştı. Burada özellikle Trump seçmenindeki
mağduriyet hissi öne çıkıyor ki her yerde sağ siyasetin kendisini
mağduriyet üzerinden kurma taktiği iş yapıyor. En az 1980’lerden
beri bir yandan “pozitif ayrımcılık” türü uygulamalar, “political
correctness”/siyaseten doğruculuk olarak tanımlanan cinsiyetçi,
ırkçı ifadelerin ahlaken ve politik olarak kınanması, başta gay
hakları, etnik grupların ve alt kimliklerin desteklenmesi, hakim
beyaz kesimleri alttan alta rahatsız ediyordu. Clinton döneminde
güçlenen, Cumhuriyetçi Bush yönetimi zamanında da devam eden ve ilk
kez bir siyahinin başkan seçilmesiyle doruğuna ulaşan bu süreçten,
beyazlar kendilerini dışlanmış, baskılanmış hissettiler. Son 30
yıldır ülkede liberal bir söylemin hegemonyası vardı ve muhafazakar
sağ bunun karşısında sessiz kalmıştı. Trump’ın ırkçı, cinsiyetçi ve
İslamofobik dili bu kesimleri beyaz üstünlüğünü geri getirme
konusunda canlandırdı. Meksikalılara “tecavüzcü”, Porta Ricolulara
“pis” diyebiliyor, Müslümanların ülkeye girişini toptan yasaklamak
gerektiğini söyleyebiliyordu. Aslında beyaz üstünlüğünü
savunanların fikirleri en üst düzeyde temsil edilir hale gelmişti.
Bu süreçte Trump dikkatleri göçmenlere, Latinlere ve Müslümanlara
yöneltti. Trumpçılık ırkçılığı, cinsiyetçiliği başkanlık düzeyinde
sıradanlaştırdı, yalan söylemeyi, utanmazlığı ve ahlaksızlığı
dürüstlük ve samimiyet olarak sunabildi. Bunun da alıcısının çok
olduğunu gösterdi.
GELİR DURGUNLUĞU
ABD ekonomisi periyodik krizlere girse ve dış ticaret ve bütçe
açıkları, pandemi döneminde ulusal gelirin üzerine, 27 trilyon
dolara çıkmış borç, verimlilik artışı olmaması gibi ciddi
sorunlarla boğuşsa da, 2008 krizi dışında düşük enflasyon, düşük
işsizlik ve merkezi kapitalist bir ekonomi olarak iyi bir oran
sayılabilecek yılda ortalama yüzde iki civarında büyümesini
sürdürdü. Sorun bu büyümeden orta ve alt sınıfların pay alamaması.
Bu konuda çok sayıda istatistiki veri var ve burada rakamları
sıralamaya gerek yok. Bütün veriler en hızlı gelir artışının en üst
yüzde bir, ardından en üst yüzde 10 olduğunu gösterirken, işsizlik
Obama döneminden pandemiye kadar genelde yüzde 3.6 gibi çok düşük
bir seviyede kaldı. Bunun anlamı insanların iş bulabildiği ama
Reagan döneminden bu yana, yani neoliberal uygulamaların
başlamasıyla bir gelir artışı yaşayamaması, hayat standartlarının
yükselememesi oldu. Veriler ABD’de bugün 45 milyon insanın yani
nüfusun yüzde 15’inin yoksulluk seviyesinde, 15 milyon insanın da
yoksulluk düzeyinin biraz üzerinde yaşadığını gösteriyor. 2017’deki
bir araştırma, nüfusun yüzde 40’ının geçim sıkıntısı çektiğini
ortaya koyuyor. Buna sanayinin 1990’lardan itibaren Çin, Meksika
gibi işgücünün ucuz olduğu yerlere taşınmasıyla daha çok
kuzeydoğuda Pensilvanya, Ohio, Michigan gibi eyaletlerin içinde
olduğu terk edilen fabrikalara atfen “Rust Belt”, “Pas Kuşağı”nın
ortaya çıkması da eklendi. Bu bölgelerdeki kitle ekonomik olarak
yaşadıkları düşüşü NAFTA anlaşmasına ve genel olarak küreselleşmeye
bağlayarak (kısmen doğru) bu politikanın sorumlusu olarak
gördükleri Demokrat Parti’den uzaklaştılar. Trump geleneksel olarak
Demokratlara oy veren ya da yüksek oy alabilen bu eyaletlerdeki
seçmeni, küreselleşme karşıtı, fabrikaları geri getireceği
söylemiyle 2016’da kendisine çekebildi ama durumlarında bir
değişiklik olmayınca bu kitle 2020’de tekrar Biden’a dönmüş
görünüyor.
TRUMPÇILIK KALICI MI?
Biden her ne kadar kuşatıcı bir dile kullansa ve ABD sistemi
açısından asgari ücretin artması, sağlık sigortasının kapsamının
genişletilmesi iklim konusuna öncelik verilmesi gibi sözler verse
de sorun daha yapısal. Sermaye son 30 yıldır bilinçli bir şekilde
alt ve orta sınıflardan en üst sınıfa artı değer artırımını öngören
politikalardan sapma göstermedi. Genel olarak Trump ve Trumpçılık,
sorunu bu giderek bozulan gelir dağılımına, yani sınıfsal
eşitsizliklere, en üst gelir grubuna bağlamak yerine, en alt gelir
grubunda yer alan göçmenlere, Çin ve küreselleşmeye ve elitlere
kanalize edebildi. Bu açıdan bilinçli bir tercihti ve Trump bu
rolünü gayet iyi yerine getirdi. Sosyal devlet uygulamalarına
geçmek yerine popülist sağ hareketin güçlenmesi tercih edildi,
Trump bu siyasetin temsilcisiydi.
ABD hakim sınıflarının radikal sağın önünü açmasının ilk
evresini Trump ile yaşadı. Fakat Trump ile ilgili sorun zaman zaman
kontrol edilmesinde yaşanan güçlüktü. Şu anda Trump dışında, bu
kimisi kimlik siyasetinden, kimisi de kendisini ekonomik
koşullardan mağdur gören kitleyi toparlayacak, birikimli bir isim
ve lider yok. Ufak, parçalı gruplar dışında Cumhuriyetçi Parti
dışında bir çatı örgütlenmeleri de yok. Genelde liderlik için
başkan yardımcısı Mike Pence, Arkansas Valisi Tom Cotton hatta
Trump’ın oğlu Trump Jr. adı şimdiden geçmeye başladı.
Dört yıllık iktidarı sürecince Trump ile Cumhuriyetçi Parti bir
dönüşüm geçirdi ama sonuçta seçim kaybedildi. Bundan sonra
Cumhuriyetçi Parti içinde yoğun bir tartışma başlayacak. Önemli bir
nokta demografik dönüşüm. Trumpçılık’ın tabanını beyaz orta yaşlı
erkekler oluşturuyor ve bunların oranı düşüyor. Nüfusu en hızlı
artan kesim etnik gruplar ve hepsi olmasa da daha çok Demokratlara
oy veriyorlar. Trump radikalliği Cumhuriyetçi Parti ve geleneksel
seçmende de kısmi bir kafa karışıklığına ve bölünmeye yol açtı.
Buna rağmen ortada çok büyük bir kitle var ve bu memnuniyetsizlik
Trump’tan bağımsız olarak artabilir.
Yaklaşan Biden yönetimi, Clinton ve Obama yönetimlerinin bir
tekrarı olacağı izlenimini veriyor. Sosyal devleti devreye sokmayan
bir çok kültürcü yeni hamlenin, kendi içinde önemli olmakla
birlikte, bir faydasının olmadığını, tek başına karın doyurmadığını
yakın tarih gösterdi. Trump’ı iktidara taşıyan Obama’nın değişim
sloganından duyulan hayal kırıklığıydı. Biden’ın bunu tekrar
etmesi, bir sonraki sağ popülist dalganın, daha becerikli bir lider
etrafında daha planlı ve deneyimli bir şekilde yükselmesine yol
açabilir.