Trussonomics’ten Erdoganomics’e kriz yönetimi hamleleri

Erdoğan tarzı pragmatizm küresel Güney ülkeleri için bir istisna ve bu ekonomik deney pek karşılaştırılabilir durmayabilir, ancak kriz yönetimi mantığının başka coğrafyalarda devrede olduğunu ve ilginç reçetelerin ortaya savrulduğunu görmeliyiz. Savaş, yıkım, aksamalar devam eder ve beklenen sancılı resesyon çok sayıda ülkeyi etkisi altına alırsa durum daha da ilginçleşecek.

Ali Rıza Güngen argungen@yahoo.com

Britanya’da yeni muhafazakâr hükümet, Başbakan Liz Truss’ın parti liderliği seçimlerindeki programını bir an önce hayata geçirme kararlılığıyla işe başladı. Maliye Bakanı Kwasi Kwarteng milyonerlerin cebine daha fazla para koyarak daha fazla vergi geliri elde etmeyi planladıklarını beyan edip, mali planını açıkladıktan sonra ise geçtiğimiz hafta ve bu hafta başında küçük bir fırtına koptu.

Türkiye ölçülerinde değil belki ama sonuçta Britanya’da bir kur krizi deneyimlendi. Tahvil piyasaları alt üst oldu, sterlin ABD doları karşısında tarihinin en düşük seviyesini gördü ve İngiltere Merkez Bankası yeniden faiz artışına gideceğinin sinyalini verdi.

Britanya’da yaşananlar kürede olup bitenlerden bağımsız değil. Üstelik bir tür piyasacı politika setinin finansal piyasa oyuncuları tarafından nasıl algılandığını ve esasında değişimin nerede yattığını tartışmak için zemin sunuyorlar.

TRUSSONOMİCS: YENİ VE İÇ TUTUNUMDAN YOKSUN

Truss’ın ekonomik planı iddia edilenin aksine muhafazakâr ortodoksiden büyük bir kopuş barındırmıyor. En üst gelir grubundakilerin gelir vergisini azaltırken, temel vergi oranını sadece bir puan indiriyor. Daha fazla harcama vaadine odaklananlar birçok kuralsızlaştırmanın ayaklarını oluşturduğu temel anlayışı kaçırabilir. Truss’ın planı basit: en üst gelir grubu oransal olarak daha az vergi verecek, ancak yeni piyasa dostu yaklaşım ile (özel yatırım bölgelerine teşvik ve vergi indirimi) ekonomik faaliyet desteklenecek. Sonuç orta vadede GSYH’nin yüzde 32-35’i arasında dolanan toplam vergi gelirinde pek bir azalma olmaksızın büyümenin teşviki gerçekleşmiş olacak. Peki bu tür hafif güdümlenmiş piyasacılık, üstelik konut sektöründeki krize arz yönlü bir çözüm peşindeyken neden sıra dışı olarak sunuluyor.

Tek nedeni enerji fiyatlarındaki artışa sınır getirme niyeti (150 milyar sterlinlik enerji sübvansiyon maliyeti) ile 45 milyar sterlinlik vergi indirimi arka planında geleneksel muhafazakâr harcama planlarının dışında bir harcama temposu resminin ortaya çıkması. Kwarteng planı olduğu gibi uygulamakta ısrar ederse Britanya’da görülmedik bütçe açıkları kaydedilecek, hızlı bir borçlanma görülecek. Üstelik ekonomik büyüme için yelkenler fora edilirken, para politikası ülkeyi resesyona sürükleyecek şekilde biçimlendiriliyor.

Vergi indirimi nedeniyle IMF, Britanya’yı açıktan eleştirmiş olabilir ama bu konvansiyonel IMF yaklaşımı ve heterodoks Truss hükümeti karşıtlığından kaynaklanıyor demek de hata olacaktır. Bilindiği üzere IMF yıllardır, mali alana sahip ülkelerin büyümeyi teşvik için harcamaları artırması gerektiğini vazediyor. IMF’nin Britanya eleştirisi, kısaca “biz planlı harcayın dedik, siz daha az vergi alıp hedef gözetmeden mali destek sunalım anladınız” cümlesiyle özetlenebilir.

Son altı yıldır Batı medyasında faiz indirme takıntısı ile yüksek enflasyon ve kur krizlerine maruz kalıp bununla birlikte yüksek büyüme yakalamanın bir diğer adı haline gelmiş Erdoganomics, Britanya’daki yeni reçete Trussonomics ile bir düzlemde karşılaştırılabilir mi? Böyle bir karşılaştırma ülke ekonomilerinin büyük farklılıkları nedeniyle uygun görülmeyebilir. Örneğin borçlanma maliyeti nedeniyle Britanya’nın bu paket sonrası geç kapitalistleşmiş ülkelerdekine benzer sorunlar yaşaması henüz olası değil, ya da İngiltere Merkez Bankası paranın değerini korumak için tekrar faiz artışı sinyali vermekte gecikmedi.

Erdoganomics, son iki yıldır aldığı kalıpla (2014-15 sonrasında belirginleşen bu yönelim pandemi öncesinde çekingen bir formda idi ve daha istikrarsızdı) yüksek ihracat ile büyüme, yüksek istihdam ve düşük politika faizi üçlemesine dayanıyor. Bu arzulananların Türkiye gibi bir geç kapitalistleşen ülkede TL’nin bitmeyen değer kaybı ve yüksek enflasyon ile sonuçlandığını, bu sırada emeğin gelirden aldığı payda bir gerilemenin yaşandığını (amaçlanan biraz da bu değil miydi?) görüyoruz.

Ancak söz konusu kalıbı hatırlatma ya da bir karşılaştırma imkanına işaret etme isteğimin nedeni, başka düzeyde bir ortaklaşmayı göstermek. Erdoganomics bir kriz yönetim biçimi, iktidar blokunda yeni ihracatçıların konumunu güçlendirme, emek-yoğun sektörlerde canlanma yaratma, kredi genişlemesi kampanyalarıyla büyüme oranını yüksek tutma uğraşlarını simgeliyor. Sürekli krizden besleniyor, onu kalkınma manivelası olarak sunuyor. Bağlamlar farklı olsa da Trussonomics de bir kriz yönetim biçimi olarak ortaya çıktı. Yatırım teşvikleri ve vergi indirimleriyle sınai canlılık yaratma, gerekirse devlet harcamalarıyla büyümeyi teşvik etme uğraşını simgeliyor. Devleti büyük adımlarla sahne ortasına sürüklüyor. Truss’ın tavrı, hayran olduğunu söylediği Thatcher’dan oldukça farklılaşıyor.

Kriz yönetimi ve fırsat yaratma düzeyindeki ortaklık önemli. Küresel Güney ülkeleri için 2010’ların ortasından bu yana, küresel Kuzey ülkeleri için de pandemi öncesinde benzer pragmatizmlerin giderek normal hale geldiğini not etmek lazım.

TUFAN NEREYE GÖTÜRÜYOR?

Bu koşullar altında finansal piyasa aktörleri Britanya’nın yeni muhafazakâr hükümetinin planına neden bu kadar sert tepki gösterdiler sorusuna en gerçekçi yanıt küresel konjonktürü işaret ederek verilmeli. Pandeminin ikinci yılı sırasında görülen geçici toparlanmada devasa kârlar elde eden büyük şirketlerin aynı kâr oranlarını koruyamadıkları bir durgunlaşma döneminin başlangıcındayız. Ne tedarik zincirlerindeki sorunlar ne de enerji krizi kaynaklı aksamalar çözülebilmiş durumda. Aksine tehlikeli savaş oyunları işlerin daha da çığırından çıkmasına yol açabilir.

Küresel düşük büyüme, enerji krizi ve çözülmemiş tedarik zinciri sorunları arka planında daha fazla borçlanacağını, daha fazla harcayacağını ve daha az vergi alacağını açıklayan bir bakan ile Merkez Bankası büyümeyi unutup ülkeyi resesyona doğru götürüyor imasında bulunan bir Başbakanın açıklamaları finansal piyasa oyuncuları açısından belirsizlik anlamına geliyor. (burada yanlış anlaşılmamak için MB bağımsızlığını savunmadığımı, aksine merkez bankalarının Türkiye ve diğer ülkelerde demokratikleştirilmesi gereken kurumlar olduğunu düşündüğümü/yazdığımı hatırlatmalıyım).

Verilen tepkiye ve muhafazakârların hemen değilse de kasım ayında geri adım atmasına yol açabilecek piyasa çalkantılarına (Britanya standartlarında bir kur krizine) karşın, dünyanın içinden geçtiği tufan bizi yine de önceki on yıllara göre küresel Kuzey’de de daha korumacı ve doğrudan sektörlere müdahale ile kâr oranlarını belirleyen bir devlet anlayışına doğru götürüyor. Bol miktarda stratejik yatırım desteği planlayan ancak işlerini esasında zenginleri kayırmak gibi gören ve hegemonya sorununa yol açacak kadar beceriksizce bunu gösteren Britanya muhafazakârları ise esasında yenilenme girişimlerini yüzlerine gözlerine bulaştırmış durumdalar.

Bir adım ötelerinde, çareyi özel sermayenin riskini yeni kamusal araçlarla toplumsallaştırmak olarak gören, devleti bu alanda işe koşturmak isteyen ve muhafazakârların da beslendiği Wall Street mutabakatı savunucuları var.

Kısacası, eski tarz piyasacılığın defteri dürüleli çok oldu. Ancak yenisi bir türlü tam biçimlenemiyor. Dişleri sökülmüş dahi olsa Bidenomics’in ABD’de enflasyon sorununun arkasında yattığına dair pompalanan kanaat devlet müdahalesinin merkez kapitalist ülkelerde nasıl biçimlenmesi gerektiği konusunda yeni bir uzlaşının tam egemenliğini tesis etmesini engellemiş bulunuyor. Yüzyılda bir yaşanacak denli büyük bir sağlık krizi, yarım yüzyılda bir görülen tarzda enerji krizi ortasında tutarsız hamleler vakayı adiye oluyor.

Bu koşullar altında Truss’a ve muhafazakârlara finansal sermaye sahiplerince verilen tepki eski tarz piyasacılıktan uzaklaşma sinyalleri vermesinden değil, bunu gayri-sistematik yapması ve ciddiyetsiz bir şekilde sunmasından kaynaklanıyor demek daha doğru. Erdoğan tarzı pragmatizm küresel Güney ülkeleri için bir istisna ve bu ekonomik deney pek karşılaştırılabilir durmayabilir, ancak kriz yönetimi mantığının başka coğrafyalarda devrede olduğunu ve ilginç reçetelerin ortaya savrulduğunu görmeliyiz. Savaş, yıkım, aksamalar devam eder ve beklenen sancılı resesyon çok sayıda ülkeyi etkisi altına alırsa durum daha da ilginçleşecek.

Tüm yazılarını göster