TÜBİTAK desteği ile Aleviler için 'yeni icatlar!'

Alevilerin kurmuş olduğu ikrar, musahiplik, görgü, dar/dardan indirme vb. cemlerde okunan gülbeng ve tercümanların hiçbirinde yazarın işaret ettiği ve makale sonunda ek olarak belirttiği ifadelerin hiçbiri geçmez. Yani cem kurulur, dem sürülür ve bunun açık anlamı hakkın ve hakikatin binasını kurmaktır.

Abone ol

Halil Karaçalı

Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi/2013/65 Sayısı’nda yer alan ve Arş. Gör., Mehmet Ersal ve Serpil Ersöz tarafından kaleme alınan “Alevi Gülbenglerinin Temel Yapısı Üzerine Bir Değerlendirme” başlıklı makalenin “EK: Hizmet Sırasına Göre Dizilmiş Gülbengler” bölümünde: ‘Namaz-Dar’, ‘Namaz-Secde’, ‘Namaz-Tecella’, ‘Seccade’, ‘Seccade-Seccade’nin Duası’, ‘Seccade- Namaz-Sorgu’, ‘Seccade-Seccade Üzerinde Kalkış’, ‘Seccade-Seccade Silkeleme’, ‘Kasap’ vb. başlıklara yer verilmiştir.

Türkoloji Çalışmaları Dergisi 6/1 Kış-2011, Arş. Gör., tarafından yazılan “Alevi İnanç Sistemindeki Ritüelik Özel Terimler: Musahiplik” başlıklı makalede;

(…) Maalesef Alevi-Bektaşi inanç zümresinin ritüelleri ve bu riteüller için oluşmuş özel terminolojinin büyük bir kısmı henüz kayıt altına alınamamıştır. Bu sebeple inanç sistemine dair yazmalarda veya şiirlerde geçen terminolojik adlandırmalar anlaşılmamakta veya yanlış anlamlandırılmaktadır. (…) Seccade Serme: Dedenin huzuruna serilen battaniye, örtü vb. verilen addır. Hizmeti yapan kişiye de “seccadeci” denir. (…). Erkekler seccade üstünde birbirine sarılarak yatarlar. Üstlerine beyaz örtü örtülür. Eşleri de ayakuçlarında dara dururlar. Bu inanç pratiğini uygulayan ocakların taliplerine göre ayakta duran eşleri, onların “kabir taşları”dır. Burada ölüme bir gönderme vardır. Bu ölüp yeniden dirilmektir.

Merak edip, Seccade nedir diye TDK Sözlüğü’ne baktık ve “Bir kişinin üzerinde namaz kılabileceği büyüklükte, halı, kilim, post veya kumaştan yaygı, namazlık” diye tanımlamaktadır. Peki, makaleyi kaleme alan ‘araştırmacı’nın lisansı Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü olmasına rağmen neden üzerinde bir kişinin namaz kılabileceği seccade üzerine birden fazla kişiyi çıkarıyor? En basit haliyle burada en az iki çarpıtma, tahrifat ve kurgu mevcuttur. Birincisi seccadeyi anlam dünyasından çıkararak namaz kılan kişilere ve ikincisi Cem meydanında seccade üzerinden birden fazla kişinin olabileceğini varsayarak. Hatta bununla yetinmeyip, yazara göre kişiler birbirine sarılıp seccade üzerinde yatabilirmiş de de! Belli ki yazar burada ‘seccade’ derken meydana serilen postu ifade etmeye çalışmakta ama bir türlü ne dili varıyor ne de kalemi yazıyor. Doğru ya dilden ve gönülden gelmeyince kalem ne yazabilir ki? Oysaki sayın yazar “araştırma” yürüttüğü alanı Erdebil süreğine bağlıyor; ki bu bilgi yanlış ama madem öyle İmam-ı Cafer Sadık Buyruğu ve Bektaşiliğin İçyüzü adlı temel eserlerde yer alan gülbeng ve tercümanlara baksın ve neresinde seccade ve namaz geçiyor bize gösterilsin ve biz de ‘aydınlanmış’ oluruz. (Bkz. Buyruk için sayfa: 129-130, Bektaşiliğin İçyüzü için sayfa: 216-220). Erdebil Süreğini süren talipler İmam-ı Cafer Sadık Buyruğu inkâr mı ediyorlar yani? Ki bu imkânsız çünkü en çok referans aldıkları temel eserdir. Her nedense araştırmacı Alevi gülbengleri üzerine değerlendirme yapıyor ama İmam-ı Cafer Sadık Buyruğu adlı temel esere bakmıyor!

Makale ile ilgili ikinci bir hususa gelince Alevi gülbenleri üzerine doğru ya da yanlış bir değerlendirme yapılıyor ama asıl soru şu: Kaynakça ve Kaynak Kişi Dizini’nden sonra neden “EK: Hizmet Sırasına Göre Dizilmiş Gülbengler” denilip, sonra “Aşağıda en çok kullanılan gülbeng yapıları verilmiştir” ve devamında: ‘Namaz-Dar’, ‘Namaz-Secde’, ‘Namaz-Tecella’, ‘Seccade’, ‘Seccade-Seccade’nin Duası’, ‘Seccade- Namaz-Sorgu’, ‘Seccade-Seccade Üzerinde Kalkış’, ‘Seccade-Seccade Silkeleme’, ‘Kasap’ vb. başlıklara yer açılmıştır?

Alevilerin kurmuş olduğu ikrar, musahiplik, görgü, dar/dardan indirme vb. cemlerde okunan gülbeng ve tercümanların hiçbirinde yazarın işaret ettiği ve makale sonunda ek olarak belirttiği ifadelerin hiçbiri geçmez. Yani cem kurulur, dem sürülür ve bunun açık anlamı hakkın ve hakikatin binasını kurmaktır. Başka bir ifade ile zaman ve mekân feshedilir, geçersiz kılınır ve bir aşkınlık hali olarak başlangıçtaki saf, bozulmamış ve kusursuz ana vasıl olunur. Bu an kusursuzdur, hiçbir şey bozulmamıştır ve bu anda hiçbir şey olmaz, eskimez, yıpranmaz ve ölmez. Pirden doğmanın anlamı da budur. Ama her ne hikmet ise yazar bu anda pek memnun kalmıyor ve meydana ekleme ve çıkarma yapabilmekte ve bununla da yetinmeyip, her dem ve anda yeniden kurulan hakkın binasına “kaçak kat atma” girişiminde bulunmaktadır. Hayır, yani kat yükseltisi veya kot farkından dolayı imar planından tadilata ya da değişikliğe mi gidiyoruz?

Gelelim yazarımızın Türkoloji Çalışmaları Dergisi’nde yayınlanan makalesine; aralarında tarih farkı olsa da aslında araştırmacının izlediği yöntem birbirinden pek de farklı görülmüyor. Makaleler için Alevi Bektaşi toplumunu tümü üzerinde çalışma veya araştırma yapmış gibi başlıklar atılmaktadır. Örneğin, “Alevi İnanç Sisteminde Dem Kültü ve Dem Geldi Semahları”, “Alevi Gülbenglerinin Temel Yapısı Üzerine Bir Değerlendirme”, “Alevi İnanç Sistemindeki Ritüelik Özel Terimler: Musahiplik” vb. Bu başlıklara bakıldığında sanki Alevilik ve Aleviler üzerine bütün külliyat çalışılmış ve araştırılmış gibi! TÜBİTAK 109K072 Numaralı proje kapsamında, yazarın ifadesi ile: “Bunun için geleneğin devam ettiği beş ildeki 42 yerleşim biriminde icra edilen 46 cem ritülenin deşifresi sonucu (…).” Ki bu ifadede dahi kesin yargı ve sorun var çünkü “geleneğin devam ettiği beş ildeki” denilmektedir! Ama bütün başlıklar Aleviliğin bütünü ve Alevilerin tümü için atılmaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere sosyal bilimlerde yöntemsel yaklaşımlar, araştırma yöntem ve teknikleri büyük oranda göz ardı edilip, kurgu ve tahrifatta sınır tanınmamıştır. TÜBİTAK yani Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun bu hususta ayırmış olduğu kaynak israftan öte gitmemiş olup, Alevilik ve Aleviler için de böylesine dâhiyane icatların çıkarılmasına vesile olmuştur!

Peki, ne tür dâhiyane icatlar? Örneğin, “Erkekler seccade üstünde birbirine sarılarak yatarlar. Üstlerine beyaz örtü örtülür. Eşleri de ayakuçlarında dara dururlar. Bu inanç pratiğini uygulayan ocakların taliplerine göre ayakta duran eşleri, onların “kabir taşları”dır” ifadesi bu icat biçimlerinin en uç örneğidir. Cemin kurulduğu meydan bir bütündür ve bu bütünlüğün kendisi hakikati temsil eder. Meydanın bir tarafı mezarlık bir tarafı kabir taşlarından oluşmaz. Meydan-ı Ali’de postun üstünde kavli bağlanan musahip kardeşler eşleri ile birlikte mevcut olma halindedirler. Bu an vahdet-i vücut olma halidir yani vardan var olanların bir olup, vahdet-i vücuta geçiş anını temsil eder. Ölmeden evvel ölme anıdır. Öyle kabir, taş, mezar ile açıklanacak veya yorumlanacak anlar değildir. En basit haliyle kadınların o meydanda kabir taşları olarak görülmesi Aleviliğe bir bütün olarak aykırıdır ve yeri de yoktur. “Yetmiş iki fırkayı bir nazar ile görmeyen halka müderris olsa hakikatte asidir” düsturu üzerine kurulu olan bir yolun cem ayinindeki an-ı daimi bir kenara bırakıp, kadınları kabir taşları olarak yorumlamak veya görmek müderrislik faaliyetlerine girer. Ki bu durum kurulan cemi süren erenleri ayırmaktır.

Sayın yazar cem ayininde okunan gülbengleri bir başka formata büründürme çalışması ile yetinmeyip: “Maalesef Alevi-Bektaşi inanç zümresinin ritüelleri ve bu riteüller için oluşmuş özel terminolojinin büyük bir kısmı henüz kayıt altına alınamamıştır. Bu sebeple inanç sistemine dair yazmalarda veya şiirlerde geçen terminolojik adlandırmalar anlaşılmamakta veya yanlış anlamlandırılmaktadır” demektedir. Burada vurgulamaya çalıştığı yazılı kaynaklardır. Alevi-Bektaşilerin esas aldığı temel kaynakları yetersiz bulmuş olmalı ki ve hatta bu yetersiz görmenin ötesinde “şiirlerde geçen terminolojik adlandırmalar anlaşılmamakta veya yanlış anlamlandırılmaktadır” diyerek deyiş, devriye, nefes, duaz, deme ve mersiyeler için de bir şeyler icat etmeyi düşünmektedir.

Nedir bu icat? Kamerayı alalım elimize, Meydan-ı Ali’de cemin kurulduğu mekânın tam ortasına yerleştirelim, ne var ne yok hepsini tümden kayıt altına alıp donduralım! Deyiş, nefes ve devriyeler ‘dem bu dem’ ya da ‘an-ı daim’ denilen olguyu işler. Dem Farsça’da soluk, nefes, içki, an, zaman, vakit, saat anlamlarını taşır. Döngüselliği ve çok katmanlılığı ifade eder. Dem aynı zamanda insan, hayat, varlık ve aşk da demektir. Buna örnek verecek olursak güzel yaşayan insanların ardında “Demi devranı güzel sürdü” denilir. Bir nevi anı daiminin anlarını yakalayarak yaşadı anlamına gelir. Böylelikle anı daim içinde tarihsel zaman bütünüyle devre dışı bırakılır. Bu döngüsellik ve dem bu dem hali çoğu zaman veliler aracılığı ile insanlara yeni ve başka olarak görünür. Tam da bu noktada ezeli yani öncesiz ve ebedidir yani sonrasızdır. Ve böylelikle aşık ile maşuk aynı anda ve aynı demde hemhal olur. Bu hemhal olmada arif ve kâmil olan neşe ve gülümseme ile bakar. Artık görünen cemaldir, vasıl olunan sırdır ve bir olunan Hak’tır. Yol ulularımızdan gördüğümüz, duyduğumuz ve bizlere aktarılan böyledir. Hak ile bir olunan anı kamera ile kayıt altına alıp, dondurmanın anlamı sır olan her ne ise görünür kılalım, zaten “Alevilerin de kafası karışık” ve tam da bu karışıklığı gidermek için dondurulmuş an/lardan hediye edelim! Bu meydan-ı Ali’de kurulan cemi baştan sona didikleme ve aşırı görünür kılmanın şiddetidir. (Bkz. “Şiddetin Topolojisi”, Byung-Chul Han). Bu aşırı görünür kılma çabası cemi bir bütün olarak düzleştirir ve insanları da makinaya dönüştürür. Başka bir deyiş ile cem meydanın eşiği aşılırsa sır olan faş edilir ve her şey aynılıkta düzleştirilir. O zaman da Alevilik ve Aleviler kendi tanımlama ve vurguları ile X, Y, Z vb. “kültürünün önemli bir zenginliği” olarak ortada kalkmış olur. Ki amaç da budur, tek tipleştirme, standartlaştırma ve en nihayetinde kayıt altına alınmış bir paket programa dönüştürme. “Kafası karışık bir Alevi mi var? Dondurulmuş paket program hazır!