TÜİK verilerini mercek altına almanın zamanı çoktan geldi
2 yıl içinde Merkez Bankası'nda 3 farklı başkan, TÜİK’te ise son 4 yılda hem de vekaleten atanmış 3 farklı başkan görmemiz tesadüfle açıklanamaz. Merkez Bankası ve Sağlık Bakanlığı verilerinde olduğu gibi toplumdaki muhalefet unsurları ve siyasi partiler; TÜİK’in enflasyon, büyüme ve işsizlik hakkındaki verilerinin ciddi şekilde mercek altına alınmasını, ham verilerin bağımsız uzmanlarca kontrol edilmesini, hatta TÜİK içinde bir bilim kurulu oluşturulmasını yüksek sesle dile getirmeliler.
Aziz Gülhan
“TÜİK ham verileri, bağımsız uzmanların gözetimine açılmalıdır.”
Türkiye’de yaşayan her bir birey, özellikle 2020 yılında doğru ve şeffaf verinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamış oldu. Önce, Merkez Bankası'nın yayınladığı veriler hakkında uzman iktisatçılar şüphelerini dile getirdi ve yapılan hesaplamalara göre, her ne kadar Merkez Bankası açıklamasa da, net rezervlerin negatif olduğu ve yaklaşık 128 milyar doların kamu bankaları kullanılarak satıldığı anlaşıldı.
Veriler hakkında ikinci büyük şok dalgasını ise her gün yüzleşmekte olduğumuz Covid-19 vaka sayılarında yaşıyoruz. Toplumdaki muhalefet ve Türk Tabipleri Birliği’nin yoğun baskıları sonucu, korona vakalarında dünya liderliğine oynadığımız ortaya çıktı. Vefat sayıları hakkında ise hâlâ büyük şüpheler var. Peki, Merkez Bankası ve Sağlık Bakanlığı verilerinden sonra sorgulama sırası TÜİK verileri için ne zaman gelecek? “Yönetebilmek için doğru ölçmemiz gerektiğinin” çok önemli olduğu bugünlerde TÜİK’in artık ciddi bir şekilde sorgulanması için aşağıdaki konuyu örnek göstererek kamuoyuna önemli bir çağrı yapmanın zamanı geldi: “TÜİK ham verileri, bağımsız uzmanların gözetimine açılsın.”
Son dönemde en çok duyduğumuz kelimelerin başında “veri (data)” geliyor, sadece belli alandaki uzmanları ilgilendiren bir konu olmaktan çıkan veri ve veriye bağlı terminoloji, 2020 yılı Mart ayından itibaren önce turkuaz tablolarla hayatımıza girerken şimdilerde artık neredeyse her vatandaş veri meraklısı haline geldi. “Bugünkü vaka sayısı kaç, düne göre nasıl değişmiş, ağır hasta sayısında artış eğilimi var mı, ülke sayılarının dünya ortalamasına göre durumu ne” gibi sorular artık sadece akademisyenler veya sağlık emekçileri için değil, hemen herkes için bir merak konusu haline geldi. Son 2 aydır buna bir de şüphe unsuru eklendi: Vaka ve hasta sayısı verileri neden ayrıştırıldı, veriler doğru mu?
Veriler artık hayatımızın bir parçası oldu ve insanlar doğal olarak gizlenmiş ya da yönlendirilmiş bilginin kurbanı olmak istemiyorlar. Bu konuda toplumsal muhalefet ve siyasi partilerden daha yüksek tonda itirazlar yükselmeye başladı. Son bir yıldır kamuoyunda en çok tartışılan iki konu, Merkez Bankası'nın rezervleri ve Covid-19 vaka verileri. Son dönemde haberlere yansıyan hususlar nedeniyle kamu kurumlarınca yayınlanan verilerin niteliği yönünde haklı şüpheler oluştu.
Sağlık Bakanlığı ve Merkez Bankası önemli veriler yayınlayan iki kuruluş, ancak şunu unutmamak gerekir ki hayatın hemen her alanında veri toplamak ve istatistik yayınlamakla görevli olan yer Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK). Son dönemde enflasyon konusu başta olmak üzere artan bir şiddette TÜİK’e yönelik ciddi eleştiriler yapılıyor. Sosyal medya üzerinden yapılan anketlerde TÜİK’e güvensizliğin yargı mercilerine güvensizlikle atbaşı gittiği görülüyor. İster muhalefeti ister iktidarı desteklesin, bazı yurttaşların özellikle enflasyon konusunda TÜİK verilerinin artık dikkate bile alınmaması gerektiği yönündeki alaycı beyanlarını da not etmek gerekiyor.
Bu noktada şüpheleri artıran en önemli husus, Merkez Bankası ve Sağlık Bakanlığı’nın başındaki kişilerin yarım yamalak da olsa zaman zaman kamuoyuna açıklama yapma gereği hissetmelerine karşın, TÜİK başkanının veya TÜİK’teki sorumlu bir yöneticinin çıkıp bir açıklama yapmaktan imtina etmesi. Herhangi bir TÜİK yetkilisi ne hikmetse “bakın enflasyon için topladığımız ham veriler bunlar, alın siz de kontrol edin” demiyor ya da diyemiyor.
TÜİK hakkında kafalardaki asıl soru belki de şu: Kamuoyunda sürekli olarak TÜİK verilerine ilişkin oluşan şüphelerde bir haklılık payı var mı yoksa bu sadece muhalefetin sunduğu siyasi bir söylem mi?
Geçen ay TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda CHP Milletvekili Süleyman Girgin, TÜİK enflasyon verileri ile ilgili somut verilerden yola çıkarak bir kontrol çalışması yaptığını söyledi. Süleyman Girgin, bu kontrol çalışmasında, TÜİK’in enflasyon sepetinde yüzde 5,58 paya sahip olan otomobil fiyatlarını ele aldığını, zira otomobil fiyatlarının sürekli olarak ilgili satıcıların internet sitesinde mevcut olduğunu ve net satış rakamlarının Otomobil Distribütörleri Derneği tarafından aylık olarak yayınlandığını belirtti. Bir başka deyişle bir mal olarak otomobil; piyasalaşmış bir üründür, ayrıca fiyat ve satış verilerine her yurttaş kolaylıkla ulaşabilmektedir. Bu kapsamda, TÜİK’in referans aldığı otomobil fiyatının, bir önceki yılın en çok satan 15 modelinin “en ucuz versiyonunun” (bu modeller hâlâ satılmaya devam ediyorsa) pazar paylarına bağlı ağırlıklı ortalamasına göre hesaplandığı öğrenilmiş.
Veriler, evrensel standartlara uygun ve şeffaf bir şekilde toplandığı sürece bu metodolojinin gerçeğe yakın ve anlamlı sonuçlar oluşturulabileceğini ileri sürmek mantık sınırları içinde izah edilebilir bir durum. Ancak burada, “belirtilen hesaplama yöntemine giren ham verilerin ne kadar objektif olduğu” sorusu gündeme geliyor. Bu soruya cevap bulmak amacıyla ülkede en çok satan benzinli otomobillerin pazar payı ve en ucuz modellerinin başlangıç fiyatı bilgilerine (23 Ekim 2020 tarihli açık kaynak verileri baz alınarak) aşağıdaki tabloda yer verilmektedir.
Eylül ayında ÖTV oranlarında yapılan artış ve döviz kurlarındaki harekete de bağlı olarak, objektif veri kaynaklarına göre yapılan hesaplamaya göre benzinli otomobillerin ortalama fiyatı 205 bin TL olması gerekirken, TÜİK’in kasım ayı başında açıkladığı verilerde bu kalem için 164 bin TL yazdığı anlaşılıyor. Görüldüğü gibi burada izah edilemeyecek kadar büyük bir fark (41 bin TL) var. Son olarak, TÜİK kasım ayında benzinli otomobiller için ortalama fiyatı 177 bin TL olarak açıklamış bulunuyor, ancak belirtilen objektif veri kaynaklarına göre bu verinin en az 216 bin TL olması gerektiği, dolayısıyla verideki büyük sapmanın halihazırda devam ettiği açıkça görülüyor.
Dört yüzden fazla ürün ve hizmetten oluşan enflasyon sepetinde sırf bu kalemdeki sapmanın yıllık TÜFE’yi olduğundan “en az 2 puan aşağıda gösterdiği” hesaplanmış. Söz konusu kontrol çalışması ile ilgili olarak TBMM Komisyonunda yapılan konuşmanın üzerinden bir aya yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen TÜİK’ten halen bir cevap gelmediği de belirtiliyor. TÜİK’in kendisine yöneltilen sorulara karşı tavrının genelde suskun kalmak ve görmezden gelmek olduğunu anlıyoruz.
Bu yalın ve kontrolü oldukça kolay örnek, akıllara şu haklı soruları getiriyor: TÜİK gerçek enflasyon verilerini açıklamak yerine, bazı veri giriş gecikmeleri ve bilemediğimiz başka bahaneler ve amaçlarla enflasyonu bilinçli olarak düşük göstermenin yollarını mı deniyor? TÜİK bu kadar ciddi iddialar karşısında sürekli suskun kalarak “sükût ikrardan gelir” mi demek istiyor?
2 yıl içinde Merkez Bankası'nda 3 farklı başkan, TÜİK’te ise son 4 yılda hem de vekaleten atanmış 3 farklı başkan görmemiz tesadüfle açıklanamaz. Tıpkı Merkez Bankası ve Sağlık Bakanlığı verilerinde olduğu gibi toplumdaki muhalefet unsurları ve siyasi partiler; TÜİK’in özellikle enflasyon, büyüme ve işsizlik hakkında yayınladığı verilerin ciddi şekilde mercek altına alınmasını, ham verilerin bağımsız uzmanlarca kontrol edilmesini, hatta TÜİK içinde bir bilim kurulunu oluşturulmasını yüksek sesle dile getirmeliler. TÜİK’in artık ciddi bir şekilde sorgulanmasının zamanı geldi de geçiyor bile.