Tuncel Kurtiz: Bir rüya görüyorum, orada insanlar özgür!
Bilgin Baloğlu'nun kaleminden çıkan Tuncel Kurtiz kitabı Kurtiz'in yaşamını derinlemesine incelemesinin yanında Yılmaz Güney'le dostluğunu, mesleğini gerçekleştirirken yoldaşlık anlayışını bir yaşam biçimine dönüştürmesini anlatıyor.
DUVAR - Yalnızca biyografi kitapları basarak, yayın camiasına hızlı bir giriş yapan Gerekli Kitaplar’ın yeni çalışması Bilgin Baloğlu’nun kaleme aldığı Tuncel Kurtiz kitabı… Usta sanatçının uzun süren yaşamını dönemlerine ayırarak inceleyen Baloğlu’nun, bir yaratıcı olarak oyuncunun varoluşunu, biçimlenişini ve toplumsal konumlanışını derinlemesine incelemesiyle de ayrıca dikkate değer.
Küçük yaşlardan itibaren vali babasının peşinde, Anadolu’yu bir uçtan bir uca dolaşmak zorunda kalan Kurtiz’in yolu 40’lı yıllarda Amerika’ya kadar uzanır. Sıkça gözlem yapar, dil öğrenir. Döndüklerinde, babasının geniş kütüphanesiyle tanışır, okumaya başlar. “Varlık’tan Orhan Kemal’i, Avare Yıllar’ı, Baba Evi’ni, Emile Zolalar’ı, Toprak’ı, Germinal’i, İvan Bunin’i, Mihail Zoşçenko’yu, Maksim Gorki’yi okudum.” Bu okuma hali hayal dünyasını genişletir, öğrendiklerini, zihnindekileri tiyatro yaparak dışavurmaya başlar. Henüz orta ikidedir.
Üniversitede, Hukuk ve İngiliz Filolojisi eğitimleri alsa da içi kaldırmaz, vaktini tiyatroya ayırır. Daha çok okur, tanık olur, düşünür. İdeoloji kavramıyla bu dönemde tanışır. “Bu arada hep bir gizli polis korkusu başlamış vaziyetteydi. Çünkü meraklıyız. Ben mesela Remzi Kitabevi’nden Mülkiyetin Tarihi ve Marksizm Nedir? diye iki kitap alıyorum. Bu iki kitap bende yeni sual işaretleri uyandırdı.”
'SİNEMAYLA BAŞARACAĞIZ, HALKIMIZA GİDECEĞİZ'
Aynı dönemde okulu bir yana bırakır ve Anadolu’ya turne yapmaya başlar. Bu durum, halkla yeni ilişkiler kurmasına, “bir burjuva çocuğu olarak” Anadolu’yu tanımasına sebep olur. İşler çok düşündüğü gibi gitmese de deneyim kazanır, İstanbul’a döner ve sinema yapmaya başlar. “Yılmaz, beni tiyatrodan sinemaya çekmek istedi. Sinema yapalım, sen yine tiyatronu yaparsın ama sinema çok önemli, dedi. Sinemayla başaracağız, sinemayla halkımıza gideceğiz, dedi.”
Kurtiz’in, Yılmaz dediği kişi, Yılmaz Güney’dir. Henüz üniversitedeyken tanıştığı Güney, geçen süre için vurdulu-kırdılı filmlerde oynamış, şöhretine şöhret katmıştır. Kurtiz, Güney’in ilk dönemini, “annesi Muşlu, babası Siverekli… Zaza ve Kürt karışımı bir delikanlıydı. Çok güzel Türkçe konuşuyordu. Çok güzel hikâyeler yazıyordu.” diyerek anlatır. O dönemde peş peşe filmler yapmaya başlayan ikili, ortaya çıkan filmlerin içeriğinden dolayı giderek rahatsız olurlar. Yaratılan o Çirkin Kral imajını, “o ezik Anadolu çocuğunu” yıkmak gerektiğini düşünürler. “Yılmaz bir sanatçıydı. Yılmaz bir hikâyeciydi. Yılmaz çok daha büyük işler yapmak istiyordu. İşte Umut (1970) ve Seyyit Han (1968) bunların başlangıcıydı.”
Özellikle Umut, oldukça ses getirir. Yoksul arabacı Cabbar’ın hikayesinin anlatıldığı film, seyircinin kendi gözlerini kör eden yoksulluğu perdede görmesiyle bir travma etkisine yol açacaktır. Film, türlü gerekçelerle yasaklanır. Ancak Güney filmine çok güvenir ve yurtdışına, festivallere gönderilmesini ister. Filmi kaçak yollarla yurtdışına kaçırırlar. Cannes Film Festivali’nde filmi kendi takdim etmek ister ancak çıkış yasağı vardır. Tuncel Kurtiz’e gider. “Çok başarılı bir gösterim oldu. Filmi ben takdim ettim, ben konuştum. İşte bu film yasaklanıyor. Bu filmi yasaklayan devlet, nasıl bir düşünceye sahiptir? Bunu size bırakıyorum.” der. Yılmaz Güney, filmi kaçırdığı suçlamasıyla yargılanır. Aynı dönem 12 Mart askeri darbesinin yapıldığı yıllara tekabül eder. Bütün arkadaşları ve dostları içeri giren Kurtiz, Türkiye’ye geri dönmez. Yıllarca sürgünde yaşar.
Filmlerde oynamaya, tiyatro yapmaya devam eder. Sayısız filmde oynar. Avrupa’da tanınan bir oyuncu haline gelir. 1978 yılında Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı Sürü filmi için tekrar Türkiye’ye döner. Bu film Tuncel Kurtiz’in başrolünü oynadığı ilk filmdir ve yurtiçinde ve yurtdışında oldukça ses getirir. Filmin bitişi ile tekrar Avrupa’ya dönen Kurtiz, uzun bir süre Türkiye’ye dönmez. Uluslararası pek çok yapımda oynar. 1993 yılında Türkiye’ye dönme kararı alır. Bağımsız filmlere ve televizyon dizilerine öncelik vererek oyunculuğa devam eder.
'İNSANI TANIDI, İNSANI SEVDİ'
Özellikle televizyon dizileri ile artan şöhretinden sonra sanatçının yaşamı yaygın izleyici tarafından bilinir olur. Ancak Kurtiz’in yaşam öyküsünde dikkati çeken yan, mesleğini icra ederken ideolojik bakış açısını ve yoldaşlık anlayışını bir yaşam biçimine dönüştürmesinde gizlidir. Bir feda anlayışından öte, yaşamak için, yeni bir dünya yaratma umuduyla ilişkilendiği hayata koca bir kazık çakarak öldü Kurtiz. İnsanı tanıdı, insanı sevdi. Ölümüne değin çalıştı, yaşama, ideallerine sadık kaldı. Eğilmedi, bükülmedi.
“İsteyen ne derse desin. Nedir komünizm acaba? Bir rüyadır. Ben bir rüya görüyorum. Birilerine benzemek için söylemiyorum. O benim rüyam, o benim cennet bahçem. Orada insanlar eşit, orada insanlar özgür…”