İktidarın milliyetçi ortağı HDP’nin kapatılması çağrılarının ötesinde söz kurmaya, korkunç tehditler savurmaya başladı. AKP söyleyemediğini MHP’ye mi söyletiyor, MHP, AKP’nin yapmak istemediğini yaptırmaya mı çalışıyor, belirsiz. Fakat şu açık ki, yeni bir anti-Kürt politika şekillendirilmek isteniyor.
Anlaşılan bir taraftan Kürt milliyetçilerine mavi boncuk dağıtacak ama özünde Kürtleri “evcilleştirme” çabalarına hizmet edecek yapılar inşa edilmek istenirken, diğer yandan da direnenlere karşı çok sert uygulamalara gidilmek istenecek. Devletin geleneksel havuç-sopa politikası yani. Peki bu politika, daha doğrusu bu patika hangi kapıya çıkar?
Demokratik Kürt siyasal hareketinin en önemli isimlerinden, DEHAP eski genel başkanı, Siirt Belediyesi eski eş başkanı ve şu anda da HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tuncer Bakırhan’la geçen hafta Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya’yla yaptığımız söyleşiyle gündeme gelen “yeni çözüm süreci” tartışmalarını, İçişleri Bakanı’nın geçen hafta TBMM’de “oh” çekerek savunduğu kayyum politikasının arka planını ve kendisinin de yakın zamana kadar tutulduğu hapishanelerde yeniden başlatılan açlık grevlerini, AKP’lilerin inkâr ettiği “çıplak arama” işkencesi ve ötesini konuştuk…
Geçen hafta söyleşi yaptığımız Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya iktidarın yeni bir çözüm sürecine mecbur olduğunu ve buna yönelik hazırlıklar yaptığını söyledi. HDP olarak size de bu tür duyumlar geliyor mu?
Mehmet Bey’le yaptığınız söyleşiyi okudum. Toplumda yeni bir çözüm süreci beklentisi olduğu gibi, Türkiye’nin de buna ihtiyacı var. Ama bu konuda bize yansıyan, iktidarın böylesi bir çalışmasının olduğuna dair herhangi bir emare söz konusu değil. Bilakis, HDP’yi siyaset dışı bırakmaya, ekarte etmeye çalışıyorlar. Sadece HDP’yi değil, HDP’li 10 milyonun üzerinde insanı da siyasal sürecin dışına itmek istiyorlar. Hemen her gün savrulan soykırım tehditleri bunun bariz ifadesi zaten.
HDP’nin muhatap alınmadığı bir “çözüm süreci” mi başlatılmak isteniyor?
HDP’nin içinde olmadığı bir sürecin adı çözüm süreci değil, kendin çal kendin oyna süreci olur. Eğer Kürt sorunu barışçıl, demokratik yollarla çözmek isteniyorsa, kapatma girişimleri, ırkçı-ötekileştirici söylemler, baskılar şimdiki korkunç boyuta tırmandırılmazdı. Bırakın çözüm sürecini, iktidarın küçük ortağının agresif tavrına bakılırsa, 70-80 yıl öncesine dönmeyi arzuluyorlar.
'BÖYLESİ BİR ORTAMDA ÇÖZÜM SÜRECİNDEN SÖZ ETMEK ABESLE İŞTİGALDİR'
HDP’nin buna karşı politikası ne olacak?
HDP’ye direnmek dışında yol yok. Şu anda partimizin binlerce yöneticisi, eşbaşkanları, milletvekilleri, belediye başkanları hapiste. Halihazırda cezaevlerinde başlatılmış bir dönüşümlü açlık grevi de var. Bizi kapatmaktan daha beter bir kuşatma altında tutuyorlar. Dolayısıyla böylesi bir ortamda çözüm sürecinden söz etmek abesle iştigaldir.
Hapishanelerdeki açlık grevleri ne zaman, hangi gerekçelerle başlatıldı?
Cezaevlerindeki uygulamalar zaman zaman kamuoyuna da yansıyor. İnfazı yakılanlar, ağır sağlık sorunlarına rağmen tedavi edilmeyenler, yetersiz beslenme, kışın sıcaktan, yazın serinlikten mahrum bırakma gibi uygulamalar korkunç boyutlarda. Belli aralıklarla hasta mahpusların cenazeleri çıkıyor hapishanelerden. Tüm bu koşullar karşısında siyasi tutsaklar mevcut koşulların değiştirilmesi, Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, özellikle Kürtlere, muhaliflere yönelik baskıların sonlandırılması talebiyle bu açlık grevini başlatı. Eğer bu konuda ciddi girişimler olmazsa, ne yazık ki önümüzdeki günlerde açlık grevi bir kez daha Türkiye’nin ana meselesi haline gelecek.
Sizin HDP olarak bu konuda herhangi bir girişiminiz oldu mu?
Evet, çeşitli girişimlerimiz var. Hapishaneleri siyasetçilerle, yazarlarla, aydınlarla, seçilmişlerle doldurmuş durumdalar. Bugün Türkiye toplumunun en önemli bileşenlerinin, aktörlerinin buluşma veya buluşturulma mekânı hapishanelerdir. Üstelik de hapis içinde hapis koşulları dayatılıyor. Koşullar yaşanılır gibi değil. Bunlara karşı toplumsal bir duyarlılığın geliştirilmesi gerekiyor. İnsanların, insanlık onuruyla bağdaşmayan bu koşulları daha fazla kaldırmaları mümkün görünmüyor.
Bu konuyu Adalet Bakanlığı’yla görüştünüz mü?
Adalet Bakanlığı’yla görüşülecek ama biz ayrıca mahpus yakınları ve avukatlarıyla bir komisyon kurduk. İlgili bakanlıkla, insan hakları örgütleriyle görüşerek bu meselenin hâl yoluna sokulması için çaba sarfediyoruz. Yakın zamanda bu konudaki çalışmalarımızı ve düşüncelerimizi, önerilerimizi kamuoyuyla da paylaşacağız.
Şu an açlık grevinde kaç mahpus var?
Grev dönüşümlü olduğu için sayılar sürekli değişiyor ama hâlihazırda 200’ün üzerinde tutsak açlık grevinde.
'12 EYLÜL KOŞULLARINI ARATMAYAN HAPİSHANELER BİR NEVİ TOPLAMA KAMPI'
Siz de üç defa hapis yatmış bir siyasetçisiniz ve bundan yaklaşık bir yıl önce tahliye oldunuz. Hapishane koşulları nasıldı?
Son tutukluluğum üç yıl sürdü. Siirt Belediye eş başkanıyken, bilindik siyasi nedenlerle tutuklandım. Tecrit ve baskının yoğun olduğu Bolu Cezaevi’nde kaldım. Aile görüşlerinin keyfice kısıtlandığı, revire, doktora çıkmanın, kışın ısınmanın, hatta yatacak yer bulmanın zor olduğu, gardiyanların yoğun baskılarının olduğu, 12 Eylül dönemini aratacak koşullar var. Mahpusların telefon hakkı kısıtlanıyor, yok yere verilen disiplin cezalarıyla mahpuslar tek kişilik hücrelere atılıyor, avukatlarıyla görüşmeleri, hatta fiilen mahkemeye katılmaları bile engelleniyor. Bir muhatabın bulunmadığı, yeterli besine ulaşılamayan, soğuktan korunulamayan, ilaca, doktora, sıcak suya ulaşılamayan, bir nevi toplama kampları bunlar. Tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi siyasilere diz çöktürmek, onları mevcut sistemin politikalarına razı etmek, onurlarını zedelemek istiyorlar.
Sizin hapiste olduğunuz dönemde de Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi vardı…
Evet, 120 günü aşkın bir süre devam etmişti. Ben sağlık sorunları yüzünden kısa süreli katılabildim. Ama orada 100 günün üzerinde açlık grevine giren insanlar vardı ve onlarla da biz ilgilenmek durumundaydık. 3 kişilik yerde 6 kişinin, 10 kişilik yerde 20 kişinin kaldığı, ranzanın dahi olmadığı, beton üzerine battaniyenin ya da ince bir sünger döşeğin atıldığı, insanların havasızlıktan, mekânın darlığından kaynaklı ciddi sorunlar yaşadığı bir ortamdan bahsediyoruz. Yani koşul yok, yer yok, yiyecek sağlayamıyorsun, tedavi ettiremiyorsun ama önüne geleni de çok basit gerekçelerle yıllarca cezaevinde tutabiliyorsun.
'BEN DE ÇIPLAK ARAMA İŞKENCESİNE MARUZ KALDIM'
Peki bu çıplak arama uygulamasına siz hiç maruz kaldınız mı?
Ne yazık ki ben de insanlık onuruyla bağdaşmayan bu işkenceye, daha önce tutuklu bulunduğum Tekirdağ Cezaevi’nde maruz kaldım. Kapıdan girer girmez, A Takımı denen gardiyan grubu karşılıyor sizi. Kameraların görüş alanının dışında olan bu ortamda soyunmanız istenir. Tabii siyasi tutsaklar çıplak aramayı reddeder.
Ve ne olur?
Zaten A Takımı da bunu bildiği için bir anda ağzınızdan, burnunuzdan kan akıtacak kadar işkence eder, üzerinizdeki kıyafetleri yırtarak çıkarırlar. Direnseniz de çıplak arama işkencesinden kurtulma şansınız yok. Sonra o yaralarla tek kişilik hücreye atılırsınız. Ağır yaralar alsanız da revire çıkarmaz, çıkardıklarında da darp raporu vermezler. Üstüne üstlük hakkınızda disiplin soruşturması başlatılır ve temel haklarınızdan, aile-avukat görüşlerinizden, telefon hakkından mahrum bırakılırsınız. Pek çok hapishanede, kadın-erkek farketmeksizin, bilaistisna her mahpusa bu işkence yapılıyor. Bizzat yaşadığım için bunun ne kadar onur kırıcı bir işkence olduğunu çok iyi bilirim. Pek çok insanda ciddi travmalara sebebiyet veriyor bu. Sadece hapishaneye ilk girişte değil, herhangi bir sağlık sebebiyle başvurup da aylar sonra hastaneye götürülüp getirildiğinizde de aynı muameleyi yaşıyorsunuz. Pek çok hasta arkadaş sırf bu insanlık onuruna saldırı niteliğindeki işkenceye maruz kalmamak için hastaneye gitmiyor. Zaten tedavisi kolay pek çok hastalık, saydığım koşullar nedeniyle ölümcül olabiliyor veya geri dönüşü olmayacak şekilde ilerleyebiliyor. Kitaplarda okuduk, belgesellerde izledik diye bu koşullar tarihte kalmış değil. Bugün çok daha katmerli halde bu koşullar sürdürülüyor. Havalandırmada, gökyüzünün göründüğü küçücük alan bile tel örgülerle kapatılmış durumda. İnsanlar bu koşullara direnerek yaşıyor ama maalesef toplumda bir duyarlılık yok.
'KOŞULLARININ DEĞİŞMESİNİ HERKES TALEP ETMELİ, ÇÜNKÜ HAPİSHANE HERKESİN YARINKİ ADRESİ OLABİLİR'
Duyarlılıktan kastınız ne?
İktidar üzerinde bu koşulların düzeltilmesi için sadece hapishanelerden değil, dışarıdan da bir baskı oluşturulması gerekiyor. Sonuçta Türkiye gibi ülkelerde ne yazık ki hapishaneler herkesin yarınki adresi olabilir. O yüzden bu insanlık dışı düzenin değiştirilmesini herkes talep etmeli.
Siz Siirt Belediye Eş Başkanı iken, Ekim 2016 tarihinde tutuklanmıştınız. Geçtiğimiz hafta TBMM’deki bütçe görüşmeleri sırasında İçişleri Bakanı kayyım uygulamasını överek “oh” çekti ve “artık paralar örgüte gitmiyor” dedi. Siz neyle suçlanarak hapse atılmıştınız?
Sadece benim değil, tutuklanan belediye eş başkanlarının hiçbiri hakkında bir kuruşluk bile yolsuzluk iddiası ve kanıtı yok. Siirt’te 10 Aralık İnsan Hakları Haftası’yla ilgili açıklama yapmakla, çeşitli basın toplantılarına, açıklamalarına katılmakla, Genel Merkez yöneticilerini karşılamakla filan suçlandık biz. İçişleri Bakanı da söz konusu “ohu” çekerken, söylediklerine inanıyor olamaz. Çünkü bakın, seçim bitip belediyeye adım attığımız andan tutuklandığımız güne kadar, Mülkiye ve Sayıştay müfettişleri, içtiğimiz bir bardak çaydan satın aldığımız bir kaleme kadar her şeyi kılı kırk yararak denetliyor. Ayrıca ilgili birimler de zaten yasadışı yollarla bizleri dinliyor, izliyor. Böylesi bir denetim altında örgüte para aktarıldığını söylemek, bizi bıraktım, kendi akıllarıyla alay ettiklerini gösteriyor.
'KAYYUM ATANAN HİÇBİR BELEDİYE BAŞKANIMIZ HAKKINDA BİR KURUŞLUK YOLSUZLUK İDDİASI YOK'
Peki iki dönemdir seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıp yerlerine atanma politikasının arkasında ne yatıyor?
Biz on yıllardır sistematik olarak yoksullaştırılmış bölgelerde, belediye kaynaklarını halkın hizmetine sunduğumuz için, şeffaf, halkçı belediyecilik yaptığımız için hedef alınıyoruz. Üstelik önceki kayyum döneminden kalma devasa borç yüklerine rağmen ikinci dönemde de arkadaşlarımız bu hizmetleri yaptı. Bize oy vermeyenler bile, “vallahi iyi yönetiyorlar, çalıp çırpmıyorlar” diyor. Zaten o yüzden ikinci defa o belediyeler kayyumlardan halkın iradesiyle geri alındı. İnsanlar bakıyor, belediye eş başkanları da tıpkı kendileri gibi kirada kalıyor, çocukları devlet okullarında okuyor, giyim-kuşamları, yaşam tarzları son derece mütevazı. Kiracı oldukları evlerine mobilyayı taksitle alıyorlar. Belediyenin gelir-gider hesaplarını kamuoyuyla düzenli olarak paylaştık. İnsanlar belediyelerin ranta, hırsızlığa bulaşmadığını gördü. Kadın, gençlik sorunlarıyla ilgili muazzam çalışmalar yürüttük. Kadınlar bu sayede kendi haklarını talep etme konusunda özgüven kazandı. Biz halkın teveccühünü böyle kazandık. Elbette bu çaba ve çalışmalarımıza tahammül edemeyip siyasi gerekelerle kayyum atadılar ve bölgeyi bir kez daha sistematik olarak çağın gerisine sürüklediler.
Siirt’te kaç yıl görevde kaldınız?
2014 ile 2016 yılının sonuna kadar, toplam 2,5 yıl görevde kaldım. Katıldığım birkaç basın açıklaması, etkinlik dolayısıyla tutuklandım. Dediğim gibi, bizim 90’ı aşkın belediyemize kayyum atandı, 180’e yakın belediye eşbaşkanımız tutuklandı ve tek bir tanesi hakkında bile bir kuruşluk yolsuzluk iddiası yok. Biz kayyumlar gibi halkın parasını şahsi konforumuza, kebaba, fıstığa harcamadık. Onlar gibi liralık kaldırım harcamasına 10 lira ödemeyip birilerini zenginleştirmedik. Belediyelerin içinde küçük vahalar, saraylar yapmadık, lüks araçlar almadık, halktan kopuk yaşamadık. Normal koşullar işlese, kazandığımız belediye 100 değil, 300 olurdu. Çünkü halk bunu gördü. Siirt, ulaşım ve suyun en ucuz olduğu şehirdi. Yoksul, çalışamayan kadınlar için toplu taşımayı ücretsiz yaptık. Arapça, Kürtçe, Türkçe anadilde eğitim olanakları sağladık. Kadın kooperatiflerini destekledik. Kadınlar için sosyalleşme mekânları kurduk. Bizimle birlikte bölgeye huzur, güven geldi ve daha önce göç etmiş insanlar yatırım için geri döndüler. Fakat zaten tam da bu nedenlerle belediyelere el koydular.
'HDP’Yİ KAPATIP KULLANIŞLI YAPILAR İNŞA ETMEK İSTİYORLAR'
Başa dönelim. Şu anda bölgede bazı partiler kuruluyor veya kurulma aşamasında. HDP dışında, daha ziyade muhafazakâr kesimlere hitap eden bazı partilerle iktidar arasında görüşmeler yapılıyor. HDP’nin dahil edilmeyeceği bir çözüm sürecinden söz ediliyor. Sizce iktidar nasıl bir hazırlık içinde?
Bir yandan partimizi kapatmaya çalışırken, bir yandan da kendileri için kullanışlı olabilecek yapılar inşa etmek istiyorlar. Aslında bu yeni yapı veya partilerle yeni bir Kürt sağı inşa edildiğini söylemek doğru değil. AKP ve diğer ortağı Kürt coğrafyasında tamamen tabela partisi haline gelmiş olduğu için, başka isimler altında faaliyet yürütebilecekleri şubeler açmak istiyorlar. Birkaç gün önce açılan Kürdistan Demokrat Partisi’nin başında, kayyum politikasının Kürt halkının yararına olduğunu savunan, söyleyen bir şahıs var. Bu zihniyetin neresi HDP’ye alternatif olacak? Halk bunların yüzüne bile bakmaz.
'KÜRTLER GÖZDEN ÇIKARILMIŞ DURUMDA'
Başta Diyarbakır il binanız olmak üzere çeşitli şubelerinizin önünde oturan aileler, “çocuklarımızı HDP dağa çıkardı” diyor. Bu iddialara ne diyorsunuz?
HDP binalarının önünde insanları tutuyor, HDP’nin gençleri dağa çıkardığını söylüyorlar. Böyle bir saçmalık olur mu? HDP insanları dağa çıkarmayı değil, dağdan inmelerinin koşullarını yaratmak istiyor. Dağa çıkaran biz değiliz, devletin kırk yıllık baskı, zülüm politikasıdır. Üstelik bunu çözüm sürecinde iktidardakiler defalarca dile getirdiler. Hakikat sizin çıkarlarınıza göre değişmez. Halkın teveccüh gösterdiği partileri kapatabilir, belediyelere kayyum atayabilirsiniz ama halkın hafızasını yok edemezsiniz. Kürtler, kendilerine yaptıklarını görüyor, biliyor ve unutmuyor. Şu anda Kürtler ekonomik olarak Türkiye toplumunun en alt sınıfını oluşturuyorlar. Bölgede korkunç ve sistematik bir yoksullaşma var. Siyasi baskıları geçtim, gündelik hayatını sürdüremiyor insanlar. KPSS’den yüksek puan alan gençler, babaları partiye üye diye veya bir akrabaları muhalif diye işe yerleştirilmiyor. Taciz, tecavüz, uyuşturucunun yaygınlaştırılması… Kürtler gözden çıkarılmış durumda. Dolayısıyla çeşitli katakullilerle, HDP’yi kapatıp güdümlü partiler kurarak bu işi çözemezsiniz.
'MİLLET İTTİFAKI’NIN POLİTİKASI İKTİDARIN ÖMRÜNÜ UZATIYOR'
İktidar kadar sizin dışınızdaki muhalefet de Kürtlerle ilgili açılımcı değil. Millet İttifakı’nın ortaklarından İYİ Parti’nin Kürt meselesi konusunda MHP’den geri kalır yanı yok. Sizce orta ve uzun vadede Kürtleri nasıl bir gelecek bekliyor?
Kürtleri yine çetin, ağır koşullarda yürütülecekleri bir mücadele dönemi bekliyor. Fakat bu çetin ve ağır koşullar daha önce de yaşandı. Biz HDP olarak baskılara alışkın, zor koşullara karşı yol, yöntem geliştirme kabiliyeti olan bir partiyiz. Öte yandan ne Cumhur İttifakı’ndan ne de Millet İttifakı’ndan medet umuyoruz. Biz mücadelemize ve yürüyeceğimiz üçüncü yola bakıyoruz. Fakat herkes görüyor ki, Kürtlerin boğazı sıkıldığında Türkiye nefessiz kalıyor. Dolayısıyla mevcut politikadan vazgeçilmesi konusunda mücadele görevi sadece HDP’nin omuzlarına yüklenemez. Ayrıca kimse Kürtleri edilgen, hak dilenen olarak görmesin. 31 Mart seçimlerinde Kürtlerin gücü, siyaseti belirleme kabiliyeti bir kez daha teyit edildi. Herkes, istendiğinde bu iktidarın çok kolay değişebildiğini gördü. Fakat ne yazık ki Millet İttifakı’nın mevcut politikası iktidarın ömrünü uzatıyor. Böyle muhalefet yapılmaz! HDP’ye dönük saldırgan söylemler karşısında tüm muhalefetin çok net, kesin bir tavır ortaya koymasını bekliyoruz. Dediğim gibi, Kürtlerin veya HDP’nin boğazı sıkıldığında, tüm Türkiye nefessiz kalıyor.
HDP kapatılırsa ne olur?
Valla bu bizim kadar, kapatmaya niyetli olanların da sorunu.
Nasıl yani?
Arkasında milyonlarca insanın olduğu bir partiyi kapattığınızda, milyonlarca insanı siyasetin dışında tuttuğunuzda ne kadar uzun yol alabilirsiniz? Bizim geldiğimiz gelenek parti kapatmalarını çok yaşadı ama her seferinde yeni partilerle demokratik siyasette ısrar ettik. Bu ısrarımız sürecek.