Karanlık bir tünelde seyreden bir otobüsün içindeyiz. Yarımızın
niyeti ufacık da olsa tünelin sonunda görülebilecek ışıktan umut
devşirmek. Diğer yarımız ise şoföre inanmış. Nasılsa gittiği yer
iyidir. Bu uğurda karanlık tünellerin ne kadar uzun sürdüğü, bir
gün aydınlığa çıkılıp çıkılmayacağı gibi sorular onlar için
önemsiz. Şoför ne derse doğru, nereye giderse kabulleri. Diğer
yarıda ise tünelin sonunun aydınlığa çıkması ümidi yok maalesef.
Her haber umutsuzluğu pompalıyor, her haber karanlığı daha da
zifiri bölgeye iteliyor. Ne canımızın, ne sözümüzün değeri var.
Konuşan sansürleniyor, omuz veren hapsediliyor. Öldüren değil
öldürülen suçlu oluyor bu topraklarda. İnsanlık genimizle
oynamışlar gibi. Nasibimizi insanlıktan değil zalimlikten alıyoruz.
Ne kadar zalimsen, ne kadar karşındaki hor ve yok görebiliyorsan o
kadar evla, o kadar ferah (!) yaşayabilirsin bu topraklarda.
Aksi durum mevzu bahis dahi değil. Futbol dünyası da bundan
azade değil tabii ki. Ne kadar köpükler saçarsanız ağzınızdan, ne
kadar sopa gösterirseniz aba altından, ne kadar aşağılarsanız saygı
duyulası rakibinizi, büyük yöneticilik mertebelerini hızla
tırmanmaya başlıyorsunuz. Sonrası mı? Boş vitesle yokuş aşağı.
Yolda kimi görürseniz katıyorsunuz önünüze ya da ezip geçiyorsunuz.
O sebeple tutmaya çalıştığımız her dal elimizde kalıyor. Çünkü ne
görürse onu yapıyor körpe fidanlar. Tam bir nefes aralığı buluyoruz
bu bulantılı futbol dünyasında, hemen eğiliyor boynumuz.
Emre Mor’dan bahsediyorum tabii ki. Bu ülkenin umuda ne kadar aç
olduğunu bir ispatı aslında Emre Mor. Yeteneklerinden sual etmek
aymazlığın en büyüğü olur. Öyle ki daha görüntüde değil de dillerde
yeteneği dolaşırken bir anda bu toprakların umudu oldu. Euro
2016’da milli takım iskeletinin Fatih Terim’le yaşadığı, hatta ve
hatta ‘Çıksın kendi oynasın da görelim’e kadar uzanan kapris
deryasında daha da parladı genç oyuncu. Tüm turnuva boyunca
Türkiye’nin biraz kıpırdandığı tek maç olan Hırvatistan
mücadelesinde, ilk kez net bir şekilde yeteneklerini ortaya koydu.
İlk golün asistini yapmadan önce ulaştığı sürat nedir bilmiyorum
ama tribünden bile bu esintiyi hepimiz hissettik. Söylentilerin
gerçeğe dönüştüğüne şahit olduk. Emre, tamam da aradığımız futbol
kahramanıydı.
‘Arda milli takıma alınmalı mı alınmamalı mı’ sorusu sorulurken
bile umut stepnesi Emre Mor’du. Arda’nın Barcelona’daki mevcut
olağanüstü performansına karşın ‘Euro 2016 günlerinde kibir’
filmini aklına getirenler “Olsun canım ne de olsa Emre Mor var”
diye akıllarından geçiriyorlardı. Hakkını yemeyelim Emre de bu
düşünceleri, ortaya koyduğu solo performansla karşıladı. Biliyoruz
ki Dortmund ellerinde futbol varyetelerinin yanına bir de takımın
parçası olma yetisini eklerse dünyada eşine rastlanması zor olan
bir futbol efsanesine dönüşebilir.
Lakin umudumuza sıkılan limon da tam bu aşamada devreye girdi.
Görünen o ki Emre, futbolunun yanında id’ini de büyütüyor. Yaptığı
tüm güzel hareketlerin silinmesine neden olabilecek kadar hakemle
dalaşıyor. Sempatikliğine uymayacak kadar sinir harpleri yaşıyor
sahada. Bir bakıyorsunuz dünyanın en büyük temaşası, bir
bakıyorsunuz Emre Belezoğlu sendromu. Kontrolsüz güç güç değil ya
hani, kontrolsüz öfke, çirkin görüntünün ta kendisi.
Dedim ya bu ülkede insanlar karanlık bir tünelde ufacık bir
ışığa hasret diye. Emre Mor, futbol alanındaki o ufacık ışık
olabilir. Adının altında oluşan konsensüs, futbol yeteneğindeki
umutla kurak futbol iklimimizin ortasında yemyeşil bir ağaç Emre.
Ama Ukrayna maçındaki davranışları korkuttu beni ve birçoklarını.
Bağış Erten’den tırtıklarsam “Tünelin ucundaki umut olarak
gördüğümüz o ışık demeti aslında trenin üstümüze geldiğine” de
delalet olabilir.
Umalım ki anlık bir patlama olsun Emre’nin saha içi tavırları.
Geçirdiği kötü bir günün sonucu olsun. Umut devam etsin futbol
sahasında. Aksi ise yine bize hüsran, yine bize zifiri karanlık,
yine bize umut fakirliği kalır. Pamuk ipliği ile bağlandığımız
tünel sonundaki ışığa olan inan, aslında gelen trenin altında kalır
gider.