Tunus ve Sudan’da Post-İslamcılık

Korku söyleminin temel sorunu, öngörülerini doğrulayan iklimi kendisinin yaratmasıdır. Zira korku söylemine sıkı sıkıya sarılan kişi, başkalarının endişelerini artırır şekilde hareket eder.

Abone ol

Abdülvehhab el Efendi

Bundan yaklaşık 30 yıl önce, Nahda Haraketi’nin lideri Raşid Gannuşi ile Tunus’taki buluşmamda ondan ve hareketin diğer mensuplarından, hareketin Sudan’daki benzerinden birçok alanda ama özellikle de Sudan’daki hareketin demokrasiye bağlılığını ilan etmesi ve kadın sorununda duyarlı bir yaklaşımı tercih etmesi noktalarında etkilendiğini duydum.

Hasan Turabi’nin sadece siyasi değil aynı zamanda dini bir prensip olarak nitelediği demokrasiye ilişkin yazılarında ve eserlerinde ortaya çıkan bu yönelim, sadece düşünsel değildi. Nitekim Turabi'nin demokrasiyi siyasi bir olgu olarak değil, düşünsel bir yaklaşım olarak gördüğünün en önemli kanıtı, fıkıhtaki içtihadın demokratikleştirilmesiydi ya da içtihadın halkın tamamına yayılmasını savunması, bu noktada ulemanın halkın üzerinde bir konuma sahip olmasını reddetmesiydi. Öte yandan, bir öğrenci hareketi olarak ortaya çıkmış olan Tunus İslami Yöneliş Hareketi’nde bu prensiplerin uygulama alanı bulduğunu ifade etmek mümkündür (Kesin olmamakla birlikte Tunus’taki öğrenci hareketinin adını yine Sudan’daki ikizinden aldığını düşünüyorum). Nitekim Sudan’daki İslami öğrenci hareketi, Hartum Üniversitesi’nde "Ya özgür bir üniversite ya da üniversitesiz bir Sudan" sloganıyla akademik ve siyasi özgürlükleri savunmaktaydı.

SUDAN FİYASKOSU VE TUNUS’UN BAŞARISI

Prensiplerin yanı sıra, İslamcıların o dönem demokrasiye bağlı olmalarının, içinden geçilmekte olan koşullarla ilgisi bulunmaktaydı. Sudan'daki İslami hareket, küçük bir hareketti ve iktidarla ilgili bir beklentisi bulunmamaktaydı. O dönemde ülkede demokrasiye en büyük tehdit, 1969'taki Mayıs darbesine önderlik eden sol ve laik hareketlerden gelmekteydi. Bunun yanı sıra Sudan'da etkili partiler, dini referansı olan partilerdi. Hareket o dönemde solcu grupların Cafer Numeyri darbesine desteğini, darbeci yönetimin Öğrenci Birliği'nin lağvedilmesi ve yerine sol partiler koalisyonunun ikame edilmesi kararına yönelik desteklerini, akademik ortamı sol hareketlere karşı örgütlemek için iyi bir şekilde kullandı ve bu sayede üniversitelerde hakimiyet kurmayı başardı. Aynı zamanda hareket, ‘üniversitenin özgürlüğü ve bağımsızlığı’ sloganı altında Güney Sudan'da öğrencileri de kapsayan geniş kapsamlı bir koalisyon içerisine girdi. Sadece bununla da kalmadı, 60’lı yıllarda selefiler gibi sanatsal faaliyetlere karşı çıktığı dönemdeki tutumundan tamamen farklı olarak liberal bir yönelim benimsedi. İslami hareketin bu mücadelesi sayesinde üniversiteler, kelimenin tam anlamıyla özgür bir alan haline dönüştü.

Hikâyenin devamı şu şekilde: Tunus İslami Hareketi, demokrasiye bağlılığını sürdürürken ve düşüncesini de bu doğrultuda geliştirip siyasi eylemi tebliğ hareketinden ayırma noktasına ulaşırken, Sudan'daki hareket tam tersi bir yönde gerileme yaşamış ve analitik olarak bakıldığında bu yönelim, 1989 darbesi ile başlamamıştır. 1977 yılında hareketin gerçekleştirmiş olduğu ulusal uzlaşma ile birlikte ve hareketin rejiminin bir parçası olma noktasına geldiğinde yaşanmıştır. Aynı hatayı kendi kendini mahveden Sudan solu da işlemişti. Gerçekten de İslami hareket ilk defa 1978 yılında ulusal uzlaşmanın hemen ardından Hartum Üniversitesi’nde yapılan öğrenci seçimlerinde büyük bir hezimet yaşadı. Hareket, 1984 yılında İslam Üniversitesi’nde yapılan seçimlerde bir kez daha büyük bir mağlubiyet aldı.

Bu yönelim, 1983 yılındaki ayaklanma sırasında bir kez daha güçlendi, ardından aynı yıl Numeyri yönetimi Sudan’da şeriat ilan etti. Sudan İslami Hareketi bu dönemde “korku söylemi” olarak nitelendirdiğimiz şeyi geliştirdi. Bu korku, sadece harekete ve “şeriat”a ilişkin değil, aynı zamanda Sudan’ın Arap-İslam kimliğine de yönelikti. Hareket, Güney’deki ayaklanmanın ülkeyi ele geçirme ve ülkenin kimliğini değiştirme “planı”na karşı Sudan sokaklarını örgütledi. Hareketin üst düzey yetkililerinden biri, 1989 darbesine getirdiğim eleştirilere verdiği yanıtta, diğer Arap ülkelerinde yaşanan deneyimlerin kendi iddialarını kanıtladığını düşünmekteydi: Suriye’de “Müslüman Kardeşler”, subayların demokrasiyi korumak amacıyla Baas Partisi’nden önce darbe yapma teklifini, Suriye halkının Baas darbesine izin vermeyeceği gerekçesiyle geri çevirmişti. Sudanlı yetkiliye göre sonuç ortadaydı. Ayrıca, 1969 darbesinin ardından Hareketin lideri Hasan Turabi, o dönem muhalefette olmasına rağmen, Savunma Bakanı ve Başbakan’dan önce tutuklanmıştı. Bunu anlatan arkadaşım, sözlerini “Bir daha buna asla izin vermeyeceğiz” şeklinde bağladı.

KORKUNUN ESİRİ OLMAK YA DA DEMOKRASİYLE BARIŞMAK

Korku söyleminin temel sorunu, öngörülerini doğrulayan iklimi kendisinin yaratmasıdır. Zira korku söylemine sıkı sıkıya sarılan kişi, başkalarının endişelerini artırır şekilde hareket eder. Buna karşın Raşid Gannuşi’nin 1986 yılında bir gazetecinin kendisine sorduğu soruya, “Demokrasinin ilkelerine bağlı kalmak şartıyla, Komünist Parti’yi de iktidara getirse, Tunus’ta demokrasiye saygı duyuyoruz,” yanıtını vermişti. Bana göre Tunus demokrasisini koruyan şey, Tunus İslami hareketinin itidali olmuştu. Hâlbuki, hasımları sözde İslami tehdit endişesiyle kendisine karşı demokrasi dışı yöntemlere başvurma eğilimi göstermişti. Bugün, yeniden ülkeye getirmeyi arzuladıkları Burgiba ve Bin Ali diktatörlüğünü desteklediler. Aynı ölçüde gerek Müslüman Kardeşler’in yönetime egemen olmasından, gerekse de İhvan’a yapılan eziyetlerin yeniden gündeme gelmesinden duyulan çift taraflı korku söylemi, Mısır’da demokrasinin çökmesindeki ana faktördür. Bu da İslami hareketlerin rolünün ve tutumunun, demokrasinin korunması açısından oldukça merkezi bir konuma sahip olduğunu gösteriyor. İslami hareketler mutedil ve rasyonel olurlarsa ülkeyi kurtarıyorlar, başka türlü olursa felaket yaşanıyor.

Öyleyse biz, ortak bir noktadan hareket eden ve bilahare birbirine ters yöne doğru ilerleyen iki süreçle karşı karşıyayız. İslami Yöneliş ya da Nahda Hareketi, demokratik yönelimlere sahip çıkmış ve başka partilerle girdiği koalisyonları güçlendirerek toplumunu tatmin etmiştir. Böylece ülke, demokrasiyi kazandığı gibi demokrasi de hareketi kazanmıştır. Sudan’daki İslami hareket ise korku ekip korku biçmiş, bu yüzden de bugün aslanın üstüne binen kişiye dönmüştür. Ne sırtından inebilmekte ne de rahat bir şekilde aslanın sırtında durabilmektedir. Aynı şekilde İslam’ı, gayri ahlaki eylemlerle savunma düşüncesi, Allah’a iftiradır. (…) Allah, İslam’ı korur. Allahu Teala, ilkelerine aykırı bir şekilde dinini savunması için kimseye izin vermemiştir. Dini manipüle eden ve imajını kirleten İslami hareketlerin zevali, dinin yok oluşu anlamına gelmiyor. Aksinin yaşanması ise İslami hareketlerin gerek ilkeleri gerekse değerleri bakımından yeni Bir Baas Partisi’ne dönüşmesi anlamına geliyor.

İTİDAL, TOPLUMU BİRLEŞTİRİCİ BİR YAKLAŞIMDIR

Demokratik geçiş teorisyenleri, gerek iktidarda gerekse muhalefette itidalin varlığının, özellikle de taraflar arasındaki karşılıklı güven durumunun olması durumunda, demokrasiye geçişin anahtarı olduğunu belirtiyor. İslami hareketlerin itidali ve esnekliği, Arap ülkelerindeki demokratik dönüşüm dinamiklerinin en önemli konusu haline gelmiştir. Arap rejimleri, İslami hareketleri göstererek demokrasiden uzaklaştırmakta, İslami hareket liderleri de rejimlerin baskısını gerekçe göstererek taraftarlarını korkutmaktadır. Her iki taraf da haklı olabilir; ancak İslami hareketlerin üzerindeki sorumluluk daha büyüktür. Tunus, Fas, Türkiye, Malezya, Kuveyt ve Ürdün örnekleri bu rolün önemine işaret etmektedir. İran kökenli sosyolog Asaf Beyat, İran’ın 90’lı yıllar boyunca İran rejiminin fanatizmine tepki olarak gelişen olguyu betimlemek için, 1996 yılında “Post-İslamcılık” terimini ortaya atmıştı. Onun meyvelerinden biri de “Hatemi Devrimi”ydi.

Bu devrim, evrensel bir hal almadan önce devrim destekçileri ve teorisyenleri arasında kendisine taraftar bulan eleştirel çizgide belirginleşmişti. Bu çizgi, İslam’ı bir din olarak reddetmiyor ancak ilkelerini, diktatörlüğü reddediyor; dini özgürlük, demokrasi ve insan hakları doğrultusunda yeniden yorumluyordu.

Asaf Beyat’ın Oxford Üniversitesi tarafından 2013 yılında yayınlanan “Post İslamcılık” kitabına katkı sadedindeki makalede, Sudan tecrübesine istinaden, Mehdicilik akidesini, demokratik yönelim doğrultusunda yeniden yorumlayan Post-İslamcılık olgusunun bütünüyle, İran’dan tam yüz yıl önce bir İslam devrimi yaşayan Sudan’a ait olduğunu ifade etmiştim. Bu, Sudan İslami hareketinin Post-İslamcılığın şekillendirdiği ve eylemlerine yansıdığı bir iklimde ortaya çıktığı anlamına geliyordu. Bu durum, ellili yıllarda Müslüman Kardeşler’den ayrılanların kurduğu İslami Sosyalist Parti’de zuhur ediyordu.

Şu ana kadar yaşanan deneyimler, Tunus-Fas’taki mutedil tecrübenin, Post-İslamcılık olarak isimlendirilsin ya da isimlendirilmesin, doğru yolun başlangıcı olduğuna işaret ediyor. Meselenin anahtarı, “Dinde zorlama yoktur” ayetidir. Diktatörlüğü, din adına meşrulaştırmak mümkün olamaz. Sudan’da otoriter deneyim hem İslam hem de Sudan açısından büyük bir felaket olmuştur. Önümüzdeki yıllarda İslami hareketlerin bedel ödemesi daha büyük bir felakettir. Nasuh bir tövbeyle pişmanlıklarını dile getirmedikleri taktirde, çoklarının bu bedeli daha şiddetli ve kalıcı bir şekilde ödemesinden korkulmaktadır. Tövbenin şartları da bellidir.

*Yazının aslı Alaraby sitesinden alınmıştır. (Çeviren: İslam Özkan)