Turan Erol dediğimizde, her şeyden önce Tarih çıkar
karşımıza.
20. yüzyılın ilk yarısından günümüze hayli uzun dönemi kapsayan
sanat yaşamı, evet, "niceliksel" olarak tarihsel bir birikimi ifade
ediyor. Benim üzerinde durmak istediğim ise söz konusu zamana dahil
oluş, zamanın-mekanın içinde varoluş biçiminden kaynaklanan
niteliksel tarih.
Turan Erol, Türkiye’de resmin – sanatın tarihine adını
yazdırırken aynı zamanda kendi tarihini de yaratmıştır. Tersi belki
daha doğru: Kendi tarihini kurabildiği için sanatın ve uğraş
verdiği alanın tarihinde bir yere, karşılığa sahip
olabilmiştir.
Kendi tarihini yaratmak, kendi başına tarih olmaktır.
Resim sanatının yanı sıra kültürel ve toplumsal tarihle de
kesişen süreci dört temel olgu üzerinden izleyebilir,
inceleyebiliriz: Mekan, Zaman, Kimlik ve
Uğraş.
İnsanı kuşatan ve var eden bu dört olgu, Turan Erol’un yaşamı
boyunca kat ettiği süreçte son derece büyük dönüşümlere uğramıştır.
Sanatçı açısından ise arayış, keşfediş - kendine dönüş, kendi oluş
serüvenidir süreç ve onu biçimlendiren kavramlar, olgular.
***
Turan Erol gerçekliğini oluşturan bileşenler arasında onun
dünyaya adım attığı yerin, coğrafyanın belirleyici rol oynadığı
görülür. Kasaba, coğrafi anlamda olduğu kadar, “sosyal mekan”
olarak da belirleyicidir. Kasaba – kent; geleneksel – modern
geriliminin mekan düzlemindeki karşılığıdır. Türkiye’nin son iki
yüzyıldaki toplumsal, kültürel, siyasal iklimi tam da bu gerilimle;
kasaba – kent ikiliği üzerinden okunabilir.
Geleneksel – modern kavramları, sanat tarihinin de temel
ayrımını oluşturur. Modernite ve modern sanat, kelimenin gerçek
anlamıyla "kent kültürü"dür. Günlük yaşamda, düşüncede ve bunların
ifade biçiminde, her tür "üretim"de değişimi, yenileşmeyi hedef
alan modernizmin 20. yüzyıl sonlarında ulaştığı yer “küresel
köy”dür!
Avrupa merkezli olarak başlayan ve dünyayı biçimlendiren
modernleşme -uzantısında küreselleşme- birçok düşünür tarafından
“yersiz-yurtsuzlaşma” olarak nitelendirilmektedir.
Turan Erol’un serüveni ise modern-öncesi, hatta “modern-dışı”
bir dünyada; kasabada başlar.
Türkçe’de arada kalmışlığı ifade etmek için kullanılan “ne köy
olur ne kasaba” sözünü burada ne şehir – ne köy olarak yeniden
kurmak gerekiyor. Kasaba, ikisinden de izler taşır ama ikisi de
değildir, olamaz da.
Köyün adeta doğal düzeniyle karşılaştırıldığında kasaba,
“yabancı”lıktır: Köyde olmayan çarşı, esnaf, para, devlet-iktidar
gibi kurumlar vardır orada. Kaymakam, jandarma, polis gibi
“profesyonel” ve “dışarı”dan gelen; akraba-komşu dışı kimliklerle
muhatap olunur. Köylü için bunlar, şehrin bir parçasıdır. O nedenle
de köye göre “değişik” durur kasaba. Ama şehre göre de yine
değişiktir; köy irisi.
Yerlilik, yerellik baskındır kasabada. Bir yandan değişim
zorunluluğu dayatırken bir yandan kendi kalma çabasının yarattığı
gerilim söz konusudur.
Genel çerçeveyi somutlaştırmak için coğrafyayla zamanın
kesişimine bakmak yararlı olacaktır.
İzmir’in yanında Muğla, Bodrum’un yanında Milas, hep bir ölçek
farkı oluşturur. Toplumsal-kültürel-ekonomik düzlemlerde karşınıza
çıkan bu ölçek farkları, Turan Erol kimliğinin oluştuğu tarihsel
dilimde; 1930’lu – 40’lı yıllarda Türkiye’yle modern dünya arasında
da geçerlidir.
İmparatorluk -ve savaş- sonrası yerel coğrafyaya sıkışan,
kendini yeniden inşa etmeye çalışan Türkiye, modern dünya
karşısında “taşra”dır, kasaba konumundadır.
***
Modernite, zamana hakim olduğu 19. yüzyıldan itibaren kendi
coğrafyasının –Batı Avrupa’nın- dışını da etkileyip, biçimlendirir.
Bu olgu yaşadığımız toplum için, bizler için fazlasıyla geçerlidir.
Osmanlı’da Tanzimat’la –1839- başlayan Cumhuriyet’e –1923- uzanan,
tüm 20. yüzyıl boyunca devam eden serüven, “Batılılaşma –
modernleşme” olarak anılır.
Yeni bir toplum, yeni bir kültür, yeni bir kimlik arayışı olarak
da bakılabilir tüm bu serüvene. Kasaba bağlamında işaret ettiğimiz
değişim zorunluluğu/arzusuyla muhafaza kaygısının yarattığı
gerilim, 19. yüzyıldan 21. yüzyıla tüm toplumsal yaşantıya
egemendir.
Resim sanatı, burada özel bir yere sahip.
Ülkemizde kurumsal boyutta güzel sanatlar eğitiminin 1883’te
başladığı düşünülürse, 1940’ların dünyasında, üstelik taşrada;
kasabada, resim sanatının “izleyici” bulması, sıra –dışı, dikkat
çekici bir durum. Aynı dönemde dünyada, hemen yanı başınızda
–örneğin karşı kıyıda; Yunanistan’da- savaş yaşandığı düşünülürse,
taşralı-kasabalı bir gencin ilgisi, daha da ilginçlik kazanır.
Yukarıda işaret edilen toplumsal-kültürel kimlik arayışının,
inşa çabasının, bireysel ve yerel düzlemde karşılık bulması olarak
değerlendirilebilir bu.[1] Başka bir yönüyle bakıldığında, Erol’un
ilgisi – arayışı, içine doğduğu, varolduğu dünyadan; kasabadan
çıkma çabasıdır. Hazır bulduğu, coğrafi/toplumsal/kültürel mekanın
kendisine sunduğu “dil”i yeterli bulamamaktan doğan bir
arayış...
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne -özellikle de Bedri Rahmi
Eyüboğlu atölyesine- kabul edilmesi, modern sanatla yerellik
ilişkisinin kurulması yönünden onun şansı olacaktır.
SÖZCÜKLERİ RENKLERE, RENKLERİ SÖZE ÇEVİREN RESSAM - ŞAİR
Turan Erol örneğinden bakıldığında, resim sanatıyla tanışma,
akademi, “modern dünya”ya ve zamana dahil olmaktır. Aynı zamanda
kendisini ve ait olduğu dünyayı – coğrafyayı yeniden keşfetmektir.
Başka bir dil, başka bir göz, başka bir ifadeyle. Dış dünyayı
yorumlarken kendini ifade etme – inşa etme serüvenidir bu.
Çocukluk yıllarında mevcut dili –konuşma dilini- yeniden
üretmenin bir yolu olarak edebiyata merak sarması, rastlantı olmasa
gerek. Resimde de benzer bir yol izlediği görülür. Anlatı/m/cı bir
tekniği vardır. Betimlemeden öte, yoruma, işleme ve dönüştürmeye
dayanan bir anlatım.[2]
Resim, dünyanın estetik olarak yeniden yorumlanması, kişisel
ifade biçimi olduğu kadar, bu uğraş diğer kuşakdaşları gibi Turan
Erol için de bir “yükümlülük”tür aynı zamanda. İlk profesyonel
mesaisinin 1950’li yıllarda ve sekiz yıl gibi uzun bir süre
Diyarbakır’da resim öğretmenliği olduğu unutulmamalı. Kaldı ki, bu
dönem bir yandan ilk verimlerini ortaya çıkartırken öte yandan
kendisi gibi kente dışarıdan gelen meslektaşlarıyla –örneğin Cavit
Orhan Tütengil-, öğrencileriyle dergiler yayınlar. Yine
öğrencileriyle dekor ve kostüm hazırlamak dahil, tiyatro
çalışmaları yürütür.
Diyarbakır sonrası, 1960’lardan başlayarak bürokrat/yönetici,
eğitimci olarak 30 yılı bulan Ankara dönemi gelir. Tüm bunların
yanında edebiyatla, edebiyatçılarla hep içli dışlı. En doğru
anlatım bir şairden, Metin Altıok’tan geliyor:
Aslına bakarsanız / Türkçe bilmez / Lüksemburg Parkı / Bu
bir gerçektir / Ama Turan Erol / Anadili gibi bilir / Doğanın ve
eşyanın / Gizemli dilini / Ve çok iyi çevirir / Türkçeye bu dili /
İyi ressam, iyi şair / Ve bir çevirmendir o / Sözcükleri renklere /
Renkleri de / Sözcüklere çevirir.
Evet, bir çevirmen; her şeyden önce de ressam!
Bilge Karasu, Kısmet Büfesi’nde (1982) onun
portresini yazıda yeniden kurar: Turan Erol’un Bir Gençlik
Resmi Üzerine Akdeniz’i A(r/n)ar Bir Metin. Tam bir deneysel
metin, özgün, özel bir portre.
İlhan Berk hiç geri kalmaz:
BEYAZ
Milas’ta bir Turan Erol beyazı
Bir çocuğun
yüzünde
Uzatmayalım, Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti,
Yusufçuk Yusuf romanları onun tualinde yeniden üretilir. Ya da
o, hiç görmediği Ağrı Dağı’nı, Ara Güler’in objektifinden alıp
tuvale taşır. Evet, Metin Altıok’un dediği üzere, bir çevirmendir
o.
Sonuçta bakıldığında Turan Erol, yola çıktığı yere, kendi
gerçekliğine ait olmuştur daima. Denizin kıyısındadır. Denizden çok
kıyıdır, kıyıya çekilmiş çekekteki ya da yapımı sürmekte olan
teknedir, tekne iskeletidir, balık ağlarıdır onun baktığı.
Bozkırdır her yanıyla, kışından kavurucu sıcağına... Ve tabii ki
dağlar: Milas’ta Akdağ’dan Sodra Dağı’na, Hasan Dağı’ndan
Erciyes’e, hayalen de olsa –şiirden esinle, örneğin- Ağrı
Dağı...
Kentte de bunların bileşkesi çıkar karşınıza. Hacettepe’den
Mamak Yolu’nda Gecekondular’a Altındağ’a, Kömür Dağıtım Yeri’ne...
Sanki, Diyarbakır dönemi ürünlerinden Köyden Çıkış’ın izini
sürmektedir.
Unutulmasın; bütün bunları yorumlarken, çizerken, boyarken bir
eli, bir gözü de Lüksemburg Parkı’ndadır.
***
Kasabanın halleri diyebilir miyiz? Belki.
Küresel köy’de, yersiz – yurtsuzlaşma boyunca ayağını yere basma
uğraşı, hep bir “sıla sevdası”; yer/yurt tutkusu.
Notlar
[1] Turan Erol, o dönem düzenlenen “yurt
gezileri” ürünleriyle Halkevleri dergilerinde karşılaşmasının resim
sanatına yönelmesinde önemli rol oynadığını belirtir.
[2] Anlatı/m/cılık, resimle sınırlı değil Turan
Erol’da. Öyküler kaleme aldığı ve yayımladığı biliniyor. Dergi ve
gazetelerde resim ve ressam değerlenirmeleri, incelemelerin yanı
sıra güncel kültür-sanat konularına ilişkin değiniler
yayımlıyor. Cahit Külebi, İlhan Berk, Metin Altıok, Bilge Karasu
yakın olduğu edebiyatçılar arasında. Arkadaşlarından aldığı
mektuplar bu yönde fikir verebilir: Gözlerinden Öperim – Turan
Erol’a Mektuplar, 2011.