Türkiye-ABD-Suudi Arabistan üçgeninde Kaşıkçı cinayeti!
Kaşıkçı cinayeti bağlamında izlenen yolla iktidarın hangi ulusal çıkar veya değerleri korumanın peşinde olduğu belirsizdir. Ankara’nın azmettiricinin kim olduğu veya cinayet için talimatı kimin verdiği noktasında takılıp kalmasının gerekçesi nedir? Bilelim ki bu iş uzadıkça Türkiye’nin tutumuna ilişkin sorular da çoğalmaya başlayacaktır.
Faruk Loğoğlu
Kaşıkçı cinayeti henüz bütün yönleriyle aydınlatılamadı. Böyle giderse, hiçbir zaman tam olarak aydınlatılamayacak. Ankara, Washington ve Riyad’dan yapılan açıklamalardan görüyoruz ki tarafların olaya ilişkin yaklaşımları farklıdır ve bu ülkeleri yönetenlerin siyasi tercih ve önceliklerine göre biçimlendirilmektedir. Ankara “kim azmettirdi?”, Riyad “failleri cezalandırıyoruz, Kraliyet üst yönetimi kırmızı çizgimiz!”, Washington “faillere yaptırım ama ilişkilere devam!” diyor.
Nitekim kriminal, hukuki ve siyasi üç boyutu arasında olayın başından beri siyaset ön plana çıkıyor. Polisiye süreç, maktulün cesedi bulunamadığı ve cinayetin failleri Türkiye’de olmadığı için sonuçlandırılamıyor. Hukuki süreç hem Türkiye hem Suudi Arabistan’da (SA) -siyasetin gerisinde- devam ediyor. Kriminal ve hukuki boyutlar zaman geçtikçe biraz daha arka plana düşerken, siyaset alanında konunun ateşi hiç düşmüyor. Neden mi? Çünkü Kaşıkçı cinayeti Türkiye, ABD ve SA’nın hepsinin önemli çıkarlarını etkiliyor.
Önce SA. Kraliyet ailesinin ülkeyi yöneten kolu için yönetimdeki mutlak egemenliğini korumak en üst önceliktir. Bu nedenle, aile içinde bir iktidar kavgasını önlemek için her türlü tedbir alınacak ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın (MbS) harcanmasına izin verilmeyecektir. Dışişleri Bakanı Cubeyr’in SA için Kral ve Veliaht Prens'in "kırmızı çizgi" olduğunu söylemesi bunun kanıtıdır. Aslında Kral Selman’ın düşüncesi başka türlü olsaydı, MbS’yi şimdiye dek zaten görevden almış olurdu. Oysa olay sonrası sadece bazı yetkilerini sınırlandırmakla yetindi. Dolayısıyla Kaşıkçı meselesini Kraliyet, mevcut üst yönetim yapısına bulaştırmadan kapatacak bir yol izlemeye devam edecektir. Alınan kimi idam kararları ve hukuki sürecin kapsamı da bunu göstermektedir.
ABD’ye gelince: Başkan Trump SA’dan vazgeçmeyecektir. Bunun en az dört farklı nedeni vardır. Bir: Beyaz Saray’dan yapılan 20 Kasım tarihli açıklamanın da gösterdiği gibi İran’la süren ve tırmanması olası gerginlikte ABD, SA’yı yanında görmek ve tutmak isteyecektir. İki: İran yaptırımları nedeniyle uluslararası petrol piyasasında arz düşüklüğünün SA tarafından artırılacak petrol üretimiyle telafi edilmesini hesaplamaktadır. Üç: Milyarlarca dolarlık bir silah pazarı olan SA’yı kaybetmek istemediğini Trump açıkça söylemiştir. Ve nihayet Trump, İsrail ile SA arasında son yıllarda hızla artan iş birliği ve sıcak ilişkilerin gelişmesine İsrail’i bölgede ve özellikle İran’a karşı koruma babında önem vermektedir.
Öte yandan, son günlerde CIA tarafından sızdırılan cinayet talimatının Veliaht Prens MbS’nin vermiş olabileceği yolundaki haberler ise “iyi polis, kötü polis” oyunudur. Dışişleri Bakanı Pompeo ile Ulusal Güvenli Danışmanı Bolton, Veliaht Prens’in bu cinayetle ilgisi olmadığını ileri sürerlerken, CIA tarafından aksi yönde bir açıklamanın gündeme taşınması, Suudi Arabistan’la ilişkileri sürdürmekte kararlı olan Başkan Trump’ın Veliaht Prens’i daha da sıkı yönlendirmek bakımından elini güçlendirmektedir.
Türkiye’ye gelince, Kaşıkçı cinayeti bağlamında izlenen yolla iktidarın hangi ulusal çıkar veya değerleri korumanın peşinde olduğu belirsizdir. Ankara’nın azmettiricinin kim olduğu veya cinayet için talimatı kimin verdiği noktasında takılıp kalmasının gerekçesi nedir? Günün sonunda, Kaşıkçı cinayetinin azmettiricisini bulmak Suudi makamlarının veya uluslararası bir soruşturma komisyonunun işidir. Ayrıca bilelim ki bu iş uzadıkça Türkiye’nin tutumuna ilişkin sorular da çoğalmaya başlayacaktır: 1963 Viyana Sözleşmesi’nin açık hükümlerine rağmen Suudi Başkonsolosu'nun ülke dışına çıkmasına nasıl müsaade edilmiştir? 15 kişilik Suudi cinayet ekibi nasıl rahatça Türkiye’ye giriş-çıkış yapabilmişlerdir? Varsa, “yerel işbirlikçi” niye bulunamamaktadır? Başkonsolosluk binalarına arama yapmak için neden bu kadar uzun süre beklenilmiştir? Türk polisi tarafından yapılan aramaların sonuçları nedir? Savcılığın açtığı soruşturmada gelinen nokta nedir? Ses kayıtları neden sadece bazı ülkelerle ve niçin paylaşılmıştır?
Öte yandan, Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerini Kaşıkçı olayının içine hapsetmenin Ankara’ya getirisi ise meçhuldür. Eğer maksat adalet ise, adalet hukuki sürecin tamamlanmasıyla sağlanabilir. Adaletin tecelli etmesinin yolu ve yeri siyaset değil, mahkemelerdir. Riyad’ı gitmek istemediği bir yola sevk etmekte Ankara’nın ısrar etmesinin sonuç vermesi mümkün olmadığı gibi bu ısrar ikili ilişkileri daha da germekten başka bir işe yaramayacaktır. Nitekim, SA kaynaklı olduğu anlaşılan bir kampanya Türk mallarını boykot etmeye çağırmaktadır. Mısır’dan sonra SA’yla da ilişkilerimizin dibe vurması Türkiye’ye ne kazandırmaktadır?
Ayrıca, gidişat ABD ile SA’nın Kaşıkçı için ortak bir noktada buluşup meseleyi siyasi anlamda geride bırakmak peşinde olduklarına delalet ediyor. Böyle bir ahvalde Türkiye’nin hâlâ azmettiricinin MbS olduğu iddiasını kovalamaya devam etmesinin SA ve ABD’yle ilişkilerimize olası yansımaları hesaplanmakta mıdır? Ankara’nın önümüzdeki dönemde yükselmesi muhtemel ABD-İran gerginliği bağlamında izleyeceği politikanın da bu gelişmelerden de etkileneceğini ve bölge politikaları bakımından manevra sahamızın iyice daralacağını da görmemiz gerekiyor.
O halde ne yapmalıyız? Ulusal planda, polis ve istihbarat makamlarınca yapılan araştırmalarda varılan noktada toplu bir değerlendirme yapılarak sonuç, gerekli kayıtlarla kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Savcılık soruşturmasında da gelinen noktaya ilişkin uygun görülecek kapsamda ayrı bir duyuruda bulunulmalıdır.
Konuyla ilgilenen bütün tarafların kaypak, çelişkili açıklamalarla hareket ettiği, ispatlanmamış varsayımlar üzerinden yorumların yapıldığı mevcut ortamda Türkiye’nin tutarlı ve inandırıcı bir tutum sergilemesi büyük önem taşıyor. Bunun gereği olarak uluslararası planda da bir adım atılarak, Birleşmiş Milletlere bir soruşturma komisyonu kurulması talebi iletilmelidir.
Polisimiz ile savcılığın açıklamalarının devamı olarak yönetim tarafından yapılacak kapsamlı bir üçüncü açıklamayla, konunun aydınlatılmayan yönlerinin SA tarafından aydınlatılması gerektiği vurgulanmalı ve bu amaçla SA ve oluşturulduğunda, bir BM soruşturmasıyla Türkiye’nin iş birliğini sürdüreceği belirtilmelidir. Aksi takdirde Kaşıkçı olayında izlenen politikanın bir bumerang gibi dönüp bizi vurması azımsanacak bir ihtimal değildir.
*Emekli diplomat, eski CHP milletvekili