Dünyanın iki yakasında, iki ülke, Arjantin ve Türkiye, ekonomi sofralarında yeniden birlikte anılır mı sizce ?
Serbest piyasa aşkıyla iktidara gelen Macri, geçen hafta yeminli tercümanı olduğu neoliberal düstura hiç uymayacak şekilde, ‘sermaye kontrolü’ kararı alıp ülke dışına çıkacak dövizi sınırladı. Bu karara göre ihracat şirketleri artık satışlarından elde ettikleri dövizlerini doğrudan ülkeye getirecekler. Ayrıca dışarı döviz çıkarmak isteyen şirketler, Arjantin Merkez Bankası'ndan izin almak zorundalar ve bireyler de ancak en fazla aylık 10 bin dolar kadar, bankadan para çekebiliyor.
Bu patlayan neoliberal ekonomi balonları karşısında insan mazoşist kıvamda da olsa bir keyif alıyor doğrusu.
Bu tabii iyi günleri Arjantin ekonomisinin, ben onun ne hallerini bilirim. Bankalardan haftalık en fazla 50 dolar kadar para çekilebiliyordu. Uzun kuyruklar olurdu bankaların önünde. Kendi parasını çekebilmek için ve hatta dolar diye yatırdığı parayı ‘peso’ olarak, piyasa kurunun çok altında çekebilmek için kuyruğa girmek de pek keyifli değildi. Bankalar kendilerine çok yaraşır bir şekilde, Brechtvari bir yabancılaşma efekti gibiydiler. Yani ‘Banka kurmak, banka soymanın yanında hiçbir şey’ karakterlerini hiç bu kadar açık olarak göremezdiniz. Basit bir şekilde yatırdığınız paranın yarısını, dörtte birini ya da onda birini geri alabiliyordunuz. Kredi demiyorum paranız veya yanlışlıkla maaşlarınızı da yatırmışlarsa mesela... İçinde bulundukları durum vitrinlere de yansımıştı. Ele avuca gelen bir kaldırım taşıyla camları kırılmıştı çoğunun, muhtemelen veresiye olarak yaptırılmış saclarla kaplıydı kapıları, pencereleri ve mesela fotokopi edilmiş A4 sayfalarındaki kurşun izleri ile banka camlarını kurşunluyordu sanatçılar ve bir gün sonra, haftalık para çekme sıraları yeniden geldiğinde, bir gün önce kırdıkları camların önüne kuyruğa girip, kendi mevduatlarının kenarından, bir kıtır ekmek parası çekmeye çalışıyorlardı.
Macri’nin neoliberal yeminini bozan bu ‘sermaye kontrolü’ kararını almasının nedeni, geçen hafta Arjantin bankalarından 3 milyar doların çıkmış olması. Garip olan bütün dünyada sermaye sahiplerinin vatansever olmaları ve nedense kendi paraları yerine doları daha çok seviyor olmaları. Hemen koşa koşa sahibine kaçıyor dolar. Halbuki bu karar alanların en büyüklerinden et ihracatçıları, bir yandan kilometrelerce alanda insanları kovup GDO’lu ürünlerle butlarına but katarken, ekolojik dengeyi yıktıklarını söyleyen çevrecilere karşı pek yurtseverdiler ve uçaklarla yapılan zehirli ilaçlar yüzünden, ağaçları, geçimlik ürünleri yok olan köylülerin protestoları da çok komünistçeydi.
-‘Ve çek defterlerinizse vatan evet ben vatan hainiyim’ diyordu Nazım… Komünistti. -
Arjantin para birimi 'peso’ da, her gün daha fazla derinlere atılmış sıfırlarıyla birlikte yuvarlansa da, onun da, daha kötü günlerini bilirim ben. Her eyaletin kendi pesosunu bastığı, üstünde yazdığı rakamların yarısı sayılan günlerdi. Paranın hükmü, damat sözü gibi hükümsüzdü. Troque- takas pazarları doluydu sokaklar. Ekonomik mucize diye, her şeyin satılıp, ulusötesi şirketlerin doymayan karınlarını doldurma illüzyonu ve o ekonomiyi ben bilirim aptal kibri lağıma karışıyordu.
Bir işgal fabrikası işçisine mesela "Şimdi ülkemde aynı şeyi yapıyorlar, her şeyi satıyorlar" dediğimde, "Bunu nasıl bilmezler, bizim başımıza gelenleri nasıl bilmezler?" diyordu.
Ve devlet başkanları, başkanlık sarayının çatısından, helikopterlerle kaçıyorlardı.