Son 1 Mayıs’tan geriye DİSK ve meslek kuruluşlarından oluşan “tertip komitesi”nin “Taksim'i zorlamama”, eylemi Saraçhane'de bitirme kararı ile CHP’nin buna uyum gösterme tavrı bakiye kaldı. Bugünlerde yoğun biçimde bunu tartışıyoruz.
Tartışma, bir yanıyla CHP’nin tavrı ve bunda Ekrem İmamoğlu etkisine doğru uzanırken bir yanıyla da Türkiye’de işçi sınıfının varlığı, dirliği, birliği üzerine bir muhasebeye dönüşüyor. Zaten evrensel düzeyde “4.Endüstri Devrimi” işçinin varlığını tehdit ediyorken, üretim hatlarının robotikleşmesiyle, yanı sıra işgücü piyasasındaki esnek çalışma ve geçici istihdamla proletarya günden güne eriyorken, yerel düzeyde buna bir de örgütsüzlük, sendikasızlaştırma, siyasal iktidarın antidemokratik uygulamaları eklenince, işte sonuçta (artık yasaklı 1 Mayıs'ın simge fotoğrafı olan) Bozdoğan Kemeri'ndeki polis tahkimatını aşabilecek büyüklükte bir kitle toplanamamıştı meydanlara.
Bu sonuca bakarak pek çok yorumcu veryansın ediyor sınıfa. Niye? “Sınıf kendi davasına sahip çıkmamış” diye.
Hatta kimine göre, “artık 1 Mayıs protesto yürüyüşlerinde ısrarcı olmamak gerekir”miş.
Bu iddiaların eleştirel yüzeyselliği, sosyolojik temelsizliği üzerine çok şey söylenebilir, söylenmelidir de.
Ama... Bugün 6 Mayıs. Bugün Denizler’in idamının yıldönümü. Bugün onları konuşalım. Daha doğrusu onlarla konuşalım, bu meselede yüzeyden derine onlarla inelim, temelden çatıya onların kavgasından inşa edelim sözü. Çünkü onlar da işçi sınıfının ve giderek tüm toplumun yapması gereken ama yapmadığı bir işi, tam bağımsız, eşitlikçi, özgür ve âdil bir Türkiye yaratma işini üstlenmişlerdi, idama giden yola böyle çıkmışlardı. Bugün bir ideale duyulan (ölümü göze aldıracak kadar duyulan) inancı değerden düşürenlerin, insanın toplum için gösterdiği bireysel fedakârlıkla alay edenlerin anlayamayacağı bir şey bu.
Denizler, evet, tam bağımsız, eşit, özgür ve âdil bir Türkiye yaratma işini başaramadılar. Geniş halk kitlelerinin dinamik biçimde harekete geçeceği ümit edilmiş, işin öncülüğü de onlara kalmıştı. Ne var ki hem tarihsel hem toplumsal açıdan elverişli koşulları yoktu. Ama şayet, (Marx’ın deyimiyle) “mücadeleye ancak son derece elverişli koşullarla girilseydi, tarihi yapmak çok kolay olurdu”. Toplumların elverişli koşullara sahip olmadığı zamanlarda tarihsel hareketin hızlanması ya da yavaşlamasında, “hareketi yönetmeye ilk çağrılan önderlerin” önemli payı vardır. İşte Denizler de “hareketi yönetmeye ilk çağrılan önderler”dendi; “ilk o(nlar) fırladı lüverden”.
Denizler, Türkiye’de tarihsel hareketlenme adına kendilerine gelinceye dek ne kadar birikmiş başarı varsa onunla çevrelenmişti. O birikmiş başarının miktarı da malûm! Yani, Denizler başarısız olduysa, onların yerinde kim olsa başarısız olurdu. Ama onlar yine de insanın böyle bir durumda böyle bir konuda ulaşabileceği zirveyi temsil ettiler.
Denizlerin bireysel fedakârlık olarak açığa çıkan eylemlerindeki içerik, elverişli olmayan tarihsel koşulların içeriğini aşmıştı. Tam bağımsız, eşit, özgür ve âdil bir Türkiye yaratma işini niçin başaramadıkları, olayların neden o şekilde geliştiğini, isyan ve idamın nasıl bir araya geldiğini anlayıp açıklamak için bugün yeterince dolmayan 1 Mayıs alanlarına bakmakla işe başlanabilir.
1 Mayıs alanları Bozdoğan Kemeri’ndeki tahkimatı aşacak kadar dolmuyor ve sol, sosyalist partiler (TİP, EMEP, Sol Parti ve diğerleri) ne kitleleri harekete geçirebiliyor ne de kendileri tarihin hareketini yönetebilecek durumdalar.
“Denizler” adı, döneminin tarihsel içeriğini aşmıştır. Ama bugünün tarihsel içeriği ne yazık ki o adı aşamıyor. Türkiye’nin tarihsel hareketinin böyle bir “önderi”i yok. Türkiye, artık kendi sınıfsal, demografik ve sosyolojik gerçekliğiyle baş başa.