'Türkiye bu cinayetten ders çıkaramadı'
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden 14 yıl geçti. Davayı yakından takip eden gazeteci-aktivist Bülent Aydın, “Bu dava vesilesiyle ırkçılık denen karanlık zihniyet ile yüzleşebilseydik hepimiz umutlanabilirdik” derken, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan, “Türkiye bu cinayetten ders çıkaramadı” değerlendirmesi yaptı.
Salih Gergerlioğlu
ANKARA - Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, bundan 14 yıl önce, 17 yaşındaki Ogün Samast tarafından öldürüldü. 20 Ocak’ta 123. duruşması yapılacak olan Hrant Dink cinayeti davası, geçen yıllara rağmen sonuçlandırılamadı, cinayetin perde arkasındaki sorumluların kim ya da kimler olduğu netleştirilemedi.
14. yılını geride bırakan Dink davasını yakından takip eden ‘Hrant’ın Arkadaşları’ grubundan gazeteci-aktivist Bülent Aydın’la, cinayet davasının çözümü noktasında devletin attığı/atamadığı adımları ve halen devam etmekte olan davanın bugün geldiği aşamayı konuştuk. Bülent Aydın, başından itibaren tüm sorumluların belli olduğu bir cinayetin davasının tam 14 yıldır sürdüğüne dikkat çekerek davanın önemli eksiklikler içerdiğini söylüyor. Aydın, geçen günlerde cinayet hazırlığından ilk haberi olan kişilerin tutuklandığını fakat bunun da davanın seyrini etkilemeyeceğini düşünüyor.
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan ile de Hrant Dink’in öldürülmesinin toplumsal boyutlarını, Türkiye medyasındaki ‘nefret söylemini’, bugünlerde yaşanan Ermenistan-Azerbaycan gerilimini ve bu gerilim üzerinden Türkiye Ermenilerini konuştuk. Türkiye’nin Hrant Dink cinayetinden ders çıkaramadığını belirten Danzikyan, bugün Türkiye’de herkes her şekilde hedef gösterilirken ‘böyle bir şey bir daha yaşanmaz’ demenin çok zor olduğunu söylüyor. Son Azerbaycan-Ermenistan geriliminin ardından, “Ermeni meselesinde diyalog adına tuğla tuğla örülmüş ne varsa yıkıldığını düşündüm” diyen Danzikyan, bütün olumsuzluklara rağmen dünyanın her gün yeniden kurulduğunu ve her şeye yeniden başlanabileceğini, bunun da her iktidar döneminde mümkün olduğunu belirtiyor.
'TÜM SORUMLULARI BELLİ BİR CİNAYETİN DAVASI 14 YILDIR SÜRÜYOR'
Sayın Bülent Aydın, “Hrant’ın Arkadaşları” grubundan bir
isim olarak yıllardır davayı takip ediyorsunuz. Sizinle dava
sürecini konuşmak istiyoruz. Öncelikle Çetin Altan,
devlet-cinayetler meselesini şöyle ifade ediyordu: “Bir devletin en
asli görevi vatandaşın can güvenliğini, yaşama hakkını korumaktır;
bir cinayet yaşandığında devletin varlık sebebi büyük bir yara
alır, devlet diz çöker. Devlet kurumları, kolluğuyla yargısıyla bu
cinayeti çözümlediği, faili bulup cezalandırdığı, mağdurların
hakkını teslim ettiği, adaleti yeniden tesis ettiği zaman da o
devlet diz çöktüğü yerden tekrar doğrulur ve asli görevlerine devam
eder.” Sizce devlet, Hrant Dink cinayetinde, Çetin Altan'ın
ifadeleriyle 'diz çöktü' mü?
Agos Gazetesi'nin yayın yönetmeni Hrant Dink, yıllar boyunca adım
adım hedef haline getirildi. Genelkurmay bildirisinden, gazete
manşetlerine; işlemediği suçtan yargılanmasından, mahkeme
salonlarında linç girişimi ve gazetesinin önüne kadar gelip alenen
ölümle tehdit edilmesine kadar adım adım ilerledi bu süreç. Dava
dosyasında yer aldığı şekliyle emniyetin 1 yıl önceden, jandarmanın
6 ay önceden bildiği ve üst kurumlara da rapor edilen cinayet
hazırlığına rağmen, onu koruması gereken kurum ve kişilerin
parmağını bile kıpırdatmadığı bir süreç sonunda katledildi.
Cinayetten sonra üstünü örtmek için belgeler gizlendi ve
değiştirildi. Tanıklar korkutuldu. Bu cinayette apaçık sorumluluğu
görünen bazı kamu görevlileri terfi edip daha sorumlu mevkilere
getirildiğini de gördük. Soruşturma izinleri yıllar boyunca
verilmedi. Bu direnç yüzünden güpegündüz, şehrin orta yerinde
işlenen ve neredeyse en başından tüm sorumluları belli bir
cinayetin davası tam 14 yıldır sürüyor.
Hrant Dink cinayetinin üzerine gerektiği şekilde gidilebilseydi
belki bu tür suçlara yol açan ve cezasızlıktan beslenen
mekanizmanın ortaya çıkarılması ve devletten tasfiye edilmesi
mümkün olabilirdi. Bu hem adaletin yerini bulması, hem geçmişimizin
üzerindeki karanlık gölgenin kaldırılması hem de bu ülkenin
geleceğinin daha umutlu olmasına yol açardı. Ama maalesef böyle
olmadı.
'CİNAYETİN ÜSTÜNÜ ÖRTMEYE, HEDEF ŞAŞIRTMAYA ÇALIŞAN ÖRGÜTLÜ
FAALİYET...'
Hrant Dink cinayeti, AK Parti iktidarı tarafından,
geçmişte 'Ergenekon'a bağlanırken 2016'dan sonra ise bu cinayetin
'FETÖ' tarafından işlendiği yönünde açıklamalar yapıldı. Sizce bu
söylem değişimindeki neden nedir? Bu cinayet, ortak bir göz yumma
sonucu mu işlendi, yoksa belirli 'örgütler' eliyle mi?
Biz Hrant’ın Arkadaşları olarak neredeyse en baştan, daha
Beşiktaş’taki mahkemede tetikçilerin yargılandığı müsamere gibi
duruşmaların adalet nöbetlerinden itibaren bu cinayette sorumluluğu
ve katkısı olanları isim isim açıkladık ve yargılanmalarını
istedik. O isimlerin çoğu kamu görevlisiydi, üst düzey sorumlular
da vardı ve yıllar sonra ancak mahkeme karşısına çıkartılabildi.
Dava dosyasına bakarsanız bu cinayete yol açan ortaklığı ve
mutabakatı da cinayetin üstünü örtmeye ve hedef şaşırtmaya çalışan
örgütlü faaliyeti de görebilirsiniz. Bu suçun temelinde bu davanın
bir türlü kapsayamadığı ırkçılık denen karanlık zihniyet var ki
eğer bu dava vesilesiyle onunla yüzleşebilseydik hepimiz
umutlanabilirdik.
'CİNAYETE GİDEN SÜREÇ BU DAVADA YOK7
Hrant Dink katledileli 14 yıl oldu ve bu cinayetin dava
süreci henüz sona ermedi. Davanın sonuca ulaştırılamamasını ve
cinayetin henüz bir açıklığa kavuşturulamamasını nasıl
yorumluyorsunuz?
14 yıldır bu davanın peşini bırakmayanların “Hrant için adalet
için” sloganı bugün de güncelliğini koruyor. Bu dava bu haliyle
sona erdiğinde de önemli eksiklikler içeriyor olacak. Çünkü
cinayete giden süreç bu davada yok. Bir bütünlük sağlanması için
müdahil tarafın soruşturmanın bu yönde genişletilmesi talepleri
karşılık bulmadı. Dink ailesi avukatlarının soruşturulmasını
istediği bazı kişilerin mahkemeye çıkarılması mümkün olmadı. Hatta
bazı tanıklar bile, örneğin Hrant Dink’i İstanbul Valiliği'ne
çağırıp tehdit eden MİT görevlilerinin dinlenilmesi dahi mümkün
olmadı. Mahkeme bu konuda kararlar almasına rağmen MİT’ten bir
yanıt gelmedi ve mahkeme de kararını geri aldı.
'CİNAYET HAZIRLIĞINDAN İLK HABERİ OLAN KİŞİLER TUTUKLANDI'
Dava süreci şu an ne durumda? Eski istihbarat
görevlilerinden Veysel Şahin, Volkan Şahin’den sonra son olarak
Okan Şimşek’in de tutuklandığını gördük. Sizce bu tutuklamalar
davanın seyrini nasıl etkiler?
Çoğunluğu kamu görevlisi, jandarma ve emniyet istihbarat
elemanlarından oluşan 7’si tutuklu, 13 firari, 76 sanıklı Hrant
Dink cinayeti davasının 122. duruşması 15 Ocak Cuma günü yapıldı.
Hrant Dink’in katledilişinin 14. yıldönümünden hemen sonra, 20 ve
22 Ocak’ta mahkemenin planladığı duruşmalarla sanıkların savcılık
mütalaasına karşı beyan ve son savunmaları tamamlanmış olacak.
Müdahil tarafın yani Dink ailesi avukatlarının mütalaaya karşı
beyanları en son alınacak. Sonra dava karara kalmış olacak. Mütalaa
verildikten sonra Trabzon Jandarma istihbarat görevlileri Veysel
Şahin, Volkan Şahin ve Okan Şimşek tutuklandı. Bunlar cinayet
hazırlığından ilk haberi olan kişiler. Yöneltilen suçlama ve
sanıkların daha önceki tutukluluk süresi değerlendirilip, adli
kontrol tedbirlerinin yeterli olmayacağına karar verdi mahkeme.
Davanın seyrini etkileyecek bir durum değil ama bu kişiler henüz
mahkemede son sözlerini söylemediler.
YETVART DANZİKYAN: TÜRKİYE, BU CİNAYETTEN DERS ÇIKARAMADI
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan ile de
Hrant Dink cinayetini, Ermeni meselesini ve bu meselenin çözümü
noktasında toplumsal yüzleşmenin önemini konuşuyoruz.
Hrant Dink'in katledilmesini, 'yaygın nefret söyleminin bir
nefret suçuna dönüşmesi' olarak ifade edebilir miyiz? Sizce toplum,
bu noktada gerekli dersleri çıkarabildi mi? Bugün için, en azından
'asla yaşanmaz' diyebileceğimiz kadar bir aşama kaydedilebildi
mi?
Hrant Dink’in öldürülmesini, sadece bir nefret suçuyla
değerlendiremeyiz. Çünkü devletin de içinde olduğu bir
organizasyondan bahsediyoruz. 76 sanıklı, kamu görevlilerinin
yargılandığı bir dava var. Hiçbir siyasi cinayette bu kadar kamu
görevlisi yargılanmadı bugüne kadar. Hatırlanacaktır, Hrant Dink,
Sabiha Gökçen’in bir ‘Ermeni yetimi’ olabileceğiyle ilgili bir yazı
yazmıştı. Bu yazının yayımlanması üzerine Genelkurmay
Başkanlığı’ndan çok sert bir bildiri yayımlandı. Bu bildiriden bir
gün sonra ülkücü gruplar Agos’un önünde gösteri yapmaya başladılar.
Geriye dönüldü ve Hrant Dink’in daha eskiden yazdığı bir yazıda,
-malum yazıdan bahsediyorum- suç unsuru araştırıldı, bununla ilgili
davalar başladı ve bu davalarda Hrant Dink yargılanırken milliyetçi
ülkücü gruplar duruşma kapılarında Hrant Dink’i hedef haline
getiren gösteriler yaptılar. Böyle bir iklim bilinçli olarak
yaratıldı. Dolayısıyla evet bir nefret söylemi suçu da vardı ama
meseleyi sadece bununla açıklamak biraz eksik kalır. Sorunun ikinci
kısmına gelecek olursak, “bu bir daha asla yaşanmaz” demek çok zor,
biz her gün Türkiye’de hedef gösteriliyoruz, çoğunlukla devlet
tarafından. Daha yeni Canan Kaftancıoğlu için terörist dendi. Yani
Türkiye’de herkes her şekilde hedef gösterilirken ‘böyle bir şey
bir daha yaşanmaz’ demek çok zor, Türkiye bundan ders çıkaramadı
çünkü.
'SAVAŞ BÜYÜK BİR MİLLİYETÇİ DALGA YARATSA DA ‘HALKLAR ARASI DİYALOG
YOK’ DİYEMEYİZ'
Hrant Dink, çözüm için diyaloğun elzem olduğunu
vurguluyordu. Ancak iki devlet arasında, bu diyaloğun hiçbir zaman
tam anlamıyla oluşabildiğini söylemek mümkün değil. Sizce halklar
açısından da aynı durum geçerli mi?
Devletler arasında bir diyalog olmayabilir ama halklar arasında bir
diyaloğun olduğunu düşünüyorum. Yani bütün Ermeni ve Türk halkı
birbirine kucak açıp koşuyor değil ama “halklar arası bir diyalog
yok” diyemeyiz. Türkiye’de 20-30 bin Ermenistanlı yaşıyor. Savaş
başlayana kadar birçok insan Ermenistan’a gidip geliyordu. Hrant
Dink Vakfı’nın ya da diğer STK’ların ortak projeleri vardı ve
dolayısıyla bir diyalog sürüyordu. Ben bu diyaloğun devam edeceğini
düşünüyorum.
Son savaş, büyük bir milliyetçi dalga yarattı. Bu dalga da büyük oranda iktidar tarafından körüklendi. Ermenilere düşmanlıkla bakan insanlar yok mu, var. Savaştan sonra, her ne kadar çok fazla insan kaybı yaşandıysa da, bilhassa Türkiye tarafından Ermeni düşmanlığı çok büyütüldüyse ve Ermenistan tarafında da “Türkiye Azerbaycan’la birlikte Ermenistan’a savaş açıyor” duygusu hâlâ kuvvetli olsa da, mevcut ateşkesin yeni imkanlar sunduğunu da görmek lazım. Hatta Erdoğan’ın geçen ay yaptığı “belli şartlar sağlanırsa sınırlar açılabilir, neden olmasın” açıklamasının bir kenara not edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
'TÜRKİYE AZERBAYCAN’LA BU KADAR BAĞLANMASAYDI, GÖRÜŞMELER İSTANBUL’DA OLABİLİRDİ'
Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki Karabağ geriliminde
44 gün süren savaşın ardından kasım ayında ateşkes imzalandı. Bu
gerilimin, özellikle 90’larda birçok kez yaşandığını ve daha önce
de ateşkeslerin imzalandığını göz önünde bulundurursak imzalanan
ateşkes, sizce sorunun çözümü açısından yeterli mi? Bu sorunun
çözümü adına, Türkiye sürecin neresinde yer
almalı?
Şu an sadece silahlar sustu. İlk savaştan sonra Azerbaycan kendini
mağlup hissediyordu, şimdi Ermenistan kendini mağlup hissediyor.
Ama maalesef, ne Türkiye’de, ne Rusya’da, ne Azerbaycan’da, ne de
Ermenistan’da artık son savaştan sonra birlikte yaşamayı
hedefleyen, bunun altını çizen bir dil geliştirilemedi. Bu dil
geliştirilemediği sürece bu konunun çözülmesini beklemek çok zor.
Şimdi artık geri kalan süreçte Ermenistan ile Karabağ, Karabağ’ın
statüsü meselesine odaklanacaktır. Azerbaycan da Karabağ’ın,
kendisine bağlı olduğunu ısrarla söyleyecektir.
Rusya’da Putin, Aliyev ve Paşinyan’ı bir araya getirdi, büyük bir görüşme yapıldı. Eğer Türkiye kendini bu kadar Azerbaycan ile bağlamasaydı, 1915 ile yüzleşseydi, Ermenistan ile daha yapıcı bir ilişki kursaydı bu görüşme İstanbul’da da olabilirdi. Türkiye’nin kaybettiği şeyler var burada. Herkes kaybetti aslında. Binlerce hayat kaybı oldu, binlerce genç, çok sayıda sivil hayatını kaybetti; birlikte yaşama düşüncesi çok büyük darbe aldı. Ama ülkelerin birbirleriyle kuracakları iletişim ve ilişki konusunda da büyük bir sıkıntı yaşandı, bilhassa Türkiye ile Ermenistan arasında. Biz, Hrant’ın idealine bağlı kalarak her zaman Türkiye ile Ermenistan’ın diyalog içinde olmasını savunuyoruz. Ama Türkiye’nin bilhassa bu son savaşta kurduğu dil, Ermenistan ile diyalog kurmasına imkân vermedi. Ama bugünkü fırsatları da Türkiye’nin biraz daha serinkanlı değerlendirmesini umuyorum.
'BU KADAR DÜŞMANLIK AŞILANAN BİR ORTAMDA TOPLUMUN SAKİN KALMASI ÖNEMLİ'
Ermenistan'ın bağımsızlığını kazanmasının ardından
90'larda yaşanan iktidarın ve basının ötekileştirici dilinin
sonucunda ortaya çıkan provokatif gösterilerin benzerini geçen
aylarda yine bir Ermenistan-Azerbaycan gerilimi üzerinden gördük.
Toplumun, Ermenilere yönelik yaklaşımında ‘provokasyona açık’ bir
yapısı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Devlet, medya ve siyasi partiler tarafından bu kadar düşmanlık
aşılanmışken ben toplumun sakin kaldığını bile düşünüyorum. Her iki
taraftan sivil kayıplar olmasına rağmen devlet ve medya bunu
görmezden geldi ve sürekli “Ermenistan sivilleri vuruyor”
açıklaması yaptı. Devlet, aslında toplumu kışkırttı ama toplum o
kadar kışkırmadı bence. Ama bunlar, illa o gün ya da bugün olacak
şeyler değil, belki bunların sonuçlarını çok sonra göreceğiz.
Hatırlatmak isterim, daha bu savaş başlamadan önce, mayıs ayında,
Hrant Dink Vakfı’na iki tane tehdit mektubu gelmişti ve bu
mektuplardan bir tanesi 90’ların Karabağ savaşını gerekçe
göstererek Hrant Dink Vakfı’nı bundan sorumlu tutuyordu.
Düşünebiliyor musunuz, 2020’nin mayıs ayında Karabağ’la ilgili
hiçbir şey yoktu gündemde. Dolayısıyla bu tip kışkırtmaların ne
zaman ne şekilde neye yol açacağını bilemiyoruz ama en sıcak
günlerde bayraklı gösteriler (Patrikhane’nin orada, Agos’un eski
binasının önünde) dışında, somut bir saldırı olmadı.
'DİYALOG ADINA TUĞLA TUĞLA ÖRÜLMÜŞ NE VARSA YIKILDIĞINI DÜŞÜNDÜM'
Bu savaşın, sizde, Türkiye Ermenilerinde duygusal etkileri nasıl oldu?
Bu 44 gün kâbus gibi geçti işin doğrusu. Çünkü her gün ve her saat Ermenistan’ın ve Ermenilerin hedefe konduğu yayınlarla, sosyal medya mesajlarıyla, görüntülerle ve haberlerle karşı karşıya kaldık. Türklerle Ermeniler arasında bin yıllık bir hukuktan bahsediyoruz. Bu hukukun, rejim ve milliyetçi çevreler tarafından çöpe atılarak sürekli Ermenistan düşmanlığı yapılması da elbette Türkiye’deki Ermenilerin “demek ki biz aslında düşmanız, bizi düşman olarak görüyorlar” hissine yol açtı, açıyor. Hükümet yetkileri sık sık “buradaki vatandaşlar bizim vatandaşımızdır, onlarla ilgili bir sorun yok” demelerine rağmen, bu açıklamaların çok fazla bir karşılığı olmadı. Bu atmosfer sonucunda, kimilerimiz sokağa çıkmaktan çekinir hale geldik, kimilerimiz taksiye bindiğimiz zaman, bir sohbet açıldığı zaman adımızı söylemekten tekrar çekinir hale geldik. Bütün bunların üstüne, ben kişisel olarak 1915’le yüzleşme ve Ermeni meselesinde diyalog adına tuğla tuğla örülmüş ne varsa yıkıldığını düşündüm.
Türkiye, Azerbaycan ile ittifakını bu kadar sert ve kuvvetli biçimde yaptığı sürece Ermenistan, Türkiye ve Azerbaycan tarafından yutulmak istendiğini düşünüyor. Türkiye’nin sayısız silah vermesi ve kendi subaylarını oraya göndermesi, Türkiye ile Azerbaycan’ın birleşip Ermenistan’a savaş açması gibi bir görüntü oluşturdu. Dolayısıyla bu duygusal çöküntü, şu an Ermenistan’da, Ermenistan’ın Türkiye bakışında, Türkiyeli Ermenilerden daha fazla var. Bunların hiçbiri kolay değil ama düşülen her yerden kalkılır. Dünyanın her gün yeniden kurulduğunu, bu yüzden de her şeye yeniden başlanabileceğini de düşünüyorum. Bununla ilgili de çaba göstermekten vazgeçmemek gerekiyor.
'AK PARTİ’NİN MHP VE ULUSALCI ÇEVRELERLE İTTİFAK KURMASI YÜZLEŞMEYİ ENGELLEDİ'
Ermeni meselesi konusunda, çözüme hiç yaklaşabildik mi
sizce? Geçmişten bugüne baktığımızda, bu noktada en olumlu
politikalar hangi dönemde gerçekleşti, ya da olumlu politika gördük
mü?
2010 ile 2016 arasındaki dönem, 24 Nisan anmalarının Taksim
Meydanı’nda olabildiği, Erdoğan’ın her ne kadar eleştirilecek
tarafları olsa da 24 Nisanlarda bir taziye mesajı gönderdiği
yumuşak bir dönem olmuştu. Ama 2016’da AKP’nin, MHP ile, ulusalcı
çevrelerle ve klasik devletle ittifak kurmasından sonra o dönem
sona erdi. Dolayısıyla 1915 konusunda tekrar bir yakınlaşma, daha
doğrusu Türkiye açısından bir yüzleşmeden bahsetmek, şu an için söz
konusu değil. Ancak o dönem biliyorsunuz ki, sorunlu bir çözüm
sürecinin de olduğu bir dönemdi. Yani o süreç, paket olarak geldi,
paket olarak gitti. Şu an Kürtler ve Kürt siyaseti de çok sıkıntılı
bir dönem yaşıyor. Genel demokratik hayat da sıkıntılı bir dönem
yaşıyor. Şu an için yüzleşmeden söz etmek, çok zor.
'TÜRKEŞ BİLE ARACILIK YAPMIŞTI; ÇÖZÜM HER İKTİDAR AÇISINDAN MÜMKÜN'
Siz Ermeni meselesinin çözümü konusunda Türkiye'nin şu
anki durumunu nasıl yorumluyorsunuz? Bugün AK Parti iktidarında bu
konuda yeni bir çözüm süreci geliştirilebilir mi?
Şu an ben öyle bir niyet görmüyorum. Yani “belli adımlar atılırsa
sınırlar açılabilir” demişti Erdoğan. Ama burada, ‘belli adımlar
atılırsa’dan kasıt nedir, Ermenistan’dan hangi adımlar bekleniyor,
bunları hükümete sormak lazım. Böyle bir çözümü, yalnız AK Parti
değil, her iktidar açısından mümkün görüyorum. Türkiye’de,
Ermenistan ile yakınlaşma, Türkeş tarafından da
gerçekleştirilmişti. 90’ların sonlarında Türkeş ve dönemin
Ermenistan Başkanı Ter Petrosyan arasında görüşmelerin yapıldığı
dönemde, Türkiye ile Ermenistan arasında bazı temaslar sağlanmıştı.
Dolayısıyla Türkeş’in bile zamanında aracılık yaptığı bir süreçten
bahsediyoruz. Yani çözüm, her iktidar açısından mümkündür; ister
AKP olsun ister başka bir parti olsun, yeter ki niyet olsun.