Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde bu kez eşikten geçilebilecek mi?
Bu kez Türkiye-Ermenistan arasında normalleşme için üçüncü kez teşebbüste bulunuluyor. Temsilcilerin ilk görüşmelerini Moskova’da yapacak olmaları Rusya’nın sürece dahil olduğunu gösteriyor.
ÖZEL TEMSİLCİLER 14 OCAK’TA MOSKOVA’DA BULUŞUYOR
27 Eylül 2020 tarihinde başlayan 44 günlük İkinci Dağlık Karabağ Savaşı’yla işgal edilmiş Azerbaycan topraklarının ve Dağlık Karabağ’ın büyük bölümünün Ermeni işgalinden kurtarılmasından sonra, Türkiye’nin Ermenistan’la diplomatik ilişki kurmasının ve sınır kapılarını açmasının önünde ciddi bir engel kalmadı. Bu konudaki görüşlerimi daha önce Gazete Duvar’da çeşitli vesilelerle belirtmeye çalıştım. Bu kez 14 Ocak tarihinde Moskova’da yapılacak özel temsilciler görüşmesi öncesinde yeniden vurgulamak yararlı olacak.
ERMENİSTAN’IN BAĞIMSIZLIĞINDAN SONRA TÜRKİYE ELİNİ UZATTI
Hafızalarımızı tazelersek, Türkiye 1991’de Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden biri oldu. Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının doğurduğu sorunlar nedeniyle sıkıntı çeken Ermenistan’a elektrik ve gıda yardımı sağlayarak iyi niyetini göstermeye çalıştı. Ayrıca, Ermenistan’ı yeni kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) Örgütü’ne, bu denize kıyısı olmadığı halde davet ederek üye olmasını sağlamakla çok önemli bir diplomatik jestte bulundu. Ermenistan’ın KEİ nezdindeki İstanbul temsilciliği bu ülkeyle aramızdaki yegâne doğrudan diplomatik kanal olmaya devam ediyor. Buna karşılık Türkiye’nin Ermenistan’dan beklentisi Moskova ve Kars Anlaşmalarıyla çizilen ortak sınıra ve Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olmasıydı. Zira Ermenistan Anayasası’nda atıfta bulunulan Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’nde “Batı Ermenistan”dan söz ediliyor, Ermenistan’ın resmi devlet armasında ise Ermeniler için kutsal bir simge olan “Ağrı Dağı”nın resmi yer alıyordu. Bunlar hâlâ duruyor. O dönemde yüksek sesle ifade edilmeyen bir başka beklenti, Ermenistan’ın Türkiye aleyhinde yabancı parlamentolardan soykırım kararları çıkarmak için aktif bir çabanın içinde olmamasıydı.
Ancak Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ı ve bu bölge ile Ermenistan arasında kalan Azeri topraklarını etnik temizlik yaparak işgal etmesinden sonra, Türkiye 1993’te Ermenistan’la kara sınırlarını ve hava ulaşımını kapattı. İki ülke arasında diplomatik ilişki kurulması ve karşılıklı Büyükelçilik açılması ise bir başka bahara kaldı.
ZÜRİH PROTOKOLLERİ
Özal, Demirel, H. Çetin-Ter Petrosyan dönemindeki normalleşme girişimlerine ancak Gül, Erdoğan, Babacan, Davutoğlu-Sarkisyan, Nalbantyan döneminde 2008-9 yıllarında dönülebildi. Cumhurbaşkanı Gül’ün milli maç için 2008’de Erivan’a gitmesiyle başlayan diyalog süreci İsviçre’nin arabuluculuğunda yapılan görüşmeler sonucu 10 Ekim 2009’da Zürih’te Dışişleri Bakanları Ahmet Davutoğlu ve Eduard Nalbantyan tarafından ABD, Rusya, Fransa Dışişleri Bakanları Clinton, Lavrov ve Kouchner ile AB Yüksek Komiseri Solana’nın huzurunda imzalanan iki protokolle (Zürih Protokolleri) sonuca ulaştı. Protokollerden ilki Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişki kurulmasını, diğeri iki ülke arasında her alanda ilişkilerin geliştirilmesini öngörüyordu. İkinci protokolde soykırım iddialarını araştırmak üzere bir “tarihçiler komisyonu” kurulmasının öngörülmesi işin en hassas noktasıydı. Ancak, önemli devletlerin ve AB’nin desteğini alarak yapılan evdeki hesap çarşıya uymadı. Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasına Azerbaycan beklenenin çok ötesinde duygusal bir tepki gösterdi. Azerbaycan, toprakları işgal altındayken imzalanan protokolleri, Türkiye’nin çıkarları için kendisini satması olarak gördü. Benzer bir tepki Ermeni diasporasından ve başta Taşnaklar olmak üzere içerideki milliyetçi muhalefet gruplarından geldi. Onlar da tarihçiler komisyonu kurulmasını soykırım iddiasından vazgeçmek olarak görüyorlar, Sarkisyan hükümetini davaya ihanetle suçluyorlardı. Ayrıca soykırım kurbanları için tazminat ve toprak talepleri dillendiriliyordu. Bu eleştiriler karşısında Türkiye Azerbaycan’ı yatıştırmak için Karabağ’da işgale son verilmesi gerektiği söylemine sarılırken, Sarkisyan diasporayı ikna etmek için yurtdışı ziyaretlerinde bulunmaya başladı. Öldürücü darbe Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nden geldi. Mahkeme Ermenistan’ın iç süreçleri bakımından protokolleri onaylarken, gerekçeli kararında soykırımın varlığının tartışma konusu yapılamayacağı, Kars ve Moskova Anlaşmaları’nın geçersiz olduğu, Doğu Anadolu’da toprak talebi hakkının bulunduğu gibi bir takım önkoşul ve şartlara yer verdi. Akamete uğrayan ikinci normalleşme süreci, en son Ermenistan’ın protokolleri 2018 yılında geçersiz saymasıyla resmen son buldu.
ÜÇÜNCÜ NORMALLEŞME SÜRECİ
Bu kez Türkiye-Ermenistan arasında normalleşme için üçüncü kez teşebbüste bulunuluyor. Bu yeni süreçten Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun bütçe görüşmeleri sırasında TBMM’de aralık ayında yaptığı bir açıklamayla haberdar olduk. Türkiye, Vaşington eski Büyükelçisi, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Büyükelçi Serdar Kılıç’ı normalleşme süreci için özel temsilci olarak atadı. Ermenistan ise Parlamento Başkan Yardımcısı Ruben Rubinyan’ı görevlendirdi. Temsilcilerin ilk görüşmelerini Moskova’da yapacak olmaları Rusya’nın sürece dahil olduğunu gösteriyor. Zaten aksini düşünmek yanıltıcı olurdu. Başlangıçta bazı uzmanlar sürecin arkasında ABD’nin olduğunu ileri sürmüş olsalar da, batı yanlısı kabul edilmesine rağmen Paşinyan hükümetinden Rusya’yı sürece dahil etmeden, bu tür bir adım atmasını beklemek doğru olmazdı. Türkiye’nin de bölgesel ve uluslararası dengeleri gözeterek Zürih Protokolleri sürecinde olduğu gibi, Rusya ve diğer önemli uluslararası aktörlerle işbirliği yapmasında sonsuz yarar var.
Ancak günün sonunda, bin yıldır bir arada yaşamış Türkler (ve Kürtler) ve Ermeniler, yirminci yüzyılda yaşanan acıları geride bırakıp, yeniden birbirleriyle aracıya ihtiyaç duymadan konuşabilmeli. Bu konuda şartlar her zamankinden elverişli görünüyor. Her şeyden önce Azeri topraklarındaki Ermeni işgali sona erdi. Üstüne, Azerbaycan Ermenistan’la Türkiye’nin ilişkilerini normalleştirmesine destek vereceğini açıkladı. İkinci olumlu neden, Ermenistan’ın Azerbaycan önünde aldığı yenilgiden sonra, Türkiye’ye karşı husumet siyasetini tırmandırmak yerine, ders aldığını gösterir şekilde, önkoşulsuz bir diyalogu kabul etmesi ve olumlu bazı adımlar atmaya başlaması. Örneğin yılbaşından itibaren Türk ihraç mallarına koyduğu ambargoyu kaldırması ve Pegasus Havayollarının İstanbul-Erivan direkt uçuşlarına izin vermesi. Ermenistan’ın önkoşulsuz görüşmeleri kabul ettiğini açıklaması, Anayasa Mahkemesi’nin 2009’da protokoller için koyduğu şart ve önkoşullarla kendini bağlı hissetmediğini ortaya koyması bakımından önemli.
Uluslararası konjonktür de Türkiye-Ermenistan için elverişli gözüküyor. Türkiye-Ermenistan normalleşmesinin Kafkasya’da barış, istikrar ve işbirliğine çok önemli katkıları olacak. Bunu Azerbaycan’ın görmüş olması çok olumlu bir kazanç. Rusya, Dağlık Karabağ Savaşı’ndan sonra eskisinden çok daha güçlü şekilde bölgeye yerleştiği için kendini güvende hissediyor. Putin, Kazakistan, Ukrayna ve Kafkasya’da Rusya’nın nüfuzunu artırarak adım adım hedefine ilerliyor. Ermenistan’ın Türkiye üzerinden Rusya’ya alternatif olacak şekilde batıya açılabilmesi ABD ve batının işine geliyor. Azerbaycan, Ermenistan, Türkiye güzergahında istikrar sağlanması “kuşak” projelerini çeşitlendirmek isteyen Çin’in de çıkarlarına uyar. Bu tablodan bir tek İran’a fazla pay çıkmıyor, ama barış ve istikrardan kim zarar görebilir ki?
SOYKIRIM TERİMİNE TAKILMAMAK LAZIM
Soykırım tanımlaması uluslararası alanda 1915 tehciri için geniş bir kabul görüyor. Biden’ın bu yılki açıklaması bu kanıyı iyice perçinledi. Ancak, Biden’ın soykırım açıklamasından sonra Ermenistan’ın bu konuda siyasi hedeflerine ulaşıp ulaşmadığı tartışılabilir. Biden Ermenilerin “gazını almış” (bu deyim için affımı rica ediyorum) olsa da, açıklamanın satır aralarında yer alan nüanslar hakkında daha önce Gazete Duvar’da yazdıklarımı tekrarlarsam, 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendirmekle beraber, Türkiye Cumhuriyeti ile soykırım suçu arasında bağlantı kurmamaya özen gösterdi. Yani, geniş ve iyimser bir yorum yaparsak, toprak talebi ve tazminat konusunda Ermeni iddialarına yüz vermedi. Ancak, soykırım kurbanlarının yakınlarının ABD yargı organları önünde dava açarak tazminat talebinde bulunmaları her zaman mümkün. Bu da konunun başka bir veçhesi.
Türkiye’nin de normalleşme sürecinde soykırımla ilgili bir ön şartı olmamalı. Nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, 1915 tehciri konusu normalleşmeyle son bulmayacak, hep gündemde kalacak. 1915’i sübjektif bir disipline sahip tarihçilere bırakmak, hele resmi görüşleri savunmakla yükümlü temsilcilerden oluşan bir tarihçiler komisyonuna havale etmek mümkün değil. Her iki toplum bu konuyu aracısız olarak kendi aralarında doğrudan konuşabilmeli ve sevgili Hrant’ın dileğine uygun olarak birbirlerinin yaralarını sarabilmeli.
Ancak, Ermenistan’ın diplomatik ilişkiler kurulmadan ve karşılıklı Büyükelçilikler açılmadan önce, Kars ve Moskova Anlaşmalarını tanıması, başka bir ifadeyle ortak sınırı tanıdığını ve Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu açık şekilde ortaya koyması gerekir. Bir iyi komşuluk ve işbirliği anlaşması çerçevesinde bu meseleye çözüm bulmak mümkün. Yeter ki ortada iyi niyet olsun. Özel temsilcilerin manevra alanları dar görünse de, başarılı diplomatların çetrefil konularda yaratıcı çözümler bulabileceklerini mesleki deneyimlerimden biliyorum.
*Emekli Büyükelçi