Türkiye eyalet sistemi ile yönetilmektedir
Devletin ve onun iktidarlarının bir çelişkisi yok. Tutarlı bir yönetim geleneği var. Ve onların bir de “eyaleti” var…. Kayyım, o eyaleti bugün yeniden inşa eden bir araçtan başka bir şey değildir.
Halkın “Dersim”, devletin ise “Tunceli” olarak adlandırdığı il bir kez daha bir “eyalet” olarak ilan edildi. Batman ve Halfeti belediyelerinden sonra Tunceli ve Ovacık belediye başkanlıklarına da atanan kayyımlar ilan edilen aynı eyaletin siyasi sınırlarına dair belirgin tarifler sunuyor. Esenyurt Belediyesi'nin kayyımını ise bu eyaletin Türkiye uzantısına dair hukukun bir parçası olarak görebiliriz. Dersim’in ve Dersimlilerin Türk yurttaşlığı ve onun hak ve özgürlükleri ile ilişkisine ve hatta Türkiye’nin üniter devlet yapısına dair sanıldığından çok daha fazlasını söylüyor bu atama. “Türkiye toplumu”nun geri kalanından farklı Dersim (ve tabii ki Batman, Halfeti vs.) diye ayrılmış, bölünmüş bir mekan var Türkiye yönetiminde. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyetinin, onun yasal kurumsal düzeydeki birlik, bütünlük ve üniterlik tariflerinin oldukça iyi anlaşılacağı bir yer burası. Tabii ki hak ve özgürlüklerin iki ayrı siyasi coğrafya olarak ikiye bölündüğü bir yerden söz ediyoruz. Ama Dersim’i ayrı bir eyalete çeviren sadece bu değil. Aynı zamanda devletin esas teşkilatı ve kurumsal örgütlenmesi açısından da önemli, öğretici coğrafyalardan birisi Dersim. Başka deyişle Dersim ayrı siyasi kurumların ve ayrı hak ve özgürlük kataloğunun uygulandığı bir mekan. Genel oy ve ifade özgürlüğü burada uygulanmadığı gibi devletin merkezi ve yerel kurumları da özel bir rejime tabidir.
'EYALET SİSTEMİ'
Bunu anayasa ile uygulama arasındaki bir çelişki olarak görmeye yeltenenlerin hala çok yetersiz bir bilimsel seviyede kaldıklarını söylemek için geç bile kaldık. Nitekim sadece bugüne ait ve sadece yerel idare ile sınırlı bir durum değil kayyımlık. Dersim eyaleti, aslında, Tunceli Kanunu ile zaten ilan edilmişti. Mahkeme kararlarının ancak askeri sınıfın onayı ile geçerli olduğu bir siyasi coğrafya olarak kuruldu Tunceli. “Kulluktan yurttaşlığa mı geçtik dediniz? Tıpkı 1924 anayasasının Takrir-i sükun kanunu ile iki ayrı coğrafyaya bölünmesi gibi. Sadece bunlar da değil. Sıkıyönetim ve Olağanüstü Hal valiliklerini de hatırlayalım. Türkiye ile eyaleti olan Dersim ve çevresinin olağanüstü hal süreçleri zamansal olarak karşılaştırıldığında herhalde olağanüstü bir farklılık hemen göze çarpar. Olağanüstü Hal Valiliği sürecinde gözaltı sürecinden memurin hukuka kadar her şey farklıydı ve ayrı bir hak ve özgürlük rejimi devredeydi. Kayyımlık işte bunların bir devamıdır. Hepimiz aynıyız ve biriz mi demiştiniz? Anayasa Mahkemesi'nin kapattığı partilerin büyük çoğunluğu Kürt partileridir. Hatta Perinçek’in sosyalist partisi bile 1991’de Kürt meselesinden dolayı kapatılmıştır. Bizim sahip olup da Kürtlerin olmadığı ne var ki diye mi sormuştunuz?
SAHTE ÜNİTERLİK!
Dolayısıyla ister hak mücadelesi açısından bakalım isterse bilimsel disiplinlerin geniş araçları ile konuya yaklaşalım önümüzde duran şey gerçekte bir “eyalet sistemi”dir. Eyalet sistemi demokratik katılımı varsaydığı için daha doğru iki adlandırma önerebilirim: “Yarı resmi apartheid rejimi” veya “proskription sistemi”. Bunlardan birincisi Türkiye’nin biri “toplum” diğeri ise yurttaşlığın en alt seviyelerindeki “topluluk” haline getirilmesine işaret ederken ikincisi ise yasal düzeyde yurttaş haline getirdiği bir topluluğu “bütün hakları elinden alınmış bir düşman” olarak tasarlamayı ifade eder.
Her iki tartışmayı da şimdilik bir başka yazıya erteleyelim. Türkiye’nin “üniter yapılı eyalet sistemi”ne gelelim.
Bu noktada iki tez ileri süreceğim. İlki ülkenin toplumu ve devleti ile beraber birliği, beraberliği ve siyasal yapısının üniterliğine dair anayasal efsaneye dairdir. İkincisi muhalefetin yasal ve kurumsal alanı esas alıp hukuk ve insan hakları mücadelesi söylemini takip etmesine ilişkindir.
TÜRKİYE ÜNİTER BİR DEVLET MİDİR?
Türkiye Cumhuriyeti kendisini üniter bir devlet olarak ilan etti ve devlet sistemi bakımından farklı etnik, kültürel ve mezhepsel iddialara kapalı olduğunu keskin biçimde ortaya koydu. Anayasanın normatif iddiası buydu. İspanya ve Fransa gibi bölgeli üniter devlet tartışmalarını bile bölücülük olarak tasnif etti. Fakat anayasal birlik-bütünlük ilanının hemen arkasından eyalet sistemini de devreye soktu. Bölünmez bütünlük bizzat cumhuriyet tarafından bölündü. Herkesin eşit ve özgür olduğu yurttaşlık esasını duyurdu, hemen arkasından kendi egemenliğini yurttaşa karşı korumanın kurumsal ve fiili yollarını yaratmaya başladı. Bugün kayyım atamaları işte bunun sıradan bir devamıdır sadece. Bölünmez bütünlük üzerine kurulu Cumhuriyet bir kez daha kendi siyasi coğrafyasını bölmüştür. "Anayasayı bir defa delmekten bir şey olmaz” sözünün sadece Turgut Özal’a ait bir fırsatçılık olduğunu zannederiz. Oysa Cumhuriyet anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz söylemini ilkeye dönüştürerek kurulmuştur. Anayasal olanın sadece normatif değil aynı zamanda somut politik alan ve güçlerle ilişkisini göz önüne alan bir bilimsel disiplinin ve buna dair politik uyanıklığın kolaylıkla farkedebileceği bir gerçektir bu.
Yasal alanı temel alan hukuksal kurumsal iktidar analizlerinin muhalefet tarafında bile bu kadar yaygın ve güçlü olması ciddi bir entellektüel zayıflığa işaret ettiği kadar gerçekte hak ve özgürlük mücadelesinin temel anayasal dayanaklarına uzanan bir demokrat hareketin yokluğu ile de alakalıdır. İkinci söyleyeceğim şey de bununla ilgilidir.
HAK MÜCADELESİ Mİ? HUKUK MÜCADELESİ Mİ?
Şurası çok açık ki hak iddialarına dayanan bir politik harekete sahip olmadık. Yasal ve kurumsal tanımlar üzerinden hareket ederek hukukun bütünlüklü, genel ve eşit doğasına veya vaatlerine ulaşan bir politik hat bugüne kadar doğru ve yeterli görüldü. Üniter devlet tezinin bu kadar sorgulanmaksızın kabul edilmesinin sebebi budur. Çünkü muhalif olan da muhalefetini üniterliği esas alarak yürütmektedir. Hak, bu nedenle bir siyasi müzakere konusu olmaktan çıkıyor ve devletin hukuku ile uygulamaları arasındaki çelişkiye odaklanan bir söylemle yetiniliyor. Gerçekte devletin ve onun gelip geçen iktidarlarının bir çelişkisi yoktur. Tutarlı bir yönetim geleneği vardır. Ve onların bir de “eyaleti” vardır….
Kayyım, o eyaleti bugün yeniden bir başka biçimde inşa eden bir araçtan başka bir şey değildir…
*Dr. Hukukçu