Stefan Kuntz’un Ermenistan karşısında iyi bir sonuç getirmeyen ve sonunda görevinden ayrılmasına neden olan kadro tercihlerinin çok benzerleriyle Hırvatistan deplasmanına çıkan Vincenzo Montella’nın, alınan galibiyetin ardından birçok insan tarafından “taktik deha” olarak görülmesinin çok basit bir nedeni vardı: Futbol rakiple oynanan bir oyundur.
Bazı takımlar, rakipten bağımsız olarak kendi oyunlarını oynamaya ve bunu rakibe kabul ettirerek kazanmaya çalışırlar. Ama Türkiye onlardan biri değil. Bu yüzden Türkiye, rakibe göre plan yapmak ve bu şekilde kazanmak zorunda. Montella da Hırvatistan karşısında bunu yaptığı ve karşılığını aldığı için övüldü.
Üç gün sonraki Letonya maçıysa bambaşka bir maçtı, dolayısıyla başka bir plan gerekiyordu. Ama ilk 11’ler belli olduğunda, Hırvatistan maçının on birine göre tek değişikliğin sağ kanatta İrfan Can Kahveci’nin yerini alan Yunus Akgün olduğu görüldü. Hâliyle İtalyan teknik direktörün buna getireceği açıklama merak konusuydu.
Bu maçın tehlikeli bir maç olduğunu düşündüğünü söyleyen Montella ise anahtar kelimenin “sabır” olduğunun altını çizdi. Birlikte mücadele etmeleri gereken bir maç olacağını belirtip bir kehanette de bulundu: “Bazen maçları 70. dakikaya kadar, bazen de 70. dakikadan sonra bitirebilirsiniz. Daha erken de olabilir. Herkesin gönlü rahat olsun. Bu iş bir şekilde olacak.”
MÜMKÜN OLDUĞU KADAR AZ RİSK
Belli ki Montella bu maçı fazla risk almadan kazanmak istiyordu. Elbette sol bekte aslen stoper olan Cenk Özkaçar yerine Eren Elmalı gibi gerçek bir sol bek oyuncusunu koyabilirdi. Savunma yönü kuvvetli çift pivottan vazgeçip Orkun Kökçü gibi ofansif bir merkez orta saha oyuncusunu kullanabilirdi. Ya da en uçta Barış Alper Yılmaz’ın yerine Cenk Tosun veya Bertuğ Yıldırım gibi gerçek bir santrforu tercih edebilirdi. Ama yapmadı. Çünkü Letonya’ya karşı daha yaratıcı ve hücuma dönük bir ilk 11’in olası sonuçlarından birinin daha fazla karşı hücum yemek olduğunu biliyordu.
Bu yüzden daha güvenli olanı seçti. Bunun sonucu olarak ise Türkiye adına hücumda baskılı, yoğunluğu yüksek, fakat yaratıcılığı ve üretkenliği az, savunmada da rakibe kontratak fırsatının verilmediği bir ilk yarı oldu. Buna karşın herkesin ikinci yarıda beklentisi cesur değişikliklerle daha üretken bir yapıya dönmek ve bu sayede maçı kazanmaktı. Ama Montella maç öncesinde işaret ettiği gibi sabırlıydı. Kendisinden beklenen değişiklikleri yapmadığı gibi, sağ bekte Ferdi Kadıoğlu’nun yerine Zeki Çelik’i oyuna alarak, daha da tutucu bir yapıya geçiş yaptı.
Hâliyle ikinci yarının başı da ilk yarıdaki görüntüden çok farklı olmadı. 60’ta Montella oyuna bu kez hücuma dönük olarak müdahale etmeye karar vermiş, Eren Elmalı ve Cenk Tosun’u oyuna alıyordu ki, çok büyük ihtimalle oyundan alınmak üzere olan Cenk Özkaçar, sol kanattan bir orta yaptı. Topu harika kontrol edip mükemmel vuran Yunus Akgün’ün şutu ağlarla buluştuğunda ise Türkiye artık öndeydi, Montella ise değişiklikleri iptal etti.
Muhtemelen Letonya’nın artık daha çok üstlerine geleceğini ve bunun karşılığında daha fazla alan bulabileceklerini düşündü. İlk beklentisi gerçekleşti. Letonya daha çok Türkiye’nin üstüne geldi, ama Türkiye buna karşılık veremeyince, yaklaşık 15 dakika boyunca ciddi bir baskı yenildi. Çizgiden çıkarılan, direkten dönen toplar ya da Uğurcan Çakır’ın kurtarışlarının neticesindeyse bu bölümde bir şekilde gol yememeyi başardı Türkiye. Ama oyun artık net olarak müdahaleye muhtaç görünüyordu.
Nitekim 75’ten sonra Cenk Tosun ve Yusuf Sarı’yla bu müdahaleyi yaptı Montella. Kısa sürede de karşılığını aldı. Tıpkı ilk golde olduğu gibi, ikinci golde de beklenmedik bir şey oldu. Cenk Özkaçar’dan sonra bir başka stoper Samet Akaydın’ın ortasıyla Cenk Tosun farkı ikiye çıkardı. Bu golden sonra da Letonya’nın gardı tamamen düştü ve Türkiye en iyi yaptığı şeyi yapabilmeye başladı: Kontrataklar.
Bilhassa üçüncü golde Yusuf Sarı’nın topla giderken verdiği pasın kalitesi ve pası alıp gole çeviren Kerem Aktürkoğlu’nun kendi kalesinden başlattığı deparının şiddeti övülmeye değerdi.
BU DEFA AYAKLAR YERE BASMALI
Sonuç olarak, Türkiye belalısı Letonya’yı mağlup edip, Hırvatistan’ın da Galler deplasmanında bir yenilgi daha almasıyla EURO 2024’e katılmayı garantiledi. Ay-yıldızlılar, 1954 Dünya Kupası’na Sandro Puppo yönetiminde gitmişti. Yetmiş yıl sonra yine bir İtalyan teknik direktörün liderliğinde Avrupa Şampiyonası’na katılınacak.
Bu aynı zamanda Türkiye’nin tarihinde ilk kez üst üste üçüncü kez Avrupa Şampiyonası’nda boy göstereceği anlamına geliyor. Fakat 2016 ve 2020’nin Türkiye adına ne kadar kötü geçtiği düşünülürse, belki de son turnuva olarak 2008’in görülmesi gerekiyor olabilir.
2024 öncesi ise umutlu olabilecek bir neden var; Türkiye’nin iyi bir kontratak takımı olması. Her ne kadar elemelerde kendisinden zayıf takımlara karşı zorlansa da, bu maçları bir şekilde geçebildiği müddetçe kendisinden güçlü rakiplere karşı iyi sonuçlar alabiliyor. 2020 elemelerindeki Fransa, 2022 elemelerindeki Hollanda ve son olarak üç gün önce gelen Hırvatistan galibiyeti, Millî Takım’ın kendi güçlü yanını öne çıkaran oyun planlarıyla gelmişti. Türkiye’nin sorunu ise bu galibiyetlerden sonra kendisini bir anda dev aynasında görmeye hayli yatkın olması ve güçlü rakiplere karşı tabiri caizse “oynayarak kazanmaya çalışması”. EURO 2020’deki büyük hayâl kırıklığının nedenlerinden biri de bir kez daha bu yanılgının ağına düşülmesiydi.
Montella ise en azından şimdilik bu konuda farkındalığı çok daha yüksek görünüyor. Eğer kendisini Fatih Terim ve Şenol Güneş’in önceki iki turnuvada kapıldığı yanılgılardan uzakta tutmayı başarırsa, Hırvatistan maçındaki Türkiye, EURO 2024’te her takıma zarar verebilecek bir potansiyele sahip olabilir.
MONTELLA’NIN ESAS BAŞARISI
Öte yandan elbette futbolda her şey taktiğe ilişkin değil. Teknik direktörle oyuncular arasındaki uyum ve birbirine bağlılık da bir o kadar önemli. Hatta bazen daha da önemli olabiliyor. Belli ki Montella’nın bu konudaki yetenekleri de dikkate değer. Kısa sürede kendisini takıma kabul ettirmiş görünüyor.
Kuntz ayrılmadan önce oyunculara sitem eder bir hâldeydi. Montella ise ondan önce şans bulamayan Yunus Akgün, Samet Akaydın ve Yusuf Sarı gibi Adana Demirspor’da daha önce çalıştığı oyunculara güvendi, onlara şans verdi ve onlarla kazandı. Bunun karşılığını da tüm takımdan alıyor. Dün akşam maçtan sonra oyuncuların Montella’yı ısrarla tribünlere üçlü çektirmesi için göndermeleri epey etkileyiciydi. Bir millî takımın başında yabancı bir teknik direktörün oyuncularıyla bu sıcak teması henüz ikinci maçının sonunda kurabilmesi hiç kolay bir şey olmasa gerek.