Türkiye neden kedilere takıntılı?

İstanbul’un kedileri başka hiçbir yerdekine benzemiyor. Lüksün ve şatafatın sembolü olan kediler, dünyanın hiçbir yerinde bu denli sevilip korunmuyor.

Abone ol

Humra Laeeq

Zaman içerisinde imparatorluk vasfını yitiren bir ülkede, kediler sokakların ve insanların kalbinin hükümdarı oldular. Camilerin ve sarayların görkemi bir yana, İstanbul’un kendine has kedi kültürü, ülkeye kendi adını vermeye bile yetebilir. Buranın kedileri, insan türünden vatandaşlar kadar saygı görüyor, belki de diğer vatandaşlardan daha lüks bir hayat yaşıyorlar. Başlarını ABD’nin eski başkanı Obama’ya okşatıp onunla fotoğraf çektirecek kadar şanslılar. 2017 yılında çekilen ve Türkçe adıyla gösterime giren “Kedi”, ABD’de 2.7 milyon dolar hasılat yaparak, tüm zamanların üçüncü en çok izlenen yabancı dildeki belgeseli oldu. ‘Kedi kültürü’ neden bu kadar İstanbul’a özel? İkisi arasında antik dönemden kalma bir ilişki mi var?

KEDİLER HAKKINDAKİ DİNİ ORTAKLAŞMA

İstanbul’da bilinen yaygın bir rivayette “Bir kedi öldürdüyseniz, Tanrı tarafından affedilmek için bir cami yaptırmanız gerekir” [Bir kediyi öldürürsen yedi cami yaptırman gerekir] der. Kediler, vatandaşlarının çoğu Müslüman olan bir ülkede, özel bir dini ortaklaşmanın konusudur. İslam dininde kediler çoğunlukla saygı görür ve evcilleştirmek için en çok tercih edilen türdür. Bu tavrın kökeni, bizzat Muhammed Peygamber’e ilişkin efsanelere dayanır. İslam’a ilişkin çeşitli tarihsel belgeler ve hadislerde, Peygamber’in kedilerle olan karşılaşmalardan özellikle keyif aldığı anlatılır. Bu tür karşılaşmalardan birinde, Peygamber’in bir kedi tarafından zehirli bir yılandan kurtarıldığı aktarılır. Başka bir anlatıdaysa, Peygamber’in, bir kedinin üzerinde uyumakta olduğu giysisinin kolunu keserek, onu rahatsız etmekten kaçındığı anlatılıyor. İslamcılar, bunun da ötesinde, Peygamber’in, kedilerden hoşnut olduğu ve en çok da Muezza adındaki yavru kedisini sevdiği hususunda neredeyse hemfikir.

GÖÇMEN OLAN KEDİLER

Bu açık dinsel bağlılığın dışında, tarihsel coğrafi etkenler de civardaki kedilerin hayatını sürdürmesinde rol oynamıştır. Önemli bir etken, kedilerin dünyanın bu bölgesinin yerlileri olmasıdır. Biyolojik açıdan, kedilerin, insanların ilk çiftçilik faaliyetlerine başladığı Kuzey Afrika’dan geldiği ifade edilir. Binlerce yıl önce kıyılarda yaşayan balıkçı toplumlar Avrupa’ya geldi. Kıyıda bulunan İstanbul ve dünya çapında tanınmış bir liman olan Tophane, gelişen bir ticaret limanı olması nedeniyle, caddelerindeki kedi varlığı noktasında bir başka etken oldu. Farelere karşı korunma işlevini yerine getiren kediler, kargo gemilerinde beslenmek amacıyla tüm dünyadan denizciler tarafından toplandı. Gemiler limanlara demir atarken, kediler de kente doğru yola koyuldular ve yerel halkla birlikte çoğaldılar. Zaman geçtikçe nüfusları arttı.

Kente ilk kanalizasyon inşa edilince ve kediler kemirgenlere göz açtırmayarak sokakları başarılı bir şekilde temiz tutunca, Osmanlı İmparatorluğu onlardan hoşlanmaya başladı. Kedilere duyulan saygı inançla da desteklendi; aynı hayvanın Ortaçağ Avrupa kentlerinde kötü muameleye maruz kaldığı bir dönemde, dindarlar kentte hayır kurumları kurarak onlara baktı.

HEM EVDE HEM DIŞARIDA SEVİLİYOR

Devletin kedilerin refahına sağladığı destek daha da ileri taşındı. 2004 yılında, kedileri yakalamak, kısırlaştırmak ve ardından serbest bırakmak ya da alternatif olarak evlat edinmek konusunda devlet politikalarına paralel olarak bir hayvan koruma kanunu onaylandı. Diğer yandan, köpekler başıboş hayvanlar olarak görülüyor ve Batı’daki köpek yavrusu seven geleneğin tersine, genelde küçümseniyor. Türk vatandaşları kedilere bakmakta tereddüt etmiyorlar.

Yasal mevzuat, kedilerin kentte herhangi bir sorunla karşılaşmadan hayatlarını sürdürmelerini garanti altına alıyor. Öte yandan, kedilere duyulan ilgi kurumsal hukuktan daha derinlere uzanıyor. Türkiye kendine has bir kedi kültürüne sahip. Kediler, Türklerin lüks sever bir topluluk olduğunun simgesel bir tasviri durumunda. Ankara’da sekiz kediyle yaşayan Türk vatandaşı Özgür Kantemir verdiği bir demeçte, “Kediler, tembel anarşistlerdir ve bu, büyük şehirlerde bizlere gayet iyi uyum sağlamalarının bir sebebi olabilir,” diyor.

İstanbul’da adını bu hayvandan alan, Stray Cat (Aylak Kedi) gibi oteller var. Cihangir'deki kediler insanlarla birlikte oturup sandalyelerde, tentelerde ve kapı önlerinde uyuklarken, müşterileri andırıyor. Yalnızca bu da değil, Türk kültürü yemekleri ve giysileri kedi imgeleriyle süsleyerek kedilerin varlığını kutlar. İnsanlar sokaklarda kâselere yiyecek ve su dolduruyor, kedilerin kapılarının önünde uyumasına izin veriyor ve kendilerini onların refahından sorumlu hissediyor. Bu dört ayaklı hayvan, Türk halkının hoşlandığı, lüks ve görkemli yaşam tarzının nesnel karşılığı haline gelmiş durumda.

KEDİLER TÜM DÜNYADA GÖZ KAMAŞTIRIYOR

İstanbul’un kedi öyküleri, sosyal medyada ve pop kültüründe şöhret sahibi. İnsanların şahsi hikâyelerini anlattığı “New York’un İnsanları” sayfasına benzer biçimde, Facebook’ta 66 binden fazla takipçisi olan bir “İstanbul’un Kedileri” sayfası var. Instagram’daki fotoğraflar, bir tabloyu andıran çerçeveler içinde kedicikleri tasvir ediyor. Göründüğü kadarıyla, kediler Türk yönetmenler açısından da birer “süper star”. Ceyda Torun’un çektiği “Kedi” belgeseli Türkiye’de 2016 yılında gösterildi ve Şubat 2017’de ABD’de gösterime girdi. Film, Time dergisine göre 2017'nin ilk 10 filmi arasında yer alıyor. Film, sokaklarda yaşayan binlerce kedinin yaşamını ve onları evlerinde besleyen ya da sokakta bakan insanlarla gerçekleştirilen söyleşileri aktarıyor. Aynı yıl içinde, film kedicikleriyle iki ödül birden kazandı.

Bu çeşit ortak çalışmalar sadece Türkiye’ye has kedi kültürünü yansıtmakla kalmıyor, söylendiği üzere “sanat yalnızca kültürü yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda onu yönlendirir.”

Bu makalenin orijinali qrius.com'da yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)