Türkiye’nin Suriye siyasetiyle, İsrail’in Suriye siyaseti örtüşüyor hatta Türkiye’ninki onun ötesine geçiyor. Neden? Çünkü, iki ülkenin adı konmadan güvenlikçi siyasetlerinin önceliklerinin yanı sıra Ankara’nın bir de Esat’ı devirme takıntısı halen ve ayniyle baki.
Ankara, komşu ülke Suriye’de ne yapmak, nereye varmak istemektedir?! Misak-ı Milli sınırlarını yeniden tesise mi çalışmakta, zalim Esed’i devirmeyi mi hedeflemekte, Zagroslardan sümmehaşa Amonoslara uzanacak, affedersiniz, bir Kürt koridorunda gedikler açmayı mı amaçlamakta, emperyalizmin sancak gemisi ABD’yi her milimi kutsal kıyılarından uzakta tutmayı mı öncelemektedir?! Ecdadı yedi düvele duman attırmış bu devletin siyasetinin hülasası yoksa tüm bunları aynı anda ve tek tabanca hayata geçirmek midir?!
Bayağı kapatırdım aslında, bu ton ve üslupta devam mı etsem, bilemedim. Bana sorarsanız, belki daha doğrusu başıma bir iş gelmeyecekse demeliyim, Türkiye’nin Suriye siyasetiyle, İsrail’in Suriye siyaseti örtüşüyor hatta Türkiye’ninki onun ötesine geçiyor. Neden? Çünkü, iki ülkenin adı konmadan güvenlikçi siyasetlerinin önceliklerinin yanı sıra Ankara’nın bir de Esat’ı devirme takıntısı halen ve ayniyle baki.
Resmen sorulduğunda, Türkiye’nin Suriye siyaseti, Irak’ta olduğu gibi, ulusal birlik ve toprak bütünlüğü ezberlerine dayanmaktadır. Buna karşılık, TSK tarih sırasına göre, birbirlerine bitişik Bab, Afrin ve Idlip ceplerini doğrudan ve dolaylı biçimlerde denetimi altında tutmaktadır. Bu ters L biçimindeki kuzeybatı köşesi kabaca (200+400+600) 1200 km.kare yüzölçümüne tekabül etmektedir. TSK’nın buralardan “çıkış stratejisi” varsa da açıklanmamakta, diğer bir deyişle ülkemiz kamuoyunca bilinmemektedir.
Geçtiğimiz günlerde (26 Haziran) İsrail, ABD ve Rusya ulusal güvenlik danışmanları Ben Şabbat, Bolton ve Patruşev (hem de) Kudüs’te bir araya geldiler. Rus temsilci Patruşev’in, Tahran’a uğrayarak gittiği Kudüs’ten yine Tahran’a uğrayarak döndüğü anlaşılıyor. Toplantıdan dışarı yansıyan üç devletin de İran konusunda bir uzlaşı zeminine ulaştıkları yönünde. Buna ek olarak, Hizbullah’ın da milis güçlerini adını koymadan İsrail sınırından uzağa ve hatta geriye Lübnan’a çekmekte olduğu bildiriliyor.
Esasen, sözkonusu üç ülkenin İran ve bağlantılı silahlı güçlerinin, ABD’nin İsrail’in egemenliğinde olduğunu tanıdığı Golan Tepeleri’nden yüz km. uzaklıkta tutulmasını sağlamak arayışında oldukları görülüyor. İşte bana sorarsanız, Ankara’nın Vaşington’dan bir türlü devşiremediği anlayış beklentisi bu durumla koşut.
Hizbullah teröristse PKK de öyle. Değil YPG, SDG dahi artık tırnak içine alınıp, başında “sözde” ibaresiyle anılıyor ve PKK’nin uzantısı görülüyor. Ha, Kürtler ciğerparelerimiz, ama eline silah alıp “kızlı-erkekli” dağa çıkan, yerine göre ateist, yerine göre Mecûsi, narkotik taciri ve emperyalizmin maşası PKK düşman. Öyle düşman ki, bir an gözümüz kırpıp tilki uykusuna yatacak olsak ülkemizi bölecek kudrette ama yanı zamanda dağlarda birkaç yüz kişi kalmış durumda ve kaçacak delik arıyor.
Bunu anlatamıyoruz NATO müttefikimiz ABD’ye. ABD, hem her barış sürecini baltalayan FETÖ’nün, hem barış süreçlerinin muhatabı PKK’nin arkasında. Sorun şu ki, Suriye’deki Kürt dağda değil düzde. Düzdeki Kürt nüfusu yoğun yerleşim yerleri de sınırın yukarısındaki Türkiyeli kardeşlerine ya bitişik ya onların hemen dibinde. Üstelik, Suriye Kürtleri Fırat’ın Doğusu'nda “melez” siyasi bir çözüme ancak üç Kürt cebinden (kabaca Kamışlı, Kobane ve Afrin) üçü de ellerinde olduğu takdirde yanaşıyor.
ABD Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Jeffrey, hem ABD çekilirken oluşacak boşluğun Avrupalı müttefiklerce doldurulacağını hem Anayasa Yazım Komitesi’ne Şam’ın onay vermesiyle Cenevre sürecinin canlanmakta olduğunu ileri sürmüştü. İlk yalanlama Almanya’dan geldi. Yüzyıldır Kürt meselesinin uluslararasılaşması kabusu gören Ankara’dan ise pek ses çıkmadı. Osaka’da da Başkan Trump, “Türkiye’nin Suriye’de Kürtleri ezip geçmesini” kendinin son anda durdurduğunu açıkladı. Bu açıklamaya da tepki verilmedi.
Suriye’deki gelişmeler bunlarla sınırlı değil. Henüz birkaç gün önce de (7 Temmuz), Umman Dışişleri Bakanı Yusuf Bin Alevi* Şam’da Suriye Cumhurbaşkanı Esat’la görüştü. Boyu belki küçük, ama diplomatik kapasitesi gıpta edilecek denli etkin Umman, daha önce ve halen İran ile Batı ve özellikle ABD arabuluculuk yapıyor. Şimdi, Rusya’nın yanı sıra, belki ABD için daha tercih edilecek bir oyuncu olarak Suriye sahasına da girmiş oluyor.
Esat iç işlerinde de boş durmuyor: İstihbarat şefi Ali Memluk’u güvenlik işlerinden sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcılığına, Muhammet Dib Zeytun da ondan boşalan “Ulusal Güvenlik Bürosu” (yani tüm istihbarat örgütlerinin bağlı bulunduğu en üst eşgüdüm birimi) başkanlığına getirdi. 2014’de Faruk Şara’dan boşalan bu makam beş yıl sonra yeniden ihdas edilmiş oldu. İktidar hiyerarşisi, Şam’da kimin muhatap alınabileceği ve Esat’ın öncelikleri konularında bu atama önemli gösterge. Ankara’ya da bir arka kapı diplomasisi kanalı açılmış olabilir.
Ankara bir yandan Libya’ya silah sevkıyatına hız verirken, Idlip’teki gözlem noktalarını da tahkim çabasında. Burada Şam’ın hedefi Halep-Lazkiye karayolunu açmak ve üzerindeki nüfus merkezlerini geri almak. Şam’ın, Rusya’nın hava desteği olmadan bu hedefe ulaşamayacağı açık. Ulaştığı takdirde de Türkiye’nin elinde üç milyonluk sivil nüfusun Idlip ve çevresine doluştuğu yarı yarıya küçülmüş ve askeri anlamını yitirmiş bir “mendil bölge” kalır. Bunlar olmasın diye S-400 alımından daha önemli olarak Akkuyu’da yeniden faaliyet başladı.
Tüm bunlar olup, biterken, yurt dışında mürekkep yalamış, yüksek lisans eğitimi görmüş, adlarının başına “hoca” ünvanı koymaya meraklı koca koca adamlar bile, vay efendim, “Kamışlı’da hainler toplandı” manşetleriyle yürütülen kara propagandanın peşinde. Değerli gazeteciler Hayko Bağdat ve Fehim Taştekin’den oradan yaptıkları periskop yayınlarını zaten paylaştılar. Ama tutup, yurttan çıkış yasaklı İhsan Eliaçık’ı, İsveç’te yerleşik Cengiz Çandar’ı oralara göndermekte beis görmüyorlar. O denli gözlerini kan bürümüş. İlaç için iler tutar bir fikir söylesinler Türkiye, Suriye’de ne olursa tatmin olacak ve yine Türkiye, içeride ve dışarıda Kürtlerle nasıl bir gelecek kuracak?
Oysa gölgelerle kavga etmeye gerek yok. Eldeki kısıtlı ve ekonomi böyle giderse daha kısıtlanacak olanaklarla da yedi cephede pala çalmaya da hacet yok. Barışa ve diplomasiye odaklanmak, içeride ve dışarıda Kürtlerle arayı düzeltmeyi öncelemek yeterli. Acaba o olası yönelime de iç siyasal dengeler mi elvermiyor? Bunu da sanırım sonbahara öğreniriz. Dilerim, bir önceki yazımda umduğumu belirttiğim gibi anamuhalefet hem yeni çözüm müzakerelerine destek olur, hem güvenlikçi yakın çevre siyasetine eleştirel yaklaşır. İki konu iç içe zira, ayrı değil.
*1945 Salale doğumlu Bin Alevi’nin 1970’de Sultan Kabus’un babasını devirerek tahta çıkışına dek Zofar Vilayeti’nin bağımsızlığını savunan sürgünde bir ayrılıkçı olduğunu, 1997’den beriyse atandığı şimdiki makamı koruduğunu anımsayalım.